Görüş

Türkiye'de sosyal yardım uygulamaları: Vatandaşlık hakkı mı sadaka mı?

Bugün Türkiye'de sosyal yardımların GSMH içindeki payı yüzde 1,38’e ulaşmış durumda; bu oldukça önemli bir oran. Resmî kurumların dışında sayısız STK da bu alanda faaliyet gösteriyor. Ancak bunlar çeşitli sorunlar nedeniyle, hak temelli sosyal yardım anlayışından çok sadaka mantığına uygun nitelikte olabiliyor.

Konular: Türkiye
Prof. Buğra'ya göre sosyal yardımların vatandaşlık hakları temelinde, şeffaf ölçütlere göre ve düzenli olarak yapılmaması sorunlara yol açıyor. [Fotoğraf: AA-Arşiv]

1980'lerden itibaren, ikinci dünya savaşı sonrası yıllarına özgü kapitalist ilişkilerin şekil değiştirmesiyle birlikte yer alan küreselleşme dinamikleri, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde tam istihdamı giderek zor ulaşılır bir hedef haline getirdi. şehirleşme bütün dünyada hız kazanırken, gelişmekte olan ülkelerde sanayi ve hizmet sektörlerinde iş bulmak, özellikle de düzenli ve tam zamanlı istihdam olanaklarına sahip olmak, ancak çok kısıtlı bir kesimin hayal edebileceği bir şey haline geldi.

bu ortamda, küresel piyasa ekonomisinin bütün ekonomik ve toplumsal sorunları çözeceğine duyulan güçlü inanç, bir süre şevkle savunulduktan sonra, yerini bazı düzenleyici politika arayışlarına bıraktı. bu bağlamda sosyal yardım konusu da gündeme geldi ve o zamana kadar bu alanda politika geliştirmemiş olan ülkelerde de bazı uygulamalar devreye girmeye başladı. yoksul ailelere, bazen şartsız bazen de çocukların okula gönderilmesi gibi şartlara bağlı olarak yapılan nakit transferleri bu uygulamalar arasında önemli bir yer tutuyor. nakit transferleri konusunda yapılan pek çok araştırmaya göre, bu transferler kısa dönemde yoksulluğun en kabul edilemez tezahürlerini ortadan kaldırırken, uzun dönemde de, yoksulların kendilerini sefaletten kurtarmak için desteğin olmadığı durumda geliştiremeyecekleri stratejiler geliştirmelerine imkân veriyorlar. ama bu araştırmalar sosyal yardımların başarılı olabilmelerinin bazı koşulların gerçekleşmesi gerektiğini de önemle vurguluyorlar. bu koşullar arasında yardımların güvenilirliği, yani düzenli ve sürekli olmaları önemli bir yer tutuyor. başka bir önemli koşul ise, hem yardımdan yararlananların hem de yoksul olmayan kesimlerin sosyal yardım uygulamasının adil olduğuna güven duymaları. bu koşullar “sadakadan haklara geçiş”i belirliyor ve gayet olumlu sonuçlar veren bir adım oluşturuyor.

alanın kendini verene minnet duygularıyla bağlı hissetmesine yol açan sadaka mantığı, gönüllü yardım alanında sınırlı kalmayarak resmî kuruluşların faaliyetlerinde de kendini göstermeye başlıyor.

by Ayşe Buğra

bu gelişmeler ışığında türkiye’deki duruma baktığımız zaman, türkiye’de de, sosyal yardım konusunun 1980'li yıllarda ülkenin küresel piyasa ekonomisine eklemlenmesi ve tarım nüfusunun giderek azalarak şehirleşmenin ivme kazandığı bir döneme rastladığını görüyoruz. bu yıllarda kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonu, 2001 yılında patlak veren büyük ekonomik krize kadar çok da önemli bir sosyal yardım kurumu haline gelemedi. 2001 krizinden sonra yoksullukla mücadele konusunun ciddileşmesiyle birlikte, düzenli nakit transferleri uygulaması gündeme geldi. 2004 yılında sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonu bir genel müdürlük (sydgm) haline dönüştürüldü ve 900’ü aşkın yerel vakıf aracılığıyla dağıttığı yardımlar artmaya devam etti.

resmi kaynaklara göre, bugün sosyal yardımların gayri safi milli hasıla içindeki payı yüzde 1,38’e ulaşmış durumda (aile ve sosyal politikalar bakanlığı 2013 yılı faaliyet raporu, s. 112). bu oldukça önemli bir oran. bunun dışında sayısız sivil toplum kuruluşu (stk), bazen resmî kurumlarla işbirliği içinde, sosyal yardım alanında faaliyet göstermekte. bu stk’ların önemli bir kısmı dini referanslarla, islamî hayırseverlik ilkelerine göndermelerle çalışan kuruluşlardan oluşuyor. ama bu tür dinî referansları ön plana çıkmayan gönüllü kuruluşların, hatta resmî kurumların faaliyetleri de hak temelli sosyal yardım anlayışından çok sadaka mantığına uygun nitelikte olabiliyor.

zaman zaman gıda veya yakacak gibi ayni yardımları da içeren geçici yardımların önemi veya sosyal hizmet uzmanı eksikliğinin çok önemli olduğu bir ortamda uzman olmayan kişiler tarafından sürdürülen ve gayet aşağılayıcı bir nitelik taşıyabilen ihtiyaç tespiti yöntemlerinin kullanılması, yapılan yardımın bir hak olarak görülmesini engelleyebiliyor. bu durumda, alanın kendini verene minnet duygularıyla bağlı hissetmesine yol açan sadaka mantığı, gönüllü yardım alanında sınırlı kalmayarak resmî kuruluşların faaliyetlerinde de kendini göstermeye başlıyor. buna neden olan unsurlar arasında yardımların sürekli olmamasının önemli bir yeri var.

resmi verilere göre, 2013 yılında türkiye’de geçici yardımlardan 1.997.307 kişi yararlanmış. düzenli yardımlardan yararlananların sayısı ise 2.258.734 kişi olarak verilmiş. ama geçici yardım kategorisinin dışında kalan yardım programlarının da yoksulların hayatlarına damgasını vuran belirsizlik olgusunu ne ölçüde ortadan kaldırdıkları, yardım alanların hayatlarıyla ilgili rasyonel stratejiler geliştirebilmelerine ne ölçüde katkı sağladıkları kuşkulu.

vatandaşlık hakları temelinde, şeffaf ölçütlere göre, düzenli 

bu bağlamda, geçen hafta basına yansıyan bir olay açıklayıcı olabilir. söz konusu olay, işkur (türkiye iş kurumu) bünyesinde uygulanan topluma yararlı çalışma programı’yla ilgili. haberlerden, van depreminin ardından bu program kapsamında 7.286 kişinin, dokuz ay süreyle işe alındıklarını, bu süre dolduktan sonra da, yılda dokuz ay çalışarak üç yıl boyunca programdan yararlandıklarını öğreniyoruz. haberlerde, normal bir çalışma akdine sahip olmayan bu insanların, 2014 yerel seçimlerinin ardından, haziran ayında program kapsamından çıkarıldıkları vurgulanıyor. bu durumun basına yansımasının sebebi, durumu protesto etmek için van’dan ankara’ya yürümek isteyenlerin şiddetli bir polis müdahalesine maruz kalmalarıyla olayın büyümesi. 

türkiye’de sosyal yardım alanında 'sadakadan haklara geçiş'i gerçekleştirecek bir yeniden yapılandırmanın gerekli olduğuna işaret eden sorunları gözden kaçırmamak gerekir.

by Ayşe Buğra

bu örnek olay, türkiye’de sosyal yardım uygulamalarının, iyi tanımlanmış vatandaşlık hakları temelinde, şeffaf ölçütlere göre, düzenli bir biçimde yapılmamasının yarattığı sonuçları net bir biçimde ortaya koyuyor. bu bağlamda, sosyal yardım alanının siyasi süreçlerle ilişkisi üzerine bazı endişe verici ipuçları da ortaya çıkıyor. van örneği tartışılırken gündeme gelen program süresinin uzatılması ve sonlandırılmasının zamanlamasıyla ilgili soruların, sosyal yardımların seçim stratejilerinin bir parçası olarak kullanıldığı yönündeki kuşkuları yansıttığını açıkça görebiliyoruz.

van örneği, bu tür kuşkuların ilk ortaya çıktığı örnek değil. mesela 2009’daki yerel seçimlerin öncesinde, sosyal yardımların arttığı yönünde gözlemler yaygınlaşmış ve halkının sağ partilere oy vermemesiyle meşhur tunceli ilinde bazı ailelere yardım olarak dayanıklı tüketim malları dağıtılmaya başlanması özellikle ilgi çekmişti. bu olayın ilginç bir yanlarından biri, dağıtılan dayanıklı tüketim mallarının başka bir ildeki bir perakendeciden satın alınıyor olmasıydı. bu durum, olayın “sadaka ekonomisi” kavramı kullanılarak tartışılmaya başlamasına yol açtı. tepkiler büyürken, başbakan'ın konuyla ilgili hükmü gazetelere yansıdı: “sadaka kültürümüzde meşrudur”.

ama sadakanın sosyal yardım alanında giderek önem kazanan meşruiyeti, ekonomide ve siyasette şeffaflık ve güvenilirlik ilkeleriyle ilgili başka meşruiyet kaygılarına da yol açabiliyor. bu kaygıların özellikle stk faaliyetleri ve stk'ların resmi kurumlar ve siyasi yetkililerle olan ilişkileri bağlamında gündeme geldiğini görebiliyoruz. mesela, aralık 2013’ten beri ülke gündeminde merkezi bir yer tutan yolsuzluk tartışmaları içinde türkiye gençlik ve eğitime hizmet vakfı’nın (türgev) ve bu kuruluşun erdoğan ailesiyle bağlantılarının, tekrar tekrar gündeme geldiğini gördük. bunun sadece siyasi süreçlere değil sosyal yardım uygulamalarının duyulan güveni de sarsacak nitelikte bir gelişme olduğu açık.

türkiye’de sosyal yardımların artmış olması sosyoekonomik bir gerekliliğe işaret ediyor. bununla birlikte, sosyal yardım alanında “sadakadan haklara geçiş”i gerçekleştirecek bir yeniden yapılandırmanın gerekli olduğuna işaret eden sorunları da gözden kaçırmamak yararlı olabilir.

prof. dr. ayşe buğra, boğaziçi üniversitesi atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi enstitüsü öğretim üyesi ve boğaziçi üniversitesi sosyal politika forumu araştırma merkezi yönetim kurulu başkanı. doktora derecesini mcgill üniversitesi ekonomi bölümü'nden alan buğra'nın gelişme iktisadı, iktisadi düşünce tarihi ve iktisat metodolojisi, girişimcilik tarihi ve karşılaştırmalı sosyal politika alanlarında kitapları ve makaleleri bulunuyor.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Ayşe Buğra

prof. ayşe buğra, mcgill üniversitesi ekonomi bölümünden doktora derecesi aldı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;