Görüş

Tunus: Sekülarizmden sonra gelen demokrasi

Tunus halkı, yaygın yolsuzluk, ekonominin yanlış yönetilmesi ve ciddi ve sürekli siyasi baskıya karşılık olarak, Bin Ali’yi görevini bırakmaya zorladı.

En Nahda Lideri Raşid Gannuşi
En Nahda’nın kurucusu Raşid Gannuşi, devrim sonrası ılımlı ve uzlaşmacı bir tavır sergiliyor. [AA]

en nahda hareketi’nin  siyasi masasından ajmi lourimi, 2011 yılının haziran ayında verdiği bir röportajda, tunus’daki devrimi “laik bir devrim” olarak tanımlamış ama bu laikliğin, sekülarizm anlamına gelmediğini söylemişti. devrim laikti, çünkü ne islamcı ne de sekülaristti. bu açıklama, arap baharı olarak tanımlanan olgunun, sekülarist-islamcı bölünmesini bir yarışa dönüştürdüğünü gösteriyor. oysa (tunus’taki) partiler ve hareketler, başka bir sürecin tanımladığı alanlarda üretiyor ve faaliyet gösteriyorlar. bu da, fevkalade bir gelişmedir. başarılı olsalar da olmasalar da, söz konusu çabalar, ortadoğu ve kuzey afrika’ya yayılan ayaklanmaların siyasi ve dini etkileriyle ilgilenenlerin dikkatini çekmesi gereken bir konudur.

kemikleşmiş kategorizasyonların birbirleriyle yarışması kolay sayılmaz. zira hem sekülaristlerin hem de islamcıların de kendilerine ait çok uzun bir tarihleri var. tunus’un 1956 yılında fransa’dan bağımsızlığını kazanmasından sonra, devlet başkanı habib burgiba, iktidarını sağlamlaştırmayı ve batılı müttefiklerinin gözüne girmeyi amaçlayan  çok sert bir laikleştirme programı izlemişti. burgiba yönetimi, islam’ı marjinalleştirmek yoluyla, batı’nın sekülarist modellerini taklit etmeye çalıştı. şeriat mahkemeleri kaldırıldı, ünlü bir islami eğitim merkezi olan zeytune üniversitesi kapatıldı, başörtüsü yasaklandı ve dini alimler dışlanıp etkilerini kaybetti.

bir araştırmacı, “burgiba için islam geçmişi temsil ediyordu; modern bir gelecek için tunus’un tek umudu batı’ydı” yorumunu yapmıştır. kısacası, bugün bizim “laiklik” olarak bildiğimiz sistemin avrupa ve amerikan tarzı uygulamaları, hristiyanların çoğunlukta olduğu devlet ve toplumların kendi içlerinde ve aralarında yaşanan siyasi ve hukuki anlaşmazlıklardan doğmuştu. tunus’un laikleşmesi ise devletin dayattığı bir siyasi projeydi ve ülkenin tarihi ile geleneklerinin marjinalleştirilmesini içeriyordu. laikleşmenin farklı yörüngeleri üzerinden bugüne taşınan siyasi ve dini tarihler de birbirinden farklıdır.

en nahda hareketi’nin yükselişi

aralarında daha sonra islamcılar olarak isimlendirilecek grupların da bulunduğu (ancak sadece onlarla sınırlı olmayan) muhalefet yükselmeye devam etti. birçok tunuslu, burgiba’nın islamı zorla özelleştirmesinden, otokratik devlet erkinden ve avrupa’nın ekonomik ve siyasi çıkarlarını örtülü bir şekilde, sürekli olarak desteklemesinden hoşnut değildi. muhalefet, başında raşid gannuşi’nin bulunduğu islami eğilim hareketi’nin (daha sonraki ismiyle yeniden doğuş partisi veya en nahda) oluşturulmasıyla bir doruk noktasına ulaştı.

en nahda nedir? islamcılar olarak kategorize edilmesi mümkün müdür? olabilir. peki ama sekülarist midir? büyük bir olasılıkla hayır. o halde başka bir şey midir? belki.

en nahda hareketi, siyasi olmayan kültürel bir cemaat olarak ortaya çıktı. burgiba güçleri, ocak 1978’de, hareketle bağlantılı protestocuları bastırmak için askeri güç kullandığında bu durum değişti. baskılar, gannuşi’yi, iran’daki islami devrim’in başarısını da arkasını almak suretiyle, islam’ı doğrudan ve özellikle insanların hayatıyla ilişkilendirmeye yönlendirdi. gannuşi 1979’da, cemaat el-islamiye’nin  başına geçti. maaşlar, yoksulluk, işçi hakları ve ulusal ve kültürel kimlik konularıyla ilgili “yaşayan islam” kavramını geliştiren ve açıkça siyasileşen cemaat el-islamiye’, 1981’de siyasi bir partiye dönüştü ve kendisine (islami eğilim hareketi ifadesinin fransızca kısaltması olan)  mti ismini verdi

burgiba, partiyi yasallaştıracak izni vermedi ve liderlerine ağır baskı uyguladı. gannuşi bu süreçte işkence gördü ve üç yıl hapisanede kaldı. islami gruplar, simgeler ve gelenekler üzerindeki ciddi baskılar devam etti ve 1987 yılında şiddetli bir sindirme kampanyası gerçekleştirildi. devlet başkanı bin ali, tıpkı selefi gibi, mti’nın siyasete girmesine izin vermedi. parti, islami cihad ve hizbullah gibi iran yanlısı gruplar arasında sayıldı ve yasaklandı.

modernleştirici otokratik devlet hüküm sürmeye devam etti ancak sadece kısa vadede... ocak 2011’de, tunus halkı, yaygın  yolsuzluk, ekonominin yanlış yönetilmesi ve ciddi ve sürekli siyasi baskıya karşılık olarak, bin ali’yi görevini bırakmaya zorladı.

birçok tunuslu,  “laikliği”, çok uzun bir zamandır, devletin topluluklar ve güçle ilgili yerel kavramları karalama ve dış çıkar çevrelerini desteklemeçabasıyla ilişkilendirmiştir. mti’nın 1989’da benimsediği isimle en nahda, rejimin tarih içinde halkına uyguladığı  adaletsizliklerin karşısında durarak, alternatif bir ‘islami eğilimli vizyonu’ temsil etmiştir.

geçen sonbaharda yapılan seçimlerde ulusal kurucu meclis’teki 217 sandalyenin %40’ndan fazlasını en nahda’nın kazanmış olması fazla şaşırtıcı sayılmaz. kurucu meclis’te en fazla koltuğa sahip üç parti şöyle sıralanmaktadır: en nahda (89 sandalye), monsef marzuki’nin liderliğindeki cumhuriyet kongresi partisi (cpr; 29 sandalye) ve mustafa bin cafer’in başında olduğu ettakatol (veya forum partisi; 20 sandalye).

tabii, yine de, en nahda’nın demokrasiyi tehdit eden bir islamcı parti olabileceğini söyleyenler çıkabilir. iran’da olanları hatırlayalım veya mübarek yönetimi altında yasaklanan müslüman kardeşler’in parlamentoda en fazla sandalyeyi (yükseki seçim komitesi’ne göre %38’ini) kazandığı mısır’a bakalım… hareketin siyasi kanadı konumundaki hürriyet ve adalet partisi (fjp), eski parlamentoda bağımız vekillik yapmış olan, müslüman kardeşler’in önde gelen yöneticilerinden saad el katatni’yi meclis başkanlığı görevine getirmiş; ayrıca seçimlerde, koyu islamcı nur partisi, parlamentodaki sandalyelerin %29’unu kazanarak ikinci olurken, liberal yeni vafd ve mısır bloku koalisiyonu sırasıyla üçüncü ve dördüncü gelmişti.

şüphe duymak mümkün. asaf bayat’ın işaret ettiği gibi, islamcı örgütlerin, bireysel haklar, dini çoğulculuk ve demokratik uygulamalar alanlarındaki tutum ve kusurlarının sınırlarını, abd ve diğer ülkelerin siyasi parti yelpezeleri üzerinde kendi partilerimizi nasıl değerlendiriyorsak öyle dikkatle değerlendirmeliyiz. ed hüseyin geçen hafta altını çizdiği konuda haklıdır: “obama yönetiminin müslüman kardeşler ile etkileşime devam ederken, mısır’daki muhalefet grupları ve diğer siyasi aktörlerle de temas içinde bulunması ve onları desteklemeyi sürdürmesi önemlidir. müslüman kardeşler, yeni bir ulusal demokratik parti (hüsnü mübarek’in partisi) olmamalıdır”.

'olasılıkları ortaya çıkarmak'

hatta dış aktörler, middle east report  dergisinin “olasılıkları ortaya çıkarmak” olarak adlandırdığı süreci dikkate alıp, sekülaristler islamcılara karşı çerçevesinin dayattığı siyasi sınırlandırmalarla tanımlanmayı kabul etmeyen aktörler, partiler ve eğilimlere ulaşmalıdır. en önemlisi, bu olasılıklar yalnızca en nahda ve müslüman kardeşler tarafından değil islami eğilimli olarak tanımlanmayan ancak (burası hayati bir noktadır) bu şekilde tanımlanan partilerle birlikte çalışmaktan hoşnutsuzluk duymayan kişiler tarafından da temsil edilebilir.

cpr’yi ele alalım. tunus seçimleri sürecinde en nahda’dan farklılıklarını gösteren fakat  onunla çalışmaya hazır olduklarını ifade eden ve birçok tunuslunun dini hislerini anladıkları veya saygı duyduklarının altını çizerken, devletin laik niteliğinin önemini de vurgulayan partiler büyük başarı gösterdiler. cpr  bu partilerden biriydi. islamcı olmayan bu merkez partisinin başkanı bir doktor ve aynı zamanda islam karşıtı platformları desteklememiş muhalif bir insan hakları aktivisti. cpr’nin başarısının bir sebebi de, melani cammett’in iddia ettiği gibi, devrimi yapanların onur ve saygı çağrılarını tanırken, diğer partilerin korkutma taktiklerini benimsememesidir.

aktörleri sekülarist veya islamcı olarak sınıflandırma arzusunun üstesinden gelmek biraz  çaba gerektirecek. abd, mısır devriminin gelmekte olduğunu, biraz da mübarek rejiminin anlattıklarını takip ettiği ve herkesi, rejimi tehdit eden radikal islamcılar ve mübarek’in (dolayısıyla abd’nin) dostları olarak iki kampa böldüğü için göremedi. kimliklerini bu kategorilerin birine sokmak istemeyen mısırlı çoğunluğun gücünü ve konumunu değerlendiremeyen abd,  o dönemde (ve hâlâ) var olan diğer siyasi olasılıkları göremedi. bu olasılıklar, mübarek tarafından susturulduğu gibi, mısır ve ülke dışındaki güçlü çıkar sahipleri tarafından da uluslararası radar ekranından uzak tutulmuştu.

bölgede, sekülarizm ve islamcılık arasındaki bölünmenin, ilgili partiler, medya veya uluslararası toplum tarafından tekrar bir araç olarak kullanılması, ortadoğu ve kuzey afrika’nın demokrasiye geçiş sürecini  tehlikeye atabilir. oysa ki bunu çok uzun bir zamandır bekliyorduk. faslı bir reformist ve blog yazarı olan ebubekir şarabi‘nin sözleriyle, “şu konuda bir netleşelim:  arap dünyasında gerçekleşen devrimlerde söz konusu olan islam değil, demokrasi, daha doğrusu demokrasi talebidir.”

bugün, yalnızca tunus değil, ortadoğu’nun genelinde, sekülarist ve teokratik olmayan demokratik sesler var. onların söylediklerine kulak verilmesinin tam zamanıdır.

northwestern üniversitesi’nde öğretim üyesi olan elizabeth shakman hurd, siyaset bilimi dersleri vermektedir. ayrıca the politics of secularism in international relations (uluslararası ilişkilerde laiklik siyaseti) isimli bir kitabın yazarıdır.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Elizabeth Shakman Hurd

northwestern üniversitesi’nde öğretim üyesi olup, siyaset bilimi dersleri vermektedir. ayrıca the politics of secularism in international relations (uluslararası ilişkilerde laiklik siyaseti) isimli bir kitabın yazarıdır. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;