Görüş

Hrant Dink '23,5 Nisan taziyesi'ne hiç şaşırmazdı

Hrant Dink'e göre aslolan, Osmanlı Ermenilerinin 1915’te büyük bir felakete maruz kaldıklarının inkârından vazgeçilmesiydi. Böylece “diyalog”un önü açılacak, böylece “Ermeni sorunu”nun sorun olmaktan çıkacağı yepyeni bir süreç başlayacaktı.

Hrant Dink 19 Ocak 2007'de genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi'nin önünde öldürüldü. [Fotoğraf: AFP-Arşiv]

hrant dink yaşasaydı ve başbakan erdoğan’ın 23 nisan’da yayımladığı 1915 mesajını idrak etseydi, büyük bir ihtimalle ona “23,5 nisan mesajı” adını verecekti. çünkü ona göre 23 nisan ile 24 nisan arasında bir “buçuk” gün vardı ve o günün hrant dink için çok farklı bir yeri vardı.

23 nisan 1996’da agos gazetesinde kaleme aldığı ’23,5 nisan’ başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı:

“kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum, ama hem ermeni olmak, hem türkiyeli; hem 23 nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle. kaç insan bu ikilemi yaşıyordur şu yeryüzünde? ne anlaması kolay ne de anlatması.

“dilerim kimse de yaşamasın bu ikilemi bir daha. 23 nisan nasıl daha bir coşkuyla yaşanır? 24 nisan nasıl hafızalardan sildirilir? bütün bunlar çözümsüz sorular değil aslında. 23 nisan bütün çocukların olacaksa eğer ben derim ermenistanlı çocukların da olsun bir biçimiyle. çağırın onları da bu kutlamalara. barıştırın çocukları birbirleriyle, tanıştırın. sadece 23 nisan da olmasın 24 nisan'ı da katın içine. daha da uzasın o günler, bütün nisanı katın, bütün baharı katın. hadi siz beceremiyorsunuz diyelim, varolan kinler engel buna. bırakın bari dünyayı çocuklara, onlar bu işi halleder, yeter ki engel olmayın siz.

“bir başka severim 23 nisan'ları. hem, bizim de hanımla evlendiğimiz gündür aynı zamanda. gerdeğe girişimiz de 23 nisan'ı 24 nisan'a bağlayan geceye rastlar. ilk çocuğumuza can verdiğimiz andır o. ne 23 ne de 24 nisan. 23,5 nisan'dır belki de o an.”

peki hrant dink ’23,5 nisan taziyesi’ni nasıl karşılardı? ikinci soru: şaşırır mıydı? burada, dink’in yazdıklarından yola çıkarak bu iki sorunun cevabını vermeye çalışacağım.

dink kelimelerin önemli olmadığına inanıyordu, çünkü ona göre aslolan, osmanlı ermenilerinin 1915’te büyük bir felakete maruz kaldıklarının inkârından vazgeçilmesiydi. 

by Alper Görmüş

coşkuyla karşılardı

hrant dink, sembolik başlangıç tarihi 24 nisan 1915 olan 1915 olaylarının bir soykırım olduğu konusunda hiçbir tereddüt beslemiyordu, fakat buna rağmen yazılarında ve konuşmalarında soykırım sözcüğünü hemen hemen hiç kullanmıyordu. hatta o kadar ki, internette bir ara çok yoğun olarak paylaşılan bir konuşmasında, ermenilere, “türklerin soykırımı kabul etmemelerindeki onurlu duruş” üzerinde düşünmelerini bile tavsiye etmişti:

“hasta iki toplum var: türkler ve ermeniler... ermeniler büyük bir travma yaşıyor türklere yönelik, türklerse ermenilere yönelik büyük bir paranoya yaşıyor. ikisi de klinik vakalar... kim tedavi edecek bizi? fransız senatosu’nun kararı mı, amerikan senatosu’nun kararı mı? kim reçeteyi verecek? kim bizim doktorumuz? ermeniler türklerin doktoru, türkler de ermenilerin doktoru... bunun dışında doktor, ilaç, hekim mekim yok. (...) türklere diyorum ki, ya, ermeniler niye bu kadar ısrar ediyor bu sorunun üzerinde, diye sorun kendinize... biraz empati yapın, o zaman bu duruşta belki biraz onur görebilirsiniz... ermenilere diyorum ki, türklerin ‘hayır, bu bir soykırım değildir’ demelerinde de bir onur görmeye çalışın. nedir o onurlu duruş? ‘bir türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım allah’ın belası bir şey, nasıl ya, benim atalarım böyle bir şey yapamaz, çünkü ben yapmam.’ dolayısıyla burada da bir onurlu duruş vardır.”

dink kelimelerin önemli olmadığına inanıyordu, çünkü ona göre aslolan, osmanlı ermenilerinin 1915’te büyük bir felakete maruz kaldıklarının inkârından vazgeçilmesiydi. bu gerçekleşirse, 2000’den itibaren “benim artık dinim de o, kitabım da” dediği “diyalog”un önü açılacak, böylece “ermeni sorunu”nun sorun olmaktan çıkacağı yepyeni bir süreç başlayacaktı. 10 kasım 2000’de agos gazetesinde kaleme aldığı “ne istiyoruz?” başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı:

“sadece iki halk arasında kurulacak bir diyalog bu sorunu sorun olmaktan çıkarmaya yeter mi? cevabım çok net: ‘evet, yeter ve başkaca da bir çare yok zaten.’

“hatta fazla optimist gözükse de, şunu dahi ifade etmekten çekinmem: ‘iki ülke arasında önşartsız kurulacak normal ilişkiler ve diyalog öylesine mucizevi gelişmeler sağlayabilir ki, bir gün türk tarafı ermenilere ‘gelin şimdi biraz da tarihimizi konuşalım’ dediğinde, ermenilerin ‘sırası mı şimdi, bırakalım geçmişi, halklarımızı mutlu kılmak için başlattığımız ortak işlerimizle ilgilenelim’ demeyeceğini kim iddia edebilir?

“bu söylemime şaşırabilirsiniz belki. ama ne yapayım ki bu diyalog coşkusu beni böyle uçmalara bile sürükleyebiliyor. türk ve ermeni halkları arasındaki diyalog gereksinimi bende öylesine bir inanç haline geldi ki, neredeyse iman haline dönüştü. benim artık dinim de o, kitabım da.”

elbette hrant dink, ermenilerin ‘sırası mı şimdi, bırakalım geçmişi” diyebilecekleri bir vasatın ön koşulunun ne olduğunu çok iyi biliyordu: inkârın inkârı.

büyük toplumsal suçların mağdurlar üzerinde yol açtığı doğrudan tahribat ve onun hatıraları zaman içinde başlangıçtaki yoğunluğundan kaybeder, seyrelir... fakat suçun fail tarafından inkârı, zaman içinde suçun kendisinden bile yaralayıcı olabilir ve bu kuşaklar boyunca taşınabilir.

inkâr, mağdurların bütün enerjilerini faillerin ya da onu izleyen kuşakların suçu ikrar etmesi yönünde harcamasına neden olur.

’23,5 nisan taziyesi’, mağdurlara yegâne kalıcı tedavi türü olan “affederek iyileşme” imkânı tanıma yönünde bir ilk adım olmakla, hiç şüphesiz hrant dink tarafından çok büyük bir coşkuyla karşılanacaktı.

çünkü hrant dink çok iyi biliyordu ki, onun “dini ve imanı” haline gelmiş olan “diyalog” imkânı, böyle bir adım atılmadan asla mümkün olamazdı.

’23,5 nisan taziyesi’, mağdurlara yegâne kalıcı tedavi türü olan “affederek iyileşme” imkânı tanıma yönünde bir ilk adım olmakla, hiç şüphesiz hrant dink tarafından çok büyük bir coşkuyla karşılanacaktı.

by Alper Görmüş

şaşırmazdı

gelelim ikinci soruya: “hrant dink, başbakan’ın taziyesini duyduğunda şaşırır mıydı?”

bence hiç şaşırmazdı.

ya da şöyle diyeyim: iktidarda mesela cumhuriyet halk partisi (chp) olsa şaşırırdı da, şimdi şaşırmazdı.

“ilericiliğin ve çoğulculuğun partisi chp” ile “gericiliğin ve homojenliğin partisi adalet ve kalkınma partisi” klişelerinin penceresinden bakıldığında bu yazdıklarım şaşırtıcı gelebilir... fakat hrant dink, bu bakışın tam tersine inanıyor, ermenilerin sorunlarının müslüman-muhafazakâr bir iktidar altında daha kolay çözülebileceğine inanıyordu.

dink, üzerindeki “mahalle baskısı”nı hissettiren ihtiyatlı bir dille de olsa, zaman zaman yazılarında bu düşüncesini ortaya koyuyordu.

fakat bu yöndeki fikirlerinin ne kadar köşeli ve kesin olduğunu anlayabilmek için, onun, sözünü ettiğim mahalle baskısını dikkate alma gereği duymadığı, dolayısıyla da serâzad konuştuğu anlara bakmak gerekir. mesela, kendisini ziyaret eden amerikalı diplomatlara yaptığı, sonradan wikileaks belgelerinde açığa çıkan sözlerine bakmamız gerekir.

amerikalı diplomatlar, hrant dink’le görüşmelerini şöyle not etmişlerdi:

“türkiye’de hangi siyasi partinin ‘gerçek laikliği’ temsil ettiği sorulduğunda, dink ‘akp’ cevabını verdi. bir dinî azınlık mensubu olarak, islam eğilimli bir partinin gücünü arttırmasından korkup korkmadığı sorulduğunda ise ‘hayır’ dedi. kemalizm’den vazgeçmenin şeriat düzenine yol açmayacağından neden bu kadar emin olduğu sorulunca, dink’in cevabı, ‘bunun bizi şeriat düzenine değil ama demokrasiye götüreceğine inanıyorum’ oldu. buna niye inandığı sorulduğunda ise, dink, ‘kemalistler demokratik değil. ben ermeni olduğumu söylediğim için kemalist bir devlet tarafından yargılandım. islamî bir yönetimle böyle bir tecrübem hiç olmadı’ dedi.” 

sonuç olarak güvenle öne sürebilirim ki, hrant dink taziyeyi büyük bir mutlulukla karşılar, kıymetini teslim ederdi... öte yandan ona ya hiç şaşırmaz ya da hepimizden az şaşırırdı.

alper görmüş gazeteciliğe 1978'de aydınlık gazetesinde başladı. nokta ve aktüel dergilerinde çalıştı. taraf ve türkiye gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Alper Görmüş

gazeteciliğe 1978'de aydınlık gazetesinde başladı. nokta ve aktüel dergilerinde çalıştı. taraf ve türkiye gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.yeni şafak'ta kürşat bumin'le birlikte medya eleştirisi yapan 'medyakronik' köşesini hazırladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;