Medya Sudan’ın bölünmesini basite indirgedi

Afrika’nın en büyük ülkesinin bölünmesi, Hartum’un başını çektiği iktidar mücadelesinin ateşlediği ’Sudan kimlik krizi’nin sonucu olabilir.

Yeni kurulan Güney Sudan’ın on binlerce vatandaşı 9 Temmuz’da ulusal bağımsızlıklarını kutladı. Ancak gelecek hâlâ belirsiz. [REUTERS]

dünyanın en uzun süren sivil savaşı olarak bilinen sudan çatışmasından doğrudan etkilenen birçok insan için, batı basını, bu çatışmayı dinler veya etnik gruplar arası mücadele olarak değerlendirerek basite indirgedi.

sudanlı siyasi karikatürist halil albaih, “medya bizi alaaddin’in lambası masalındaki kötü karakter cafer’e benzetiyor. sudan’daki herkesi, arapları ve afrikalıları, birbirlerinden hiç farkları yokmuş gibi resmediyor” diyor.

insan hakları aktivisti ve enough (yeter) projesinin kurucularından john prendergast, al jazeera’ya verdiği açıklamada “kuzey-güney veya müslüman-hristiyan karşıtlığına bu kadar önem atfetmemek lazım” derken, sudanlı blog yazarı ve siyasi yorumcu moez ali ise bu çatışmayı, elli beş yıllık geçmişinde hiçbir zaman hükümet gündeminde yer almayan “halkın haklarından mahrum bırakılması meselesidir” şeklinde açıklıyor.

prendergast, 1956 yılındaki bağımsızlığından bu yana  “hartum’da iktidar sahibi olan birkaç küçük grup,  ırk ve din konularını ‘böl ve yönet’ amacıyla kullanmıştır” diye ekliyor ve bu çatışmanın 2004 yılında, ülkenin güneyindeki petrol ve su kaynaklarını kontrol etmeye teşebbüs eden ömer el beşir iktidarı sırasında daha da şiddetlendiğini söylüyor.

hartum’da yaşayan web tasarımcısı usama ali’ye göre, sudan’ın 1956’daki bağımsızlığından bu yana etnik çeşitliliği ve çok kültürlülüğü anlayamayan liderlerin sebep olduğu bu anlaşmazlıklar, afrika’nın en büyük ülkesinin bölünmesi ile son buldu.

kimlik krizi

devam etmekte olan devlet destekli kültürel ve sosyal dışlamalar usama ali’nin ‘sudan kimlik krizi’ olarak adlandırdığı duruma sebep oldu. ali, “kendimize sürekli olarak biz arap mıyız, afrikalı mıyız, yoksa her ikisinin karışımı mı?” diye soruyorduk diyor.

bu bölünmeyi “ingiliz emperyalizminin mirası” diye yorumlayan albaih sözlerine, “aynısını hint yarımadasında, iran ve irak’ta da yaptılar” şeklinde devam ediyor. albaih’ın babası, şu anda iktidarda olan ömer el beşir 1989 yılında kansız bir darbe ile iktidara gelene kadar romanya büyükelçisi olarak görev yapmış.

the guardian gazetesinin yazarı ve yorumcusu, sudan doğumlu nesrine malik, bu mirasın güney’in bağımsızlığı görüşmelerinde britanya’nın “tembelliği ve kayıtsızlığına” dönüştüğünü söylüyor.  ne var ki, al jazeera’nın röportaj yaptığı birçok insana göre hartum’daki iktidarlar iki halkı bütünleştirmeye yarayabilecek kısa süreli fırsatların hiçbirinden yararlanmamıştı.

blog yazarı moez ali, “ingiliz emperyalizmini rahatlıkla suçlayabilirim; fakat gerçek şu ki, kuzey hükümeti iki ulusu bütünleştirmek için hiçbir şey yapmadı” diyor. prendergast da bu konuda moez ali ile hemfikir ve bunu “hartum, güney için hiç bir girişimde bulunmadı. muazzam rakamlara ulaşan petrol gelirlerini altyapı inşa etmek için kullanmadı” sözleri ile destekliyor.

malik, “bütün bunlar güney’in kuzey’e hiçbir zaman tam anlamıyla kenetlenememesine sebep oldu” diye belirtiyor. kuzey ve güney arasındaki giderek artan uzaklaşmanın asıl sebebinin, cumhurbaşkanı ömer el beşir’in 1990’ların başında sergilediği sert islami tutum olduğunu söylüyor. çoğunluğu animist ve hristiyan olan güney halkı için ömer el beşir’in sudan’a ‘islami arap kimliğini’ dayatması “kabul edilemez bir durumdu” diye belirtiyor.

1980 yılından beri kuzey afrika’yı sık sık ziyaret eden pendergast, hartum’un dile getirdiği ve ‘kabul görebilecek tek kimlik’ olarak gördüğü ‘islami arap kimliğinin’ sadece güneyde değil, daha büyük kitleler tarafından da edilmeyeceğini söylüyor.

usama ali, “kordofan ve darfur’da süregelen çatışmalar, bir bakıma arap hâkimiyetini kabul etmeyen müslümanların mücadelesidir” diyor. islami inançların arap hâkimiyeti altında girmesini reddeden kuzey halkının çoğunluğu, “hem müslüman hem de afrikalı olabiliriz” diyor. bu noktada, kuzey’in siyasal açıdan güney’e ilgi duymaması ve bunun paralelinde hartum hükümetinin, güneye eşit kaynaklar sağlayıp, bu bölgede yaşayan insanların güvenini kazanmaya çalışmaması da önemli bir konu.  prendergast, ortaya çıkan tabloda kuzey yönetimine karşı “tarihsel bir dava ve büyük hoşnutsuzluk” var diyor ve sözlerini şu şekilde sonlandırıyor: “güney halkının kalması için tek bir sebep var mı?” bu dışlayıcı politikanın sonucu olarak, şubat ayında, güney halkının %98,33’ü bağımsızlık için oy vermişti.

anahtar: ekonomi

büyük ölçüde güney karşıtlığı ile tanımlanan kuzey’deki halk için 9 temmuz, kimlik krizinin sonu olmayacak. uzmanlara göre, bunun yerine, halkı temel politik ve ekonomik meselelerle başa çıkmaya çalışırken, aynı zamanda yeni bir kuzeyli kimliği yaratmaya zorlamış olacak.

malik, “bugün, kuzey’in oturup düşünme günüdür” diye belirtiyor ve “kuzey’in kendi ayakları üzerinde duran bir devlet haline nasıl geleceği düşünülmelidir” diye ekliyor.  albaih’a göre, güney’in bağımsızlığı, kuzey’in mazeretlerinin sonu demek. albaih, el beşir’in 2004 yılındaki kapsamlı barış anlaşması’nın ardından yaptığı bir konuşmada “artık askeri harcama yapılmayacak” dediğini hatırlatıyor. “artık bu parayı altyapı ve eğitim için harcamalılar” diye belirtiyor. savaşın günlük maliyeti iki milyon dolardı. malik, bugüne bakınca, “kuzey için anahtar, ekonomidir” diyor.

dünyanın en yeni devletini büyük ölçüde destekleyen amerika birleşik devletleri’nin (abd) rolü, hartum’un gelecekte başarılı olabilmesi açısından çok önemli. albaih, hartum’un, 1997 yılında abd eski başkanı bill clinton yönetimi zamanında başlayan abd yaptırımlarından kurtulma çabaları birçok insanı ‘ayrılma’ planları zaten başlangıcında vardı diye düşünmeye sevk etti yorumunda bulunuyor. bu iddiayı moez ali’nin “kapsamlı barış anlaşması’nın uluslararası baskı yüzünden imzalandığını biliyoruz” şeklindeki sözleri de destekliyor.

uzun süren yaptırımlarla ilgili olarak, halkın devletten daha fazla zarar gördüğünü belirten moez, “abd, beşir hükümetine karşı anlaşılmaz bir politika izliyor” diyerek sözlerine devam ediyor. örnek olarak da sudan’da bulunan pepsi ve coca-cola şişeleme fabrikalarını gösteriyor. sudan’da 14 yıl boyunca gıda maddeleri ve ilaçlarla ilgili şartlar paralelinde yasal olarak faaliyet gösteren bu meşrubat devlerinin varlığı, ali’nin bahsettiği “şartlı yaptırımlara” bir örnek.

malik, abd yönetiminin, kuzey’in geçmişte, usame bin ladin de dâhil olmak üzere, “teröristleri desteklediği” ve “soykırım gerçekleştirdiği” gerekçeleriyle bundan sonraki süreçte ticaret yapma konusunda çekinceleri varsa, “güney’in istikrarının kuzey’inkine bağlı” olduğunu unutmamaları gerektiğini söylüyor. abd’nin sudan cumhuriyeti’ni bir kez daha ciddiye almasını sağlamaya çalışmak için bu iki ulus arasındaki ilişkiye özellikle değinmek gerekir. albaih, “güney, batı’ya ve batı medyasına körü körüne bağlı” diyor. ali de bu tezi, bölünme sonrasında iki ülkenin temas halinde olup olmamasının “mali ve ekonomik faydalara” bağlı olduğunu belirterek destekliyor. malik, her iki ülke ulusunun ortak menfaati için abd’nin yaptırımları resmen kaldırmak için işbirliği yapılması gerektiğini düşünüyor.

ali ayrıca,  abd’nin, hem kuzey hem de güney’e yapılacak yatırımların iki devlet arasında yaratacağı ekonomik ortak yaşamı abd için el beşir hükümetiyle ekonomik ilişkileri yeniden kurma konusunda yeterli bir sebep olarak görmemesi olasılığı için “hartum isterse yüzünü çin ve hindistan’a dönebilir” diyor.

kültürel devrim

bölünmeyle ilgili olarak albaih, “ailem, arkadaşlarım ve etrafımda tanıdığım pek çok kişi bu bölünmeye üzülüyor” ifadesini kullanırken; malik “kuzey’deki halk, böyle olmak zorunda değildi diye düşünerek kendilerini kandırıyor. artık kendi insanlarının karşı karşıya kaldığı sayısız sorunu düşünmeleri gerekiyor” diyor. malik’le aynı fikirde olan prendergast “hartum, güney’i kesin bir şekilde kaybetmiştir” yorumunu yapıyor.

malik, kuzey’in kırk yıl süren çatışmayı tümüyle geride bırakıp ileriye bakabilmesi için “‘kuzeydeki çeşitliliği kucaklamak’ yoluyla gerçekleştireceği ‘bir kültürel devrime’ ihtiyacı var” diyor. o da diğer  sudanlılar gibi, kuzey kimliğinin güney karşıtlığı üzerinden oluşturulduğunu düşünüyor. malik, 1960 ve 1970 yılları arasında, mısır devlet başkanı cemal abdul nasır’ın pan-arabizm (arap halklarının birliği) idealleri bölgeyi etkisi altına aldığında, anne babasının kuşağının kuzeyin çeşitliliğini benimsediğini belirtiyor ve bu kısa süreli birlik kurma çabaları dahi, “farklılıklarından dolayı güneyin sömürülecek ve korkulacak bir bölge olduğu fikrini temel alıyordu” diyor.

usama ali, “kuzey halkı, daha önceden belirttiklerinin aksine ‘tekil bir bütün’ olmayıp farklı kimliklere sahip birçok kabileden oluştuğunu anlamaya başlıyor” diyor. malik, uluslararası ilginin güney’e yönelmesine karşın, “kuzey’de ciddi etnik çatlaklar var” ifadesini kullanıyor ve  kolektif bir kuzey kimliği benimsenmesi çağrılarının, şu anda dünyanın kuzey’e yaklaşımı sebebiyle yanlış anlaşılabileceğini ekliyor. malik’e göre, “insanlar ırkçı gibi görünmekten korkuyor” ve tek bir kuzey kimliği benimsenmesi güney’e “iyi ki ayrıldınız” demek anlamına gelecek. bununla birlikte, usama ali’ye göre “güneyin başarısız olması halinde kuzeyin zevk duyması” ırkçılık olarak değerlendirilebilir.

kuzeyin olumlu bir kimliğe sahip olması, medyanın dikkatini buradaki gerçek insanları resmetmeye yönlendirmeye yarayabilir. albaih bu insanları, yoğun bir politik çekişmenin ortasında sıkışıp kalmış kişiler olarak tanımlıyor. el beşir hükümeti “1980’lerde veya 1990’larda sıkışıp kalmış. medyayı nasıl kullanacağını bilmiyor.” kuzey halkı, çeşitlilik üzerinden kurgulanmış sadece kuzeye özgü bir kimlik benimseyerek , “el beşir’in sudan’a çizdiği islami imaj” ile mücadele edebilir düşüncesinde. bu imaj, batı medyasında büyük ölçüde negatif bir şekilde karikatürize edilmişti.

coğrafi olarak afrika’ya dayanan kökenini taşıdığı arap kültürel mirası ile bağdaştırmakta güçlük çektiğini söyleyen malik’e göre kuzey, farklı kimliklere sahip olmanın tek bir kimlik olabileceğini kabul etmeli. usamah ali’nin, sudan halkı kendini “arap olarak mı, yoksa afrikalı olarak mı görüyor” sorusuna karşılık olarak malik “homojen bir kimliğe sahip olmam gerekmiyor” yanıtını veriyor.

kaynak: al jazeera

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;