Görüş

Terör çekici ile soykırım orağı arasında Afrika Müslümanları

Batı Afrika'daki şartları anlamak için Sahraaltı'nın özünü oluşturan Timbuktu, Mali, Kanim, Borno ve Songhay Krallıkları'na bakabiliriz. Önümüze gelen tabloda, Batı Afrika Müslümanlarının durumunun, Orta Afrika Müslümanlarının durumundan iyi olmadığı görülecektir.

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Hristiyanların saldırısına uğrayan binlerce Müslüman, çareyi evlerini terkederek komşu ülke Kamerun'a sığınmakta buldu. [AFP/Getty]

orta afrika cumhuriyeti'nde (oac) yaşayan müslümanların maruz kaldığı ve zihinlerde ortaçağ'daki din savaşlarını hatırlatan korku sahneleri üzerinde biraz düşündüm.

acaba binlerce müslümanın soykırıma uğratılması, geniş kapsamlı zorunlu bir tehcire maruz bırakılması ve bunun karşısında hiç kimsenin harekete geçmemesi, din özgürlüğü değerleriyle ve koruma sorumluluğu ile övünen uygar milletler için bir utanç değil midir?

kendi kendime "belki de bu korku sahneleri, islam dünyasına hakim kolektif aklı kontrol altına alan komplo teorilerinin abartı ve endişeleri olabilir." dedim. bazı islami kurumlarımızın yaptığı kınamalardan ve yardım çağrılarından uzak durdum, tarafsız ve nesnel olması öngörülen uluslararası hukuk raporlarına dayandım.

uluslararası af örgütü'nün (amnesty international) 12 şubat 2014 tarihinde yayınlanan son raporunda (raporun orijinal ingilizce metni), 'oac'deki müslümanlara yönelik saldırıların zorunlu tehcir gibi açık bir amaçla yapıldığı belirtti. islam karşıtı hristiyan milislerin, müslümanları ülkeyi terk etmek veya öldürülmek arasında tercih yapmaları gereken yabancılar olarak gördükleri' vurgulandı.

okumakta olduğunuz makale, genel olarak afrika'daki islami ortamı izlemeye çalışıyor. afrika'nın islami ortamı; bir yandan kıtanın sömürgecilik sonrası deneyimin çelişkilerini ve orada modern sivil devlet inşasının başarısızlığını, diğer yandan hakim batı bilgi modelinin üstünlüğü sebebiyle anlayış eksikliğini ifade ediyor.

belki de tüm bu etkenler, afrika müslümanlarının krizlerini yorumlama ve anlama olasılığına dair bir sorgulamaya sevk edebilir.

terör ve soykırım ikilisi

orta afrika'daki müslümanlara yönelik zorunlu tehcirler, hükümetin onayı ve hatta bizzat katılımıyla yapılıyor. bu esnada fransız "barış" güçlerinin eli kolu bağlı kalması, hem endişe verici hem de şaşırtıcı.

bizler mısır, suriye, libya ve diğer merkezi konumdaki bölgelerin dosyalarının gündeme hakim olması sebebiyle islam dünyasının ilgilenemediği bir trajediyle karşı karşısındayız. ülkedeki birçok şehir ve köyde, tüm müslüman nüfus tehcir edildi. kalanlar ise güvenli çıkış imkanı bulamadılar ve bu durum onları, cami ve kiliselerin avlularında barınmaya sevk etti.

bazı uluslararası kaynaklara göre 67 bin müslüman, yani ülkedeki toplam müslüman nüfusun yüzde 10'u tehcir edildi.

insan bu tür felaketlerde, islami anlamıyla sıkıntı ve zorluğun değerlerine sığınıyor ve büyük tarihçimiz abdurrahman ceberti'nin, napolyon ve askerinin kahire'deki ezher üniversitesi öğrencileri ve hocalarına bombalarla saldırdığını görünce sarf ettiği, "allah'ım, bizi korktuklarımızdan kurtar!" şeklindeki duasını hatırlıyor.

orta afrika müslümanlarının, ülkenin toplam nüfusunun yüzde 15'ini geçmeyen bir azınlık olduğu ve modern dünyamızda azınlıkların çokça zulüm ve baskıya maruz kaldığı söylenebilir. ancak hiç kuşkusuz bu yaklaşım kabul edilemez tarzda meşrulaştırıcı bir yaklaşımdır.

güney afrika cumhuriyeti'ndeki müslümanların durumu, sömürgecilik sonrası islami söylemin çelişkilerini yansıtıyor (ki bu söylem bazen davetçi selefiliğe bazen de cihatçı radikalizme doğru kayıyor). 

by Hamdi Abdurrahman

belki de bu durum, islam medeniyetinin inşasında öncü rol oynamış olan batı afrika'daki sağlam islam kütlesinin şartlarına bakmayı zorunlu kılıyor.

oradaki şartları anlamak için sahraaltı'nın özünü oluşturan timbuktu, mali, kanim, borno ve songhay krallıkları'na bakmamız yeterli olacaktır. bu bölgeden mesela nijerya'ya uzanıp, oradaki boko haram örgütünün, "kafir" devlete düşmanlığı da aşıp allah'ın şeriatını uygulamamaları sebebiyle hem devlete hem topluma düşmanlığa dönüşen söylemini ele alalım. önümüze gelen tabloda, batı afrika müslümanlarının durumunun, orta afrika müslümanlarının durumundan iyi olmadığı görülecektir.

güney afrika cumhuriyeti'ndeki müslümanların durumu, temelde sömürgecilik sonrası dönemdeki islami söylemin çelişkilerini yansıtıyor (ki bu söylemin bazen davetçi selefiliğe bazen de cihatçı radikalizme doğru kaydığını görüyoruz). yine de güney afrika'daki müslümanlar, genel itibarıyla hristiyan geleneğinin doktrinleri veya prensiplerinin hakim olduğu toplumlarda yaşayan azınlıklardır.

hindistan kökenli güney afrikalı merhum vaiz ahmed deedat'ın, hakim hristiyan söylemle mücadelede benimsediği davet söyleminin, yine güney afrikalı düşünür ferid ishak'ın sunduğu ilerici islam söylemiyle farklılığı da bizleri hiç şaşırtmayacaktır.

müslüman çoğunluğun yer aldığı afrika'nın kuzey ve doğusunun daha iyi durumda olduğunu düşünmüyorum. zira somali, libya, cezayir ve fas'ta yaşandığı üzere batı sömürgeciliği ile mücadelede önemli rol oynayan cihatçı sufi söylem yozlaştı. bu yozlaşma nedeniyle cihaçı sufi söylemin yerini, halifeliğe ve 'islam birliği' hayalinin gerçekleşmesine dayanan unsurlarıyla islam ümmetçiliği kavramına iade-i itibar kazandıran radikal söylem aldı. bu da dünyanın darülislam ve darülharb diye ikiye ayrılması anlamına geliyor.

kuzey afrika'daki yani kendi ifadeleriyle islami mağrip'teki el kaide (imek) örgütü ile afrika'nın doğusu, sahil ve sahraaltı bölgesindeki imek destekçisi gruplar, islami söylemdeki bu köklü dönüşümü ifade ediyor. radikal islami söylem, bölgesel ve uluslararası güçlerin çoğu tarafından küresel terörün tezahürlerinden biri olarak görülüyor.

anlama sorunu

peki islam'ın kıtasında nasıl bir yanlış yapıldı?

fransız koloni yöneticisi ve tarihçi hubert deschamps, 1963 yılında afrika'daki islami yayılmayı anlatarak şöyle yazmıştı: "afrika'da islam'ın yayılmasının önünde hiçbir engel duramadı. islam kuzeyde hemen yayıldı. ardından sahra'ya ve arkasına geçti. ilk çağından itibaren islam, arap yarımadası'ndan afrika'nın doğu sahiline geçti ve bu sahilden iç bölgelere, kenya ve tanganika'ya girdi, afrika'nın göbeğindeki orman kordonuna girdi, göller platosuna geçti, habeş platosuna akın etti, batı sahili boyunca yayıldı, hint alt-kıtası ve malezya sakinlerinden gelen müslüman göçmenlerle birlikte afrika'nın güneyine girdi. bugün bile yeni ufuklara yayılıyor."

islam'ın afrika'daki geleneksel dinler ve hıristiyanlık aleyhine olan yayılması, avrupa'daki uzman kesimlerin yazılarında demagojik propagandalar yapılmasına yol açtı. bu propaganda, bugün dahi hakim.  

by Hamdi Abdurrahman

kanımca afrika'daki islami durum, şu bir dizi yaklaşımı yeniden anlama ve gözden geçirmeye ihtiyaç duyuyor:

1. yaklaşım; bilimsel ve metodolojiktir. islam'ın afrika'daki geleneksel dinler ve hristiyanlığın aleyhine yayılması, avrupa'daki uzman kesimlerin yazılarında demagojik propagandalar yapılmasına yol açtı. bu propaganda, bugün dahi hakim. şöyle ki, 19. yüzyılın sonundan itibaren "siyah islam" olgusu etrafında konuşmalar başladı. bu "siyah islam" tanımı, zamanla yeniden formüle edildi ve yorumlandı, siyah ırkların psikolojik özellikleriyle daha uyumlu hale geldi.

bazı afrikalı ve özellikle de frankofon afrikalı düşünürler, bu çağrıya olumlu karşılık verdiler ve islam'ın yerel kaynaklarının veya 'afrikalaşmasının' mümkün olduğunu belirttiler.

sudan ve orta afrika cumhuriyeti'nin trajedisi, afrika'daki islam olgusuyla ilgili tüm araştırmalarda batı zihniyetinin yanlı tutumunu bir kez daha ifade ediyor.

islamcıların sudan'da 1989'da iktidara yükselmesinden itibaren batı, oradaki çekişmenin dini boyutunu göstermeye ve islam ile hristiyanlık arasında bir çatışma gerçekleştiği yönünde gerçek dışı şekilde tasvirler vermeye çalışıyor.

burada, tüm gayretiyle sudan'daki iç savaşı etnik bir temizlik olarak göstermeye çalışan amerikalı aktör george clooney'nin çabalarını hatırlıyoruz. britanyalı yönetmen ve yapıımcı james miller da, 2001 yılında 'kutsal olmayan savaş: sudan'da hristiyanlara soykırım' (unholy war: christian genocide in sudan) adıyla bir belgesel film çekmişti.

işin garibi, hiç kimse şu önemli soruyu sormadı: acaba orta afrika'da yaşananlara kıyasla binlerce hristiyan öldürülseydi veya islam ülkesinden tehcir edilseydi neler olurdu? yanıt kesinlikle biliniyor. islam'ın şiddetinden, dini haklara ve özgürlüklere saygısızlıktan bahsedilirdi. tabi bu da uluslararası insani müdahale ilkesinin işletilmesinin zorunlu hale gelmesi demek.

2. yaklaşım; sömürge mirasının yapısı ve bu mirasın afrika'daki islam olgusuyla olan ilişkisiyle irtibatlıdır. 'afrika devleti' sömürgenin ürünüdür. yani temeli yapaydır. bölge- devletin damarı- (15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyılda başlayan) birinci sömürgeci saldırıyı yöneten güç manzumesi çerçevesinde sömürgeci gücün keyfi tanımlamasının ürünüdür.

sömürgecilik, batılı laik geleneklere doymuş kültürlü bir afrika elit sınıf yarattı. bunun amacı da bağımsızlık sonrası dönemde iktidarın bu sınıfın eline geçebilmesi, böylece idaredeki emperyalist mirasın korunabilmesiydi.

bu hâl, batılılaşmış yeni iktidar sınıfının sömürgecilerin geçmişte başarısız kaldıkları konularda başarıya ulaşmasını sağladı. burada leopold sedar senghor (1960-80) dönemideki senegal, siad barre (1969-91) dönemindeki somali ve ali suveylih (1976-78) dönemindeki komorlar'ın durumunu zikredebiliriz.

3. yaklaşım; ana hatlarıyla batı ve yerel yönetimler tarafından terörle damgalanan radikal söylemin yükselişini bize açıklıyor. bu yaklaşım, sosyalizm ve liberalizm gibi laik ideolojileri benimseyen ulus devlet projesidir.

demokrasinin olmayışı ve afrika gerçeğinde yolsuzluğun yayılması [ki bu da afrika laik kalkınma (rönesans) modelinin çökmesi anlamına geliyordu], dini referansa dayanan alternatif bir bakış açısını meydana getirdi.

islam şeriatının nijerya'nın kuzeyinde uygulanması, somali'de eş şebab örgütünün ortaya çıkışı ve sahil ile sahraaltı bölgesindeki cihatçı hareketlerin büyümesi deneyimlerini gözden geçirerek bu eğilimi anlayabiliriz.

afrika'daki modern radikal islami hareketleri, üç kaynaktan ilham alıyor: mısır'daki müslüman kardeşler'in fikri geleneği, pakistanlı alim ebu ala mevdudi'nin mirası, afrika'nın doğu ve bağımsız islam devleti kurulması çağrısı yapan 1979 iran islam devrimi'nin gelenekleri.

by Hamdi Abdurrahman

afrika'daki modern radikal islami hareketlerin söyleminin fikri köklerinin (ilk anda homojen değilmiş gibi görünen) üç kaynaktan ilham alması dikkat çekicidir:

birincisi; mısır'daki müslüman kardeşler hareketinin (ihvan'ın) fikri geleneğinin, afrika'nın birçok yerindeki siyasal islam için ilham kaynağı oluşturmasıydı.

ikincisi; pakistanlı alim ebu ala mevdudi'nin mirasının, afrika'nın doğu ve güneyindeki önemli orandaki asyalı kuşaklarının varlığı gereği, birçok islami hareketin doğuşu ve gelişimini etkilemesiydi.

üçüncüsü; bağımsız islam devleti kurulması çağrısı yapan radikal islami söylemi benimsemiş 1979 iran islam devrimi'nin gelenekleriyle irtibatlıydı.

ne yapmalı?

bizler afrika'daki islam'ı, terör çekici ile batılı komplo ve toplu soykırım orağı arasında sınırlayan bu ideolojik sorunun esaretini anlamalı ve ondan kurtulmalıyız.

birçok ülke, nijerya'da olduğu gibi içeriden destek alınan güvenlik çözümlerine veya somali ve mali'de olduğu gibi dış desteğe başvurmakta gecikmedi. bu da apartheid rejiminin düşmesi sonrası güney afrika cumhuriyeti deneyiminde yaşandığı üzere ulus devleti yeniden inşa etmeyi amaçlayan genel bir akımı ortaya çıkaracak uzlaşmacı çözümlerin gerilediği anlamına geliyor.

hiç kuşkusuz boko haram örgütünün şiddetiyle mücadele etmek hedefiyle toplum milislerinin oluşturulduğu nijerya deneyiminde yaşandığı gibi, bu radikal hareketlere karşı koymak için toplumu kışkırtmanın tehlikeleri, toplumun homojenliğine ve istikrarına zarar veren olumsuz sonuçlara götürebilir.

afrika'nın sorunu (din değişkenini bir yana bırakırsak) iki gelişmeden kaynaklanan nedenlerde saklıdır:

1) yurttaşlık, eşitlik ve adalet değerlerine, tek kimliğin yaratılmasına vurgu yapan ulus devlet projesinin başarısızlığı.

2) uluslararası saldırıların afrika'nın kaynaklarını sömürmek ve kıtanın kalkınma yürüyüşünü engellemek amacıyla yeni yüzlerle geri dönüşü.

petrol ve uranyum kokusu, bizlere mali, orta afrika cumhuriyeti ve güney sudan'daki fransız ve amerikan varlığının sırrını açıklamıyor mu?

dolayısıyla afrika'daki islam toplumlarının yaşam gerçeğinin açıklaması, tarihi deneyime dayanmalı ve bu toplumların uygarlık ve dini bağlamını dikkate almalıdır.

afrika'da din ile siyaset arasındaki ilişki tartışmasındaki belirgin dönüşümün (özellikle de devletin laikliğine yönelik tutumun), iki hususa dayandığı da unutulmamalıdır:

birinci husus; müslüman toplumların çoğunluğunun içinde bulunduğu yoksulluk ve geri kalmışlık.

ikinci husus; afrika'nın 11 eylül 2001olayları akabinde yaşadığı bölgesel ve uluslararası dönüşümler. 

hamdi abdurrahman, kahire ve zayid üniversiteleri’nde siyaset bilimi öğretim üyesidir.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Hamdi Abdurrahman

kahire ve zayid üniversiteleri’nde siyaset bilimi öğretim üyesidir.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;