Görüş

AK Parti'nin şekillendirdiği dış politikanın çizgisi değişmedi

Son dönemde dış politikada değişen ortama cevaben, bazı komşular ve Batı ile ilişkilerde hareketlilik yaşandığı açık. Ama bu hareketlilik, AK Parti’nin izlediği stratejide ve dış politikasının temel ilkelerinde bir sapma anlamına gelmiyor.

adalet ve kalkınma partisi'nin (ak parti) 2002 yılının sonunda iktidara gelmesiyle damgasını vurmaya yöneldiği türk dış politikası, 2000’lerin ikinci yarısında hatlarını belirginleştirmişti. türkiye’nin çevresinde ve dünyada sarsıcı gelişmeler meydana gelmekle birlikte türk dış politikası, aynı izleri taşımaya devam ediyor.

kendi içindeki dönemsel farklılaşmalar bir kenara bırakılırsa, türk dış politikasında 2000’lerde ortaya çıkan stratejik özerklik arayışı, bu yönde sergilenen pro-aktif dinamizm ve idealizm ile pragmatizmi mecz eden bir stratejik kültürü yansıtıyor.

dışişleri bakanı ahmet davutoğlu’nun merkez ülke ve bundan mülhem düzen kurucu ülke kavramlarında anlamını bulduğu üzere stratejik özerklik arayışı, türkiye’nin kendi mücavir bölgelerindeki etki ve etkileşimini arttırarak küresel ölçekte önemli bir aktör konumuna yükselme çabasını ifade etmekteydi.

davutoğlu'nun formülasyonunda büyük rol oynadığı stratejik özerklik arayışı, genelde içerde bir zihniyet dönüşümü çağrısı yapsa da, özünde dış dünyada yaşanan köklü değişimlere yanıt verebilme ve dönüşümü kendi tercihleri doğrultusunda şekillendirme hedefiyle yakından ilintiliydi. komşularla sıfır sorun, yumuşak güç, ritmik diplomasi gibi politikalar, söz konusu hedefin hayata geçirilmesi yolunda benimsenen araçlar arasından öne çıkanlardı.

ortadoğu’nun 2011’de başlayan arap baharı’nın etkisiyle içine girdiği yeni dönem, türkiye’nin karşısına fırsat ve meydan okumaları eşzamanlı çıkardı. bölgedeki halk hareketlerini demokratik bir dalganın işaret fişeği olarak tanımlayan ankara, bunların tercihlerine daha uygun bir bölgesel düzeni hayata geçirebileceği inancıyla, dönüştürücü bir vizyon benimsedi. bu bağlamda, siyasi dönüşüm yaşayan devletlerle angajman yoluna giderken, değişimi savunan aktörleri ve demokratik güçleri destekledi.

türkiye’nin erken dönemde kazandığı zemin ve parlayan yıldızı, arap baharı sürecinde meydana gelen bir dizi gelişme ile tartışılır hale geldi. bu gelişmeler şöyle sıralanabilir

1) suriye’de mart 2011’de başlayan rejim karşıtı protestoların çatışmaya dönüşmesiyle oluşan sürecin uzaması ve rejimin ayakta kalması.

2) mısır’da eski rejim unsurlarının 3 temmuz 2013 darbesi ile geri gelmesi.

3) libya örneğinde, yeni rejimin normalleşmeyi sağlayamaması.

4) körfez ülkelerinin kendi aralarında ayrışarak statükocu bir tepki geliştirerek müslüman kardeşler’e karşı bir kampanya başlatmaları.

5) israil ile kapatılamayan normalleşme dosyası.

6) iran ile suriye üzerinden yaşanan ayrışma ve akabinde iran’ın batı ile normalleşme sürecine girmesi.

tüm bu gelişmeler biraraya gelince, türkiye’nin dış politikasında tıkanma yaşadığı veya başarısızlığa uğradığı yönündeki argümanlar yoğunlaştı. uzun süredir seslendirilen ‘dış politikada değişime gitme’ çağrılarına ankara’nın direndiği şeklindeki algı, zamanla ‘türk dış politikasında kökten revizyona gidildiği’ tezine dönüştü.

ak parti iktidarı, dış politikada ana ilkelerini koruyor

ankara’nın 2002’den itibaren izlediği dış politikanın temel yaklaşımlarını 2013'te değiştirmeye yöneldiği algısı gittikçe yaygınlık kazanıyor. bahsedilen değişimin kanıtı olarak, türkiye’nin irak ve iran ile (belli bir aradan sonra) geliştirmeye çalıştığı diyalog veya avrupa birliği (ab) ile uzun süredir donmuş halde duran müzakere sürecinin canlandırılmasına dönük adımla gösteriliyor.

mevzubahis değişimlerin de dış politikada bir hatadan dönme arayışıyla hayata geçirildiği ve bu anlamda rotanın yeniden çizildiği yönünde bir okuma da yaygındır. özellikle türkiye’nin suriye örneğinde karşılaştığı zorluklar ve arap baharı sürecinde gücünün sınırlarını test etmesi üzerine iddialı pro-aktif dış politikadan “geri çekilme” sürecinin tecrübe edildiği algısı bazı yorumcularca paylaşılıyor.

son dönemde dış politikada değişen ortama cevaben, bazı komşular ve batı ile ilişkilerde hareketlilik yaşandığı açık. ama bu hareketlilik, ak parti’nin izlediği stratejide ve dış politikasının temel ilkelerinde bir sapma anlamına gelmiyor. zira ak parti dönemi türk dış politikasında konjonktürel ayarlamalar yapılması esasında yeni bir olgu teşkil etmiyor. ve son dönemde türk dış politikasında gözlemlenen değişimler, bölgenin genelinde olduğu kadar muhatapların nezdindeki değişim beklentileriyle de örtüşüyor.

türkiye’nin bölgesel politikalarında gözlemlenen “tıkanmışlık” ve yeni yön arayışları etkileşiminin dış politika performansına etkisini değerlendirebilmek için öncelikle bölgenin geçtiği yapısal dönüşümün boyutlarının göz önüne alınması gerekiyor.

ortadoğu’da halk hareketlerinin tetiklediği tektonik kayma, bölgesel düzeni temelden sarstı ve yeni tehdit unsurlarını doğurdu. istikrarsızlık ve risklerin arttığı bir ortamda, çıkar ve ilişkilerin üzerinde tanımlandığı zemin iyice kayganlaştı. bu da pek çok bölgesel aktörü, ya öncelik ve politikalarını değiştirmeye ya da mevcut politikalarını sürdürebilmek için ağır bedeller ödemeye zorladı.

ortadoğu genelinde bir teraziye vurulduğunda, ankara’nın aslında pozisyonunu kaybetmediği görülüyor. türkiye’nin kendi pozisyonunu makul bir bedelle sürdürebilme yeteneğini koruduğu, diğer aktörlere oranla hayati bir kayıp yaşamadığı fark ediliyor.

bölgesel düzenin istikrarsızlaştığı ve pek çok ülkede iç düzenin sarsıldığı bir ortamda; bir yandan sınırlar tartışmaya açılırken, öte yandan devlet-dışı oluşumlar güçleniyor ve merkezi otorite zayıflıyor. mevcut ittifak ilişkilerinin yeniden tanımlanmasının da eklendiği bu kırılgan dönemde geçişkenlik artıyor.

türkiye de kendi payına; dönüşümün daha istikrarlı ve güvenli tarzda gerçekleştirilmesine dönük adımlar atarken, yükselen risk ve istikrarsızlık unsurlarına karşı da güvenliğini tahkim edici önlemler alıyor. bu doğrultuda türkiye’nin 2013 içerisinde esnek ve ad hoc (belli bir olaya mahsus) ittifaklara dayalı bir politikayı hayata geçirdiğini söylemek mümkündür.

bazı yorumcular, dış politikadaki bu ayarlamayı, “resetleme” şeklinde tanımlama noktasına dahi taşıyorlar. fakat tartışmaların sadece türkiye’nin yaptığı ayarlar üzerinden yürütülmesi, sağlıklı bir analize imkan vermeyecektir. ‘türk dış politikasının resetlendiği’ iddiasını dillendiren yorumcuların gözden kaçırdığı husus, ortadoğu sahnesinde rol alan diğer aktörlerin de aynı dönemde politikalarını revize ettiği gerçeğidir.

türkiye’nin ilişkilerini yeniden canlandırdığı aktörlere baktığımızda, en az türkiye’ninki kadar güçlü bir iradenin, bu muhataplarca da sergilendiği ve ilişkileri normalleştirme talebiyle öne çıktıkları göze çarpıyor. çünkü uluslararası alanda ve bölgedeki gelişmeler, onların üzerinde de değişim yönünde ağır bir baskı oluşturuyor.

mesela, ankara ile tahran arasında son dönemdeki yoğun diplomatik trafik, türkiye’nin iran ile ilişkilerini iyileştirme arayışından ziyade, hasan ruhani’nin 2013 yazında cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte dünyaya açılarak izolasyonunu kırmak isteyen iran’ın türkiye’ye yönelmesiyle ilintilidir. benzer şekilde, ab sürecinde gözlenen hareketlilik, ankara kadar brüksel’in de paylaştığı ortak tespitler üzerine inşa ediliyor.

ukrayna krizinin de gösterdiği gibi türkiye’nin mücavir coğrafyalarında yaşanan dönüşüm, ortadoğu ile sınırlı kalmayacak. risk unsurunun arttığı bir ortamda dış politikayı yürütmek, daha zor ve maliyetli hale gelecek. uluslararası sistemin genelinde ve komşu bölgelerindeki gelişmeler türkiye’yi kaçınılmaz biçimde dış politikasını hassas ayarlarla yürütmeye zorlayacak.

yine de türk dış politikasında gözlenen dönüşüm ve ayar süreci, dış ortamdan gelen baskıları bertaraf etmeye dönük salt bir tepkisel davranış biçiminde cereyan etmeyecek. ankara, stratejik özerklik arayışı çerçevesinde yeni dönemde de kendi önceliklerini dikkate alarak ilişkilerini tanımlamayı ve bu doğrultuda pro-aktif bir dinamizm sergilemeyi sürdürüyor.

bu bağlamda, kendi bölgesinde artan risk unsuruna karşı türkiye, meydan okumanın gereklerine karşılık verebilecek esnek bir dış politika takip edebilme ve kabul edilebilir bir bedel ödeyerek alternatif siyasa üretebilme kapasitesini koruyor. bu yaklaşım, geliştirilerek devam ettirilecektir. öte yandan türkiye, suriye ve mısır örneğinde olduğu gibi, idealist ve realist kaygıların iç içe geçtiği bazı pozisyonlarından da kolay kolay geri adım atmayacaktır.

doç. dr. şaban kardaş, tobb ekonomi ve teknoloji üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi ve ortadoğu stratejik araştırmalar merkezi (orsam) başkanı. doktorasını abd’nin utah üniversitesi siyaset bilimi bölümü’nde tamamladı. ali balcı ile beraber ‘uluslararası ilişkilere giriş’ (küre yayınları, 2014) kitabını kaleme aldı. perception dergisinin yardımcı editörlüğünü görevini yürüten kardaş, insight turkey dergisinin danışma kurulunda yer alıyor.

twitter'dan takip edin: @sabankardas

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Şaban Kardaş

tobb ekonomi ve teknoloji üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi ve ortadoğu stratejik araştırmalar merkezi (orsam) başkanı. uludağ üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü’nden mezun oldu. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;