Görüş

Trump NATO konusunda haklı mı?

NATO’nun ‘modası geçmiş, eskimiş’ olduğuna ilişkin görüşleri güvenlik-savunma ihtiyaçları konusunda tam anlamıyla isabetli bulunmasa da, yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın ittifakın dönüşümünde bazı kritik hususları işaret ettiği de bir gerçek.

Konular: NATO
Can Kasapoğlu'na göre, bugün NATO’nun tematik dönüşüm gereksinimleri kaçınılmaz bir seviyede. [Fotoğraf: Getty Images]

abd’nin yeni başkanı donald trump’ın göreve başlamadan hemen önce, the times ve bild ile yaptığı ortak mülakatta, bizzat abd’nin mimarı olduğu kuzey atlantik anlaşması örgütü (nato) için “nato’nun sorunları var. nato eskidi çünkü birincisi, bildiğiniz gibi yıllar öncesinden tasarlanmış. ikincisi, ülkeler ödemeleri gerektiği parayı ödemiyorlar. nato’nun eskidiğini söylediğimde baskı altında kaldım. terörizme karşı bir şey yapmadığı için de eskidi.” dedi.

başkan’ın nato’ya ilişkin eleştirileri, beyaz saray’da yeni dönemde ittifakın geleceğiyle ilgili soruları da beraberinde getirdi. nato gerçekten dönüşmeli mi? ittifak, bugünün sorunlarına ne kadar cevap verebiliyor? yoksa nato gerçekten de eskidi mi?

nato’nun güvenlik ve jeopolitik kimliği

21. yüzyılda nato için en büyük zorluklardan biri, birbirinden faklı milli güvenlik ve savunma öncelikleri olan 28 üyesini kabul edilebilir ortak güvenlik ve savunma vizyonu etrafında birleştirebilmek. söz konusu zorluk, nato'nun ittifak olabilme sınavının da esas belirleyicisi olacak denebilir.

daha açık bir anlatımla, örneğin, italya’nın akdeniz’de insan kaçakçılığı ile mücadele perspektifinin, polonya ve baltık ülkelerinin konvansiyonel savunma gereksinimlerinin, fransa’nın yabancı terörist unsurlara ilişkin kaygılarının, ispanya’nın mağrip bölgesindeki radikal militan potansiyeline odaklanan terörle mücadele stratejisinin ve türkiye’nin deaş ve pkk-pyd/ypg terör örgütleri ile coğrafi kaynağında mücadele önceliklerinin ortak bir zeminde buluşturulması gerekiyor. söz konusu geniş güvenlik ve savunma uzlaşmasının sağlanamaması halinde, hemen tüm zirveler öncesinde yaşanan ‘hangi kanada öncelik verileceği tartışmaları’ nato’nun bir ittifak olarak kalabilmesini güçleştirecektir.

21. yüzyılda nato için en büyük zorluklardan biri, birbirinden faklı milli güvenlik ve savunma öncelikleri olan 28 üyesini kabul edilebilir ortak güvenlik ve savunma vizyonu etrafında birleştirebilmek. söz konusu zorluk, nato'nun ittifak olabilme sınavının da esas belirleyicisi olacak denebilir.

soğuk savaş’ın sonlanmasıyla birlikte, nato’nun jeopolitik karakterinin geleceği ve hatta gerekliliği tartışılmaya başlandı. 1990’lı yıllarda balkanlar’daki askeri operasyonlarla geçen dönemin ardından, 11 eylül terör saldırıları ve hemen arkasından 5. maddenin, büyük olasılıkla ittifakın kurucularının hiç öngörmedikleri bir düşman olan terörizm karşısında işletilmesi, nato’ya klasik savunma konularından daha geniş kapsamlı bir rol verdi. bu nedenle 2002 prag zirvesi, bir ‘dönüşüm zirvesi’ olarak da nitelendirilir. özellikle 2003-2014 yılları arasında uluslararası güvenlik destek gücü isaf’ın komutası ve halihazırda süren afgan güvenlik güçlerini eğitmeye ve yardıma yönelik kararlı destek misyonu rsm (resolute support mission) çabaları, nato’nun dönüşümünde önemli roller oynadı.

öte yandan, 2008’de gürcistan ve 2014’ten itibaren ukrayna’da yaşanan gelişmeler, özellikle ittifakın doğu kanadı ülkelerinde devlet düzeyinde hibrit harp tehditleri çerçevesinde endişeler oluşturdu. nitekim 2014 galler ve 2016 varşova zirvesi kararları çerçevesinde nato, soğuk savaş’tan sonra avrupa’ya en büyük askeri sevkiyatını gerçekleştirdi ve polonya ile baltık ülkelerine yeni birlikler konuşlandırdı.

kaçınılmaz dönüşüm gereksinimleri

başkan trump’ın demeçleriyle uyumlu olan gerçek, bugün nato’nun tematik dönüşüm gereksinimlerinin kaçınılmaz bir seviyede olması.

bu konuda birçok örnek gösterilebilir. mesela ittifak’ın denizlerdeki stratejisine ilişkin temel doküman olan ittifak deniz stratejisi (alliance maritime strategy) 2011’de yayımlandı ve dolayısıyla günümüz risk ve tehdit ortamı karşısında kritik eksiklikler içeriyor.

diğer yandan nato’nun devletlerarası savaş eşiğinin altında kalan siber savunma ve güvenlik konularında müdafaaya yoğunlaşan yaklaşımı da hukuki meşruiyet öncelikleri ile pratikteki doktrin yetersizlikleri arasındaki makasın giderek açılmasına neden oluyor. bu makas, günümüzdeki siber saldırılar karşısında ciddi zafiyetler doğurabilir. çok yüksek hazırlıklı müşterek görev kuvveti (very high readiness joint task force - vjtf), 2014 galler zirvesi kararları çerçevesini nato mukabele kuvveti'nin (nato response force - nrf) yeteneklerini geliştirmek için kuruldu. öte yandan, olası tırmanan krizler karşısında vjtf'in konuşlandırılmasının ardından, nrf'e geçilmesi safhasının hibrit krizlerin gelişme hızına göre yavaş kalması söz konusu. bu durum önemli bir zafiyet oluşturabilir.

ittifak, taktik nükleer silahlarının geleceğine ilişkin bir görüş birliğine varmış değil; ayrıca kimyasal ve biyolojik silahların yayılmasından kaynaklanan tehditlerle mücadele perspektifini yapısal olarak güncel şartlara uygun hale getirmesi de zorunlu.

savunma ekonomilerinde durum

bu listeyi uzatmak mümkün. ancak trump yönetiminin nato vizyonunun sıklet merkezini oluşturan savunma ekonomisi hususları daha ciddi görüş ayrılıklarına işaret ediyor.

teorik olarak trump yönetiminin tepkisi, ittifakın bazı üyelerinin kurucu antlaşma’nın 5. maddesinin savunma garantilerinden istifade ederken, aynı antlaşmanın 3. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini – yani, her üye ülkenin kendi askeri kapasitesini koruma ve geliştirmesine ilişkin yükümlülükleri – yerine getirmemesinden kaynaklanıyor.

nato’nun savunma ekonomisine ilişkin stratejik yönlendirici esasları, üye ülkelerin savunma harcamaları-gayri safi yurtiçi hasıla (gsyh) oranının yüzde 2 olmasını, savunma harcamalarının en az yüzde 20’sinin askeri ekipmana ayrılmasını temel alıyor. ancak nato verilerine göre 2016 itibariyle sadece beş ülke ilk şartı yerine getirebildi. yüzde 1,5 üzerinde kalan ülke sayısı ise sekiz. 14 ülke yüzde 1,3’ün altında kalırken, ikinci temel kriter olan savunma harcamalarında askeri ekipman oranı olan yüzde 20 eşiğini 2016’da sadece 10 ittifak üyesi geçebildi.

bununla birlikte, ‘kritik eşik’ olarak tanımlanan gsyh-savunma bütçesi oranının yüzde 2 olması, bazı jeopolitik, siyasi ve askeri gerekçelerle tam anlamıyla uygulanabilir olmayabilir.

örneğin, nato verilerine göre almanya’nın 2016 savunma bütçesi yaklaşık 40 milyar dolar civarında ve gsyh-savunma harcaması oranı yüzde 1,19’da, savunma harcamaları içinde askeri ekipman kalemi yüzde 13,67’de kaldı. almanya’nın mevcut şartlarda halihazırdaki ekonomisiyle savunma harcamalarını gsyh’sinin yüzde 2’sinin üzerine çıkarması ve bunun yüzde 20’sinden fazlasını askeri ekipmanlara ayırması dünya askeri dengelerinde ciddi değişikliklere neden olabilir.

nato’nun yükselen risk ve tehditler ile mücadelede ve savunma ekonomilerinin iyileştirilmesinde önemli boşlukları doldurması gerekiyor. trump döneminde özellikle nato’nun avrupalı üyelerinin savunma harcamalarıyla ilgili diplomatik baskının yoğunlaşacağı söylenebilir.

öte yandan, estonya-litvanya-letonya’dan oluşan baltık ülkeleri arasında, 2016 verileriyle, yüzde 2 kriterini yalnızca estonya, yüzde 20 kriterini de yalnız litvanya karşılayabildi. üç baltık devleti 400 ile 630 milyon dolar arasında değişen savunma bütçelerine sahip. bu ülkelerin savunma harcamalarını aynı anda birkaç katına çıkarmaları halinde dahi savunmalarını sağlayabilecek gerekli askeri kapasiteye ulaşacaklarını düşünmek mümkün görünmüyor.

nato ve terörle mücadele

başkan trump’ın nato’nun terörle mücadele kapasitesine ilişkin eleştirilerine değinmekte de yarar var. nato ilk olarak 1999 stratejik konsept dokümanında terörizmi ittifakın güvenliğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirdi, müteakip olarak tarihinde 5. maddeyi de ilk kez 11 eylül terör saldırılarından sonra uygulamaya koyarak ‘operation eagle assist’ ve ‘operation active endeavour’ harekatlarını icra etti.

halen geçerli olan 2010 stratejik konsept dokümanı, terörizmi nato üye ülkelerine yönelik doğrudan bir tehdit olarak tanımlarken, terör örgütlerinin kbrn (kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer) yetenekler kazanmasına ilişkin risk ve tehditleri de sıralamış durumda. 2016’da gerçekleştirilen varşova zirvesi ise deaş tehdidine karşı mücadelenin altını çizerken, sadece üye değil, partner ülkelerin güvenlik kapasitelerinin geliştirilmesi hedeflerini de benimsedi.

öte yandan, nato’nun terörle mücadele alanında ciddi eksikliklerinin olduğunu söylemek de mümkün. öncelikle, akdeniz diyaloğu ve istanbul işbirliği girişimi platformlarındaki partner ülkeler ile daha sıkı ve sistematik güvenlik işbirliği zemini oluşturulması, deaş tehdidinin doğası gereği şart. ayrıca, ittifakın güney kanadında yükselen terör tehdidi ile mücadelede daha güçlü bir strateji gerektiği açık.

son olarak, türkiye’nin sınır ötesinde yürüttüğü fırat kalkanı harekatı’na, özellikle el-bab aşaması çerçevesinde müttefiklerinin yeterli desteği vermediği bizzat türk yetkililer tarafından belirtiliyor. nato, deaş’la mücadele için oluşturulan koalisyonun doğrudan bir parçası olmasa da, üyelerinin büyük bir bölümü koalisyona farklı düzeylerde destek veriyor. bu nedenle, nato müttefiklerinin, varşova zirvesi kararlarının özüyle de uyumlu biçimde, türkiye’nin sınırlarının hemen ötesindeki gerek deaş gerekse pkk ve suriye’deki uzantıları (pyd/ypg) kaynaklı terör tehditlerine yönelik hassasiyetlerini daha iyi anlamaları gerekiyor. esasen fırat kalkanı harekatı’nın başında, nato genel sekreteri jens stoltenberg’in türkiye’nin kendini koruma hakkına vurgu yapan açıklamaları da bahse konu beklentilere ilişkin önemli bir zemin oluşturuyor.

nato’nun ‘modası geçmiş, eskimiş’ olduğuna ilişkin görüşleri güvenlik-savunma ihtiyaçları konusunda tam anlamıyla isabetli bulunmasa da, yeni abd başkanının ittifakın dönüşümünde bazı kritik hususları işaret ettiği de bir gerçek. nato’nun yükselen risk ve tehditler ile mücadelede ve savunma ekonomilerinin iyileştirilmesinde önemli boşlukları doldurması gerekiyor. trump döneminde özellikle nato’nun avrupalı üyelerinin savunma harcamalarıyla ilgili diplomatik baskının yoğunlaşacağı söylenebilir.

dr. can kasapoğlu, ekonomi ve dış politika araştırmaları merkezi (edam) savunma analisti. doktora derecesini harp akademileri stratejik araştırmalar merkezi'nden alan kasapoğlu, daha önce nato savunma koleji'nde misafir akademisyen olarak görev yaptı.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Can Kasapoğlu

ekonomi ve dış politika araştırmaları merkezi (edam) savunma analisti. doktora derecesini harp akademileri stratejik araştırmalar merkezi'nden alan kasapoğlu, daha önce nato savunma koleji'nde misafir akademisyen olarak görev yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;