Görüş

Kürtler, Kobani ve 'Çözüm Süreci'nin geleceği

Öcalan, elinden geldiğince sükuneti sağlamaya, tek başına yürüttüğü Çözüm Süreci'ni sürdürmeye çalışacaktır. Diyalog kapılarını açık tutma çağrıları yaparak, kendi konumunun aşılması suretiyle başlatılma kararı verilecek yeni bir savaş ve çatışma ortamına girilmemesi konusunda uyarılarda, telkinlerde bulunacaktır. Sürdürmekte olduğu işi biraz daha sürdürerek bir sonuç almaya çalışacaktır.

Başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye'nin farklı yerlerinde yapılan Kobani gösterilerinde binalar ve araçlar ateşe verildi. [Fotoğraf: AA]

irak ve şam islam devleti (işid) örgütünün, haziran 2014’te irak’ın musul şehrini işgal etmesi ve ardından bağdat’a doğru ilerlemesi beklenirken dönüp irak kürdistanı’na saldırması, dünyanın olayın ciddiyetini fark etmesine yol açtı. musul‘un işgaline kadar suriye’de beşşar esed rejimi ile savaşan radikal gruplardan biri olarak algılanıp fazla önemsenmeyen işid, birdenbire karşı konulmaz bir güç, enerji ve donanımla gündeme girdi. işid’in ortadoğu’ya gerçek ve güçlü bir tehdit oluşturması karşısında güçlü batılı devletlerin tedbir arayışları başladı.

örgütü etkisizleştirmek için irak kürdistan bölgesel yönetimi’ne silah ve mühimmat desteği verilirken, irak'ta hava operasyonlarına girişen abd liderliğindeki koalisyon güçleri, işid'e karşı orada kısmen caydırıcı ve geriletici bir etki sağladı. işid bu defa suriye’de hamle yaptı ve pkk’nın suriye kolu pyd ile aylardır süren çatışmalarını hızlandırdı. özellikle 16 eylül 2014'te yoğunlaşan çatışmalar neticesinde, işid’in kobani’yi ele geçirmesi halinde büyük katliamlar yaşanması tehlikesi belirdi. hatta bütün bu tablolar arasında, kobani’nin bir kürt kenti olmakla birlikte, aynı zamanda bir suriye kenti ve şam rejiminin egemenlik sahasındaki bir alan olduğunu dahi unutuldu.

pkk ve yörüngesindeki örgütler ile onlara bağlı medya organlarının yaydığı "haberler" üzerinden muazzam bir dezenformasyon ortamı yaratıldı. işid’in ortaya çıkmasından adalet ve kalkınma partisi (ak parti) sorumlu tutuldu. "ak parti hükümetinin besleyip büyüttüğü işid’in, kobani çevresinde ilerleme kaydetmesi halinde, kürt halkına dönük bir katliam planı yapacağı" yazılıp söylendi. böylesine yoğun bir psikolojik savaştan etkilenen kitleler, gerginleştirilip öfkelendirilerek pimi şekilmiş bomba gibi patlamaya hazır hale getirildiler.

artık şam rejiminden askeri destek alma şansı kalmayan pkk/pyd, kobani’deki çatışmaları, irak ve suriye topraklarına göz diken ve dünyanın en vahşi terörist örgütü olarak tanımlanan işid ile kendi arasındaki bir savaş değil de, "tc hükümetinin paravan bir örgütü" ile kürt halkı arasında bir savaş gibi göstermeye çalıştı. hazırlanan psikolojik atmosfer, bugün ortaya çıkan olayları kaçınılmaz kıldı. bu atmosferde hedef, sebep, her şey belliydi; "işid belasının belli başlı mimarı olan tc hükümeti" her yerde ve her türlü eylemle protesto edilmeliydi! burada hükümetin de elbette hataları vardı. ama hükümetin hatalarına gösterilmesi gereken tepkiler böyle mi olmalıydı?

işid’in 6 ekim 2014'te kobani varoşlarına girerek çatışmalarda belli noktaya ulaşması veya durumu kendi lehine çevirmesiyle, başta kürt kentleri olmak üzere türkiye’nin ve batı avrupa’nın belli başlı noktalarında, hatta kürtlerin yaşadığı her yerde protesto gösterileri patlak verdi. aynı akşam halkların demokratik partisi (hdp) ve kongra-gel tarafından eylem çağrısı yapılmasıyla, zaten kontrolden çıkmak üzere olan öfkeli kitleler sokağa dökülerek ortalığı yakıp yıktılar.

7 ekim’de doruğa ulaşan vahim hadiseler, sokağa çıkma yasakları gibi güvenlik tedbirleriyle önlenmeye çalışıldı. bilanço; 20’yi aşkın ölü ve yüzlerce yaralının yanı sıra yağma, yakma ve yıkmadan doğan ağır maddi zarardı. yaratılan bir algı üzerinden hazırlanan kampanyaların kaçınılmaz sonucu, işte böyle ortaya çıktı. tüm bunlar yaşanırken türkiye’nin, devlet politikası olarak yasalaşmış çözüm süreci ya da normalleşme/demokratikleşme çabası ve kürt barışı gibi bir meselesi vardı. bu üzücü gelişmelerden sonra, kürt barışı artık kimsenin umurunda değildi; pkk açısından çözüm süreci aslında bitmişti.

7 ekim’de doruğa ulaşan vahim hadiseler, sokağa çıkma yasakları gibi güvenlik tedbirleriyle önlenmeye çalışıldı. bilanço; 20’yi aşkın ölü ve yüzlerce yaralının yanı sıra yağma, ateşe verme ve yıkmadan doğan ağır maddi zarardı. kobani etrafında yaratılan bir algı üzerinden hazırlanan kampanyaların kaçınılmaz sonucu işte böyle yansıdı.

by Ümit Fırat

çözüm süreci nereye gidiyor?

21 mart 2013 günü diyarbekir’de yapılan newroz törenlerinde, abdullah öcalan’ın artık savaşa son verilip barış yapılmasına dair mesajı okunmuştu. pkk/kck önce ateşkes ilan etti. 8 mayıs 2013'te kuzey irak’taki kandil dağı’nda düzenlenen basın toplantısında, o sırada hâlâ kck yürütme konseyi başkanı olan murat karayılan; bir çerçeve metni okuyarak barış sürecinin fiilen başladığını dünyaya duyurdu

açıklanan bu metne göre, çözüm süreci üç aşamadan meydana gelecekti.

1) "uygulamakta olan ateşkes ve gerilla güçlerimizin başarılı bir biçimde geri çekilmesiyle birlikte birinci aşama son erecek ve ikinci aşama başlamış olacaktır."

2) "ikinci aşama, sorunun kalıcı çözümü için, daha çok devletin ve hükümetin yükümlülüklerini yerine getireceği aşama olarak belirledi." (koruculuk, özel tim vb. tüm özel savaş yapılarının devre dışı bırakılması, hak ve eşitlikleri garanti altına alacak yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması gibi.)

3) "önder apo dâhil herkesin özgürleşeceği bu sürecin pratikleşmesi paralelinde silahın tümden devre dışı kılınması ve gerillanın silahsızlanması gündeme girecektir."

hatta o günlerde bazı pkk üyelerinin türkiye’den çıkış sahneleri, kimi gazetecilerin "tanıklığı" ile şova dönüştürülerek medyaya yansıtıldı. lakin bu süreç, beklenen veya tasarlananın aksine, fazla uzun sürmedi ve haziran 2013’teki gezi parkı eylemleri sonrasında tamamen noktalandı. pkk’lıların yüzde 20’sinin türkiye topraklarını terk etmesiyle başlayan tartışma, birinci aşamanın bitmesine rağmen, karayılan tarafından hükümetin henüz bir şey yapmadığı gerekçe gösterilerek başka boyuta taşınmaya çalışıldı.

sonrasında kck yürütme konseyi başkanlığı’na getirilen cemil bayık, 22 ekim 2013’te kandil’de haber ajansı reuters'ın muhabirine yaptığı açıklamada, "…sürecin sonuna gelindi. ya kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da türkiye’de iç savaş çıkar. eğer hükümet koşullarımı kabul etmezse, şimdi çıkan grupların yeniden kuzey kürdistan’a dönüşü için hazırlık yaparız." diyerek bir anlamda örgütün sürece bakışını ortaya koydu.

geride bıraktığımız bir yıl boyunca kandil’deki pkk/kck yöneticileri, sık sık çözüm süreci’nin bittiği yönünde mesajlar verdiler. aynı esnada hdp’den gelen heyetlerle yaptığı görüşmelerde öcalan, kimi zaman karamsar tablolar çizdiyse de, yeri geldikçe kandil’e iletilmek üzere mektuplar da verdi. ama her defasında bazı iyi gelişmeler bulunduğunu, iyimser olduğunu ve beklemeleri gerektiği söyledi.

son olarak 21 eylül 2014 tarihinde amberin zaman ile yaptığı mülakatta bayık, "savaşı eylül sonunda başlatabiliriz, savaş başlatma yetkisi bizdedir… öcalan’la aramızda bir işbölümü var. savaşa biz karar veririz. ateşkes bizde ve bizim yönetimimizde. ama barışa, sürecin devamına önder apo karar verir. rollerimiz farklıdır." cümlelerini kurdu. bu mülakatın ardından 24 eylül’de bu kez kck yürütme konseyi bir açıklama yaptı: "…çatışmasızlığın akp tarafından ortadan kaldırıldığı ve kürt halkına yönelik bir savaş tespitine varmış, akp’nin halkımıza karşı her yerde çok boyutlu yürüttüğü savaşa karşı mücadeleyi her alanda ve her türlü yöntemle yükseltme kararı almıştır."

öcalan’ın mesajlarından yansıyanlar

bu açıklamayla kck, çözüm süreci’nin bittiği ve yeniden savaşmaya karar verdiğinin altını yine çizdi. öcalan 1 ekim 2014’te hdp heyetiyle yaptığı görüşmede "…burada dar anlamda yürütülen görüşmelerden, müzakere yanı ağır basan bir kararlılık ortaya çıkmış ve bu düzeyde mutabakata varılmıştır. gelinen noktada yol haritasının eylem planı da ortaya çık bulunmaktadır." diyerek geçici bir iyimserlik yarattı. ama aradan 5 gün geçtikten sonra kendisine bayram ziyareti gerçekleştiren kardeşi mehmet öcalan ile görüşmesinde şöyle konuştu: "çözüm süreci deniyor, avukatlar kaç seneden beri yanımıza gönderilmiyor' diyor. 'avukatlar gelmiyor, hem hukuksal sorunlarımız vardır hem de uluslararası avrupa insan hakları mahkemesi'nde mahkemelerimiz vardır. yani böyle bir çözüm yürüyebilir midir, çözüm için... 15 ekim'e kadar yani biz bekleriz, gelen heyetlere dediklerimizi onlara aktarırız, ondan sonra da yapacağımız bir şey kalmaz… çözüm diye bir şey yoktur. müzakere diyorlar, müzakere diye bir şey de yoktur... yapay bir yapıdır… artık yapacak bir şeyimiz kalmamıştır ve kalmayacaktır…''

öcalan’ın 6 ekim açıklamasına bakıldığında, önceki iyimserliğinden eser kalmadığı anlaşılıyor. eğer ortada iyi gitmeyen bir süreç varsa, bunu bayık ve diğerlerinin değil, herkesten önce kendisinin gördüğünü ifade etmeye çalışıyor. peki, ne değişti de öcalan böyle aniden kötümserliğe kapıldı?

öcalan, kendi gücünü değerlendirerek, örgütüne ne ölçüde hâkim olup olamayacağı görmek istiyor olabilir. gerek zaman kazanarak örgütü üzerindeki kontrolü yeniden sağlayabilmek gerekse bugüne kadar hiçbir zaman yüksek sesle tartışılmamış karizmatik "önderliğini" riske atmamak adına, sözüne itibar edilmeyen birisi olmak yerine -fazla inanmasa bile- yine de kendisine bağlı olduklarını söyleyen örgüt yönetimiyle paralel bir davranış yolunu tercih edebilir. az çok tanıdığımız öcalan açısından bu tavır, sürpriz olarak görülmemeli.

yine de öcalan, mevcut koşullarını da zorlayarak elinden geldiği ölçüde sükuneti sağlamaya, örgütünü içerisine çekememiş olsa bile, tek başına yürüttüğü çözüm süreci'ni sürdürmeye çalışacaktır. 8 ekim akşamı hdp'ye gönderdiği mektupta olduğu gibi, sürekli diyalog kapılarını açık tutma çağrıları yaparak, kendi konumunun aşılması suretiyle başlatılma kararı verilecek yeni bir savaş ve çatışma ortamına girilmemesi konusunda uyarılarda, telkinlerde bulunacaktır. sürdürmekte olduğu işi biraz daha sürdürerek bir sonuç almaya çalışacaktır.

öcalan, bütün çabalarına rağmen bayık ve ekibine söz geçiremediğini gördüğü takdirde, bulunduğu konumundan gelen eli kolu bağlı pozisyonunu da dikkate alarak, örgütünde bir bölünmeyi kolay kolay göze almayacaktır. bunun yerine, nasılsa hükümetle çok da parlak gitmeyen bir süreçte aralarındaki pek çok köprü atılmışken, hazır kobani gibi bir gerekçe ortaya çıktığında, otoritesi zedelenmiş bir önder olarak da olsa, örgütüne bu işin bittiğini söyleyebilir. 

öte yandan, öcalan’ın 16 yıldır bir hücrede hapis cezasını çekmesi, oldukça uzun ve ağır bir infaz. keza avukatlarıyla 3,5 yıldır hiç görüştürülmemesi, ek bir ceza gibi telakki ediliyor. türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra uygulanan politikalar yüzünden içinden çıkılmaz boyutlara ulaşmış bir meselenin çözümünde muhatap alınan bir insana, cezaevi hayatında daha uygun yaşama, görüşme ve iletişim koşulları sağlanabilirdi ve sağlanmalıdır da. hükümetin bu konuda bazı iyileştirici adımlar atması yönünde sayısız öneri ve eleştiriler aldığını ve ısrarla eski statüde devam etmesinin de doğru olmadığı belirtilmeli.

unutmayalım ki, pkk/kck yöneticileri ve tabii öcalan’ın bizzat kendisinin sık sık dile getirdiği bu husus, neredeyse bir savaş sebebi sayılabilecek kadar önemseniyor. buna çare bulmanın, hükümet açısından zor bir şey olmadığı da biliniyor. keza geçmişte on binlerce insanın ölümü, göçe zorlaması gibi pek çok olumsuzluklara rağmen, bugün pkk liderleri arasından diyalog kurulabilecek, görüşülüp bir takım sonuçlar alınabilecek yegâne insanın öcalan olduğunu akılda tutmak lazım. 

ancak başlangıçta tarafları olan bir süreç olarak algılanan demokratikleşme/normalleşme ve kürt barışı, yeni dönemde hükümet programı ve kararı olarak sürdürülebilir.aslına bakılırsa, çözüm süreci dediğimiz şeyin de, demokratik bir devlette hükümetlerin sağlamak ve garanti altına almak zorunda oldukları temel haklar ve özgürlükleri gerçekleştirmenin ötesinde bir şey olmadığının da bilincinde olmak gerekir.

ümit fırat, yazar ve yorumcu. ankara iktisadi ve ticari ilimler akademisi'nden mezun oldu. dönemin etkin sol platformlarından türkiye işçi partisi (tip) ve devrimci doğu kültür ocakları'na katıldı. 12 eylül 1980 darbesinin ardından 4 yıl cezaevinde kaldı. halkın emek partisi'nin (hep) kuruluş çalışmalarına katıldı. 1994 yılında, işadamı cem boyner liderliğinde oluşturulan yeni demokrasi hareketi'nin (ydh) kurucu ve yönetici kadrosunda yer aldı. başta kürt sorunu olmak üzere türkiye'nin iç ve dış siyasetine ilişkin makaleleri çeşitli medya organlarında yayımlanıyor.

twitter'dan takip edin: @umitfirat45

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;