Suriyeli Mülteciler

Suriye'de çocuktu Ankara'da işçi

Ömer henüz 13 yaşında ve çalışmak zorunda… Suriye’deki iç savaş onu Hama’nın bir köyünden Ankara’nın Dikmen Vadisi’ne getirmiş. Al Jazeera Türk dijital dergi mayıs sayısında Suriyeli çocuk işçilerin Türkiye’deki hayatlarına, hikâyelerine tanıklık etti. İkinci durağımız Ankara.

Konular: Suriye
Hatib ailesi savaştan kaçıp Türkiye'ye sığınınca Ömer'in okulu yarım kaldı. Ömer Ankara'da çöp toplayıp ailesine destek olmaya çalışıyor. [Eren Aytuğ]

ömer hatib suriye’de savaş çıkmasaydı bu sene sekizinci sınıfı bitiriyor olacaktı. ama yaklaşık iki sene önce okulu bırakmak zorunda kalmış. şimdi onun en büyük sorumluluğu geçim derdi. türkçe bilmeyen, yabancı bir çocuk için iş bulmak zor. mahallede herkesin yaptığı işi öğrenmiş: çöplerden kâğıt ve plastikleri ayıklayarak kazanıyor ekmeğini.


 

hatib ailesi aslen hamalı. asi nehri’nin suladığı verimli gap bölgesinde bir köyde yaşıyorlarmış. suriye savaşının ağırlığı onların hayatını da altüst etmiş. önce suriye’den ayrılmamak için direnmişler. şam’ın kırsal bölgelerinde yaşayan kardeşlerinden birinin yanına sığınmışlar. savaşın eli oraya uzanınca bir süre de halep’te kalmışlar. ama savaşın acı yüzü halep’te de bulmuş onları. sonraki durakları gaziantep olmuş. “antep, kilis hepsi suriyeli kaynıyor. iş yok, ev yok” diyor. sonunda yolları ankara’ya kadar varmış. 

suriyeli çocuk işçilerin peşindeki yolculuğumuzun ankara durağındayız. ömer'le yollarımız ankara’nın kentsel dönüşüm bölgelerinden dikmen vadisi’nin bir ucunda, boşaltılmış, yıkılmayı bekleyen bir mahallede kesişti.

şimdi suriyeli sığınmacılar yerleşmiş mahalleye. ama burada da çok uzun yaşayamayacaklar. zira yıkım zamanı yaklaşıyor. ömer geniş aileyle beraber türkiye’ye kaçak gelmiş. amcanın, ablalarının ve ömer’in ailesi torun torba üç eve bölünmüş. mahalle muhtarına kayıtlarını da yaptırmışlar, ‘misafir kimlikleri’nin çıkmasını bekliyorlar. evlerden ikisine kira ödüyorlar. ömer'in anne ve babasıyla yaşadığı evin aylık kirası 250 tl. ayrıca fatura ödüyorlar. 

Türkiye'deki Suriyeliler ve çocuk işçiler

  • türkiye'deki suriyeli sayısı 900 bini aştı. (afad nisan 2014)
  • 220 bin civarında suriyeli kamplarda yaşıyor. (afad)
  • türkiye’deki suriyeli sığınmacı nüfusunun en az yüzde 50’si 0-18 yaş aralığında. (unicef türkiye)
  • 0-18 yaş aralığındaki suriyelilerin en az üçte birinin okul çağında. (unicef türkiye)
  • suriyeli çocuk işçilerle ilgili istatistik çalışması yok.
  • türkiye'de 6-17 yaş grubundaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bini çalışıyor.(tüik 2012)
  • çalışan çocukların yüzde 50,17’si okula gidemiyor. (tüik 2012)

çöplerin içinde hayat

yaşadıkları mahalle bir tür çöp dökme alanı gibi. her yerde yığınlar halinde ayıklanmış plastik şişe ve kâğıt yığınları var. mahalleye yerleşenler ya yarı yıkık evlerde, ya çadırlarda yaşıyor ya da henüz yıkım zamanı gelmemiş evlere 150 - 250 tl arası kira ödüyorlar. temiz su çoğu evde yok, yıkılan bazı evlerde kalan musluklardan akan su, çadırlara ve yıkık evlere taşınıyor.

ömer yaklaşık altı aydır çöplerden kâğıt ve plastik ayıklayarak para kazanmaya çalışıyor. sekiz kardeşi var; üç kız, beş erkek. ömer’in babası emekli polis. annesi kocasının ne kadar saygı duyulan bir polis olduğunu anlatırken, üniforması üzerinde görev madalyalarıyla çekilmiş bir fotoğrafı işaret ediyor. herkes duvarda asılı fotoğrafa gururla bakıyor.

evde anne babası dışında kendisinden küçük kız kardeşi, iki ağabeyi ve büyük ağabeyinin karısıyla yaşıyor. henüz bir buçuk aylık evli olan büyük ağabeyin artık kendi ailesi, kuracağı bir hayat var. onlar kendi evlerini tutmak için para biriktiriyor. bir diğer ağabeyi, ankara’nın başka bir mahallesinde ailesiyle yaşıyor. o da suriye’de polislik yapıyormuş. evi geçindirmekle sorumlu iki erkek çocuk var. bunlardan biri ömer. o ve bir büyük ağabeyi çöp ayıklıyorlar. ömer’in bir büyüğü, iş oldukça inşaatlarda da çalışıyor. ancak yevmiyeler çok düşük, iş düzenli değil. 

ömer gibi çöp ayıklayıcılığı yapan suriyeli aileler, bu mesleğin şu andaki en dezavantajlı grubu. hem yeni oldukları, hem de türkçe bilmedikleri için alıcıyla doğrudan iletişim kuramıyorlar. ömer topladığı kâğıt, karton ve plastikleri evin arkasındaki bir alanda biriktiriyor. sonra aracılar gelip birikenleri alıyor. hurda, kâğıt, plastik alan şirketlere satıyor. aracılar toplanan kâğıt ve plastiklerin kilosuna göre ayda ya da 1,5 ayda bir ödeme yapıyor. ömer kazandığı paranın ayda 400-600 tl civarında olduğunu söylüyor.

"hayatımın gerisinde kaldım"

ömer savaştan önce okulu ve arkadaşlarıyla mutlu bir hayatı olduğunu anlatıyor. “şimdi suriye’nin eski haline dönmesi çok zaman alır” diyor. “burada okuma imkânı olsa, derslerine devam edebilsen, ister miydin?” sorusuna “arkadaşlarım yok, onlar yürüdü gitti. ben geride kaldım. hayatımın gerisinde” diyor hiç yüzüme bakmadan. okul değil de, doğru dürüst bir iş olsa, iyiymiş. bu iş çok zor, diye tekrarlıyor.

burada hiç arkadaş edinmemiş. iş dışında dışarı çıkmıyor. en çok sokak köpekleriyle vakit geçiriyor. hatta ömer işe çıkarken peşine takılıp mahallenin sonuna kadar gelen köpekler var. mahalledeki çocukların bir köpek yavrusunun boynuna ip bağlayıp, kötülük ettiklerini anlatıyor. “köpek bile olsa, candır. niye işkence ediyorsun” diye yorum yapıyor. sonra yavruyu onlardan kurtarıp, evde bakmaya başladığını ama köpeğin boynunda oluşan yara yüzünden öldüğünü söylüyor.

ömer günde iki defa işe çıkıyor. ilki öğle saatlerinde, diğeri akşam. çöp arabası gece çöpleri toplamaya gelmeden işe yarayacakları ayıklamak gerekiyor. mesainin ne kadar süreceği ise belli olmuyor.

iş saati geldiğinde ömer gidip iş elbiselerini giyiyor. leş gibi kirli, fermuarı bozuk, fitilli kadife; sütlü kahverengi mi, yoksa kirlilikten mi öyle olduğu anlaşılmayan pantolonuyla geri dönüyor. siyah yün örmesi kazağın içinden uzanan elleri esmer ama yüzü temiz, gözler ışıltılı. o çıkıyor kapıdan, çöpleri taşıdığı kirli çuvallı çekçeğine doğru ağır yürüyor, biz de arkasından… annesi ve kız kardeşi geçiriyor bizi. ne tarafa doğru gideceğini soruyorum. heyecanlı ve utangaç. konuşurken sesi buruluyor. kelimelerin arasında boğazı kurumuş gibi sesi inceliyor ve yutkunuyor.

öğlen postası uzun sürmüyor, işe çıkmak için biraz geç kalmışız. devasa apartmanların arasında, bol güvenlikli lüks sitelerin çöp biriktirme alanlarında dolanıyor ömer. sitelerin etrafına özenle yerleştirilmiş çocuk parklarının, yanlarına kondurulmuş spor ve egzersiz aletlerinde bedenini çalışmaya zorlayan insanların yanından, boyundan büyük çek çekiyle umursamaz geçiyor. çekçeki kaldırıma çıkarmak zor ve zahmetli. bir, iki saat dolandıktan sonra, çekçekine bakıyor, pek bir şey yok. ama bölgesinin dışına da çıkmak istemiyor. biraz yorgun, biraz utangaç “dönelim” diyor.

çöpten çıkan patenler

akşam yediye doğru buluşmak üzere ayrılıyoruz. döndüğümüzde ömer’i ayrıldığımız yerde, vadinin kenarından aşağıya bakarken buluyoruz. sanki fotoğraf için poz vermiş gibi. fıstık yeşili tişörtü, siyah parlak eşofmanıyla, sırtında çanta, ayağında patenler, ellerinde de iki kırmızı paspas sopasıyla tepenin tam ucunda uzaklara bakarak bizi bekliyor.

eve girerken, ayağındaki patenlere hiç de alışık olmadığını anlıyoruz, zira bir kere ciddi biçimde düşüyor, birkaç defa da düşme tehlikesi atlatıyor. etraftaki diğer çocukların gülerek alay etmelerine hiç aldırmıyor. kendi kendine düşüp kalkıyor. zaten paspas sopaları da düşmemek için kendi icat ettiği araçlar. evin bahçe kapısından giriyoruz. ömer ev ile bahçeyi ayıran kısa duvarın üzerine oturup özenle çıkarıyor patenlerini ayağından, tek tek sırtından indirdiği siyah çantaya yerleştiriyor. eve girerken, sağda aşağıya doğru kiler gibi derme çatma bir odanın kapısına yöneliyor. hazinesini heyecanla saklıyor. bozuk bir müzik seti çarpıyor gözüme. "bunlar ne?" diyorum: “leeee, mesh” (yook, bir şey değil) diyor sonunu uzatarak. belli ki çöpleri ayıklarken bazı şeyleri kendisine saklıyor. ama çöpten bir şeyler almak, yakışık almaz diye düşünüp utanıyor...

gecenin karanlığında bir çocuk

akşam postası için saat 20.00'ye doğru yola koyuluyoruz. çekçeğinin gölgesini takip ederek yürüyoruz. birden ömer çekçeği bırakıp akşam karanlığında, zayıf yol ışıklarının arasından atik biçimde koşmaya başlıyor. nereye koşuyor diye bakarken karşı taraftan da koşarak aynı yere yönelen uzun boylu, zayıf esmer bir başka çocuk gördüm. iki çocuk yarışır gibi apartmanaltı bir marketin yanında küçük bir kapıdan girmeye çalışıyorlardı. biz oraya varana kadar ömer’den hem cüsse hem yaş olarak büyük olan diğer çocuk da marketin karton ve ambalaj artıklarını yığdığı o küçük odaya girmişti. içeriden ömer’in iniltisini duyduk. içeri daldık, genç ömer’e vuruyor. biz araya girince çekindi ve çıktı odadan. “ben sekiz yıldır buranın çöpünü temizliyorum. bu daha yeni çıktı ortaya. ben temizliyorum buranın çöpünü” diye bize derdini anlatmaya çalıştı. sonra marketin olduğu apartmanın kapı sorumlusu geldi ve bağırmaya başladı. yerde ezilmiş avuç avuç karadutu göstererek “bu çöpü kim döktü buraya? lan oğlum allah belanızı versin. temizle çabuk burayı!” diye çıkışınca, ince uzun gencin cevabı 'mahmut ağabey, ben değil ya o yaptı. bu nereden çıktı zaten” oldu. ortalık böyle karışınca yol kenarında kamyonda bekleyen, diğerine göre daha kısa bir çocuk da koşarak tartışmanın olduğu noktaya geldi. birden olay büyüdü. dikkatin üzerinden dağılmasından faydalanan ömer, boyunca kartonu ezip, iç içe geçirip yüklenmiş, çöplerini biriktirdiği çekçeğine doğru seri ama emin adımlarla sessiz sedasız gidiyordu. kartonlarını yerleştirdi, çekçeğinin en altındaki tutucu düz demire ayaklarıyla yüklendi. eğdi ki boyu çekçeğin kolunu tutmaya yetişsin. çekçek yola gelince de başını ağır ağır çevirdi, beyaz yüzü, yeşil gözleri parladı ışıkta. 'gidelim' der gibi ürkek, şaşkın baktı yüzümüze. sessizce yürüdük bir sonraki çöpe. sanki az önce o küçük odada yumruğu yiyen o değildi! sanki anlamış ve kabullenmişti: birileri yaşıyor, onların yaşantısından kalan artıklarla da başkaları tutunuyor hayata.

biraz ötedeki çöp tenekesinin yanında yığınlar halinde çöp torbaları. kutunun içine atılmamış. ömer hevesleniyor, adımları hızlanıyor. eğilip çöp torbalarını tek tek yırtmaya ve içindekileri incelemeye başlıyor. beğendiğini elinin tersiyle çekçeğin demirlerine asılı dev çuvala atıveriyor, işe yaramayacak artıkları kenara ya da çöp kutusunun içine bırakıyor. bir ara sürekli fotoğraflarını çeken eren'e torbadan çıkan bir şeyleri gösterdiğini, onaylamaz biçimde başını salladığını ve söylendiğini izliyorum. onlar çöpteki işlerini bitirip bir sonrakine yollandıklarında, merakla gidip bakıyorum. torbadan ekmek çıkmış. çıkan ekmekleri de sanki yoldan daha evlaymış gibi kaldırımın kenarına çıkarıp dizmiş. eren'e soruyorum, 'ekmek attıklarına mı bozuldu?' diye. ekmekleri çöp torbasından ayıklarken 'ya haram, ya haram' diye söylendiğini anlatıyor. ekmeğin çöpe atılmasını anlamak çok güç onun için. çünkü ömer o ekmeğin peşinde çocukluğundan vazgeçiyor.

yarın: adana’daki suriyeli çocuk işçiler.

 

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;