Görüş

Seçim sonrası Türkiye’yi yönetmek

“Siyaset üretme ve siyasete yön verme iktidarın, siyasetin dönüşüm sürecini tamamlamasını yönetme ise Cumhurbaşkanı'nın bu dönemdeki siyasi misyonlarını tanımlayabilir.” Prof.Dr. Bülent Aras Al Jazeera için yazdı.

Bülent Aras'a göre, seçmenin siyasi istikrar vurgusu kadar değişim talebinin yönetilmesi isteğini de ortaya koyduğu hatırda tutulmalı. [Fotoğraf: AA]

türkiye’de 1 kasım 2015 seçimlerinde ortaya çıkan tablo ile ilgili farklı izahatların geçerliliği tartışılabilir. bu noktada siyasi istikrar vurgusu, cumhurbaşkanı erdoğan’ın siyasi zekası, sancılı bir süreçle girilen ancak kaygan seçmenin karar aşamasında yakalanan erdoğan-davutoğlu uyumun altı çiziliyor. birçok diğer görüşün yanı sıra muhalefetin yetersizliği ve iktidar talebinin olmaması, koalisyon ihtimallerinin sınanmış ve tüketilmiş bulunması, terör ve istikrarsızlık sarmalının yarattığı kaygı oyu gibi yorumlar gündeme getiriliyor.

ancak gelinen aşamada seçim sonuçlarının nedenleri kadar türkiye’nin yeni siyaset arayışlarında seçimlerin hangi eğilimleri harekete geçirebileceği ve iki seçim sonrası iyi yönetimin nasıl sağlanacağı hususu ağırlıkla üzerinde durulması gereken bir sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır.

dengeden otonomiye ak parti hükümetleri

2000’lerin türkiye’si önceki dönemden tevarüs eden ekonomik kalkınma modeli temelinde siyasi istikrar, sivil siyaset ve demokratik reform hedefleyen ‘muhafazakar demokrasi’ kimliği (veya kimlik siyasetini aşma arayışı) üzerine bina edilmiştir. dış politikada ab süreci ve batı’yla uyumlu ilişkiler bölgesel açılım politikalarıyla desteklenmiştir. bu ‘çok boyutluluk’ bir kalkınma perspektifiyle türkiye’nin yeni pazar arayışlarına yön vermiştir. ilk dönemde bürokrasiyi dengeleme güdüsüyle de başarı sağlayan bu model özellikle 2008’deki kapatma davasının sonuçlanmasıyla ak parti’nin bürokratik vesayetin zincirlerini kırdığı düşüncesi ile, dış politikadakine benzer bir otonomi arayışını iç politikada gündeme getirmiştir.

türkiye’nin sivil çözüm üretme kapasitesini sınayacağı bir döneme girildiği açıktır.


bu dönemde, ak parti siyasetinin en önemli kabiliyeti siyasal pragmatizm ve halkın nabzını tutabilmeyi birlikte başarabilmesidir. hükümet böylece bir yandan türkiye’nin yapısal sorunlarına çözüm üretme çabalarını sürdürürken bir yandan da demokratik rekabet ortamında siyasi talepleri karşılamak adına zaman zaman dönüştürücü, mümkün olmadığı durumlarda mevcut yapıyı en optimal şekilde işletmek gibi zorlu bir görev üstlenmiştir.

2011 seçimlerinde sağlanan siyasi başarı esasen ak parti’nin dönüşümü tamamlama yetisine yapılan bir seçmen yatırımı olarak değerlendirilmelidir. seçmen, mevcut yapının demokratik talepleri karşılayamadığı gibi karmaşık sosyal dokunun bir arada yaşaması sorunsalına da cevap veremediğinin bilinciyle önce 2010 referandumunda, bir yıl sonra da genel seçimlerde iktidar partisine dönüştürme misyonunu tamamlama görevi vermiştir. türk demokrasisinin vesayetçi ve tekçi yaklaşımları mani, özgürlükleri ve çeşitliliği cami bir yapıya bürünmesi misyonunu yetkisinin son dönemini tecrübe etmesi öngörülen siyasi kadroya tevdi etmiştir.

ustalık dönemi olarak nitelenmesi tercih edilen bu süreçte türkiye, ortadoğu’daki tarihi değişim dalgasının ilk rüzgarlarını arkasına almayı başarmış, 2012 ve hatta 2013 ortalarına kadar bölgede siyasi ve fikri üstünlüğe sahip bir aktör olarak konumlanabilmiştir. bu dönemde, gelişmiş batı ekonomilerinin yaşadıkları mali buhran nedeniyle küresel gücü daha tasarruflu kullanma ve mümkünse ‘yükselen güçlerle’ ortaklık arama siyasaları türkiye’yi öne çıkaran unsurlarından biri olarak kayda geçmiştir. barış süreciyle dondurulan kürt meselesi istikrar algısının zemin kazanmasını sağlamıştır.

2013 yazında kurulan bu dış politikada başarılı, iç politikada dengeleri tutmaya devam edebilen modelde arızalar baş göstermiştir. ak parti hükümetleri, kalkınmacı ve altyapıyı yenileme ağırlıklı ekonomik modelin yarattığı refah ve istikrara vurgu yaparken, bunun yan tesirlerinin siyaseti istikrarsızlaştırma potansiyelini görmek ve buna uygun politikalar geliştirmek gereğiyle yüzleşmekten kaçınmışlardır.

on yılı aşan iktidar pratiğinde başarının kesin formülünü ürettiği algısına kapılmak siyasetin kaçınılmaz bir yanılgısıydı. halbuki ak parti iktidarı bu anlamda kendi başarılarının kurbanı olmak gibi bir sonuçla karşı karşıya gelmiş, mega projelerin kamuoyuna ilan edildiği bir dönemde sivil muhalefetin artan tepkisini anlamlandırmakta güçlük çekmiştir.

davutoğlu’nun iktidarı üstlenmesiyle ak parti’deki halefiyetin tamamlanması, cumhuriyet’in sivilleşme sürecinin tekemmülü türk siyasetinde ‘erdoğan’ın mirası’ olarak kayda geçebilir.


bununla başlayan istikrarsızlık sarmalında 7 haziran seçimlerine giden süreç gerek yeni başbakan’a görev devri sürecini, gerek türkiye’nin karşı karşıya kaldığı iç ve dış sorunlarla baş edebilme kapasitesini hayli zorlamıştır. türkiye’nin bu süreçten daha ağır bir yarayla çıkmamasının en önemli sebebi, cumhurbaşkanı erdoğan’ın seçmen nezdindeki siyasi kapitali ve ak parti’nin ‘hizmet partisi’ kimliğiyle çözüm üretmeye devam edebileceğine olan inancın en azından merkez kitle açısından sorgulanmamasıdır. buna karşın, muhalefet cepheyi genişletmiş, politik söylem üstünlüğünü kısmen tatmış ve uluslararası meşruiyet kazanma çabalarında zemin kazanmıştır. davutoğlu ise henüz teşkilatıyla organik irtibatı dahi sağlayamadan, bir yandan muhalefetin ağır söylemine karşılık verme, bir yandan başkanlık sistemine geçiş yönündeki talepleri bir seçim stratejisinde süzme gibi ağır bir yükün altına girmek zorunda kalmıştır.

1 kasım seçimleri

tekrar seçimlere giden süreç, türk siyasetinde merkez-çevre ikiliğinin kayganlığına işaret etmesiyle seçmen davranışının dönemsel tercihlerinin yapısal değil, gündeme bağlı bir seyir izlediğini ortaya koymuştur. 7 haziran seçimlerinin ‘ak parti iktidarını başarılı buluyor musunuz, evetse başkanlık sistemi istiyor musunuz?’ sorusu, 1 kasım’da bu defa ‘koalisyon istiyor musunuz?’ sorusuna dönüşmüş, ikinci sorunun getireceği komplikasyonların iki seçim arası dönemde tecrübe edilmesi neticesinde seçmenin ağırlıklı tercihi 2011 seçim sonuçlarının tekrarı olmuştur.

türk siyasetinde 2015 kasım ayı itibarıyla yaşanan bu deja-vu hissiyatının siyasi aktörlerce bir değişim ve dönüşüm fırsatı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. seçmenin siyasi istikrar vurgusu kadar değişim talebinin yönetilmesi isteğini de ortaya koyduğu hatırda tutulmalıdır. bir ‘baştan başlama’ yaklaşımıyla 2011 seçimlerinin en önemli gündem maddesi olan yeni anayasa, siyasi ve sivil özgürlüklerin genişletilmesi, ekonomik refahın tabana yayılması ve kamunun toplum üzerinde vesayet kurabileceği kanalların hukuk devleti ilkeleriyle sınırlandırılması beklentilerine oydaşmacı bir yanıt aranmalıdır.

elbette bugün itibarıyla türk siyasetinde popüler, seçimle göreve gelmiş, ancak yetkileri anayasal kurallarla belirlenmemiş bir cumhurbaşkanı modelinin hukuken tanımlanması ihtiyacı kadar biriken iç ve dış meselelere çözüm üretilmesi ihtiyacı şartları farklı kılmaktadır.

türkiye’nin sivil çözüm üretme kapasitesini sınayacağı bir döneme girildiği açıktır. bununla beraber siyasetin meşru olmayan aktörleri seçim süreçlerinde oyun dışına itilmiş, muhalefetin çözüm üretme kapasitesinin geliştiğini söylemek mümkün olmasa da, parlamenter rejimin yapacağı tercihin en geniş zeminde meşru sayılacağı tarihi bir fırsat ikinci kez kazanılmıştır.

bundan sonraki sürecin yürütülmesinde seçimle iş başına gelmiş cumhurbaşkanı’nın hayati bir rol oynayacağı aşikârdır. her ne kadar muhalefet ile arasında aşılmaz dağlar olduğu kanaati hâkim olsa da, sayın erdoğan tarafları ortak noktada buluşmaya ikna edebilecek siyasi tecrübeye sahiptir. çözüm süreciyle paralel yürüyecek bu yönde adımlarla türk siyasetinin 1982 düzenini aşması, ekonomik ve dış politika hedeflerini hayata geçirmesiyle toplumsal barışa doğru adım atması mümkündür.

bununla beraber, mevcut anayasal yapıda yetki ve sorumluluğu taşıyan başbakanlık makamının yürütme erkini değişim hedefi doğrultusunda kullanma tasarrufunda otonomiye sahip olması, kasım seçimlerinin de teyit ettiği siyasi ve anayasal bir realitedir. siyaset üretme ve siyasete yön verme iktidarın, siyasetin dönüşüm sürecini tamamlamasını yönetme ise cumhurbaşkanın bu dönemdeki siyasi misyonlarını tanımlayabilir. cumhurbaşkanı’nın bu süreçte partili kimliğinden sıyrılmasını beklemek (zira ak parti’nin adayı olarak seçilmiş ve muhalefetle yarışmıştır) gerçekçi olmamakla birlikte, bir denge unsuru olarak özellikle muhalefette yer alan toplum kesimlerinin taleplerinin yeni anayasal düzende temsiliyle kendi başlattığı dönüşüm sürecini tamamlama imkânına kavuşacağı ortadadır. böylece, davutoğlu’nun iktidarı üstlenmesiyle ak parti’deki halefiyetin tamamlanması, cumhuriyetin sivilleşme sürecinin tekemmülü türk siyasetinde ‘erdoğan’ın mirası’ olarak kayda geçebilir.

prof. dr. bülent aras, sabancı üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü'nde öğretim üyesi ve aynı kuruma bağlı istanbul politikalar merkezi'nde çatışma çözümü ve arabuluculuk projesi koordinatörü. aras aynı zamanda washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan wilson center bünyesinde kıdemli üye.

twitter'dan takip edin: @arasbulent

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bülent Aras

sabancı üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü'nde öğretim üyesi ve aynı kuruma bağlı istanbul politikalar merkezi'nde çatışma çözümü ve arabuluculuk projesi koordinatörü. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;