Görüş
İşgal altındaki Filistin gerçeğine ışık tutan bir film: Ömer
Filistinli yönetmen Hani Ebu Esed'in Oscar adayı filmi "Ömer", işgal altındaki Filistin'de yaşayanların, işgal koşullarını sineye çekerek gölge bir hayat sürmek ile Filistin halkı ve topraklarının kurtuluşu için mücadele etmek seçenekleri arasında kalışını ele alıyor.
ömer, filistinli yönetmen hani ebu esed'in en iyi yabancı film dalında oscar adayı olan ikinci filmi. film, 2 mart'ta düzenlenecek 2014 akademi ödülleri'nde altın heykelciği almak için yarışacak. yönetmenin önceki filmi vaat edilen cennet (2005) ise, o dönemde filistin direnişinin temel taktik olarak başvurduğu intihar saldırıları ekseninde, saldırıyı gerçekleştireceklerin derin iç çatışmalarını, bu korku salan eylemlerinin israilli hedefler üzerindeki trajik etkilerini ve saldırganları hazırlayan liderlerin katı manipülatif zihniyetini gözler önüne seriyordu.
1961 yılında nasıra'da dünyaya gelen ve 1980'de hollanda'ya göç eden ebu esed, yönetmenliğin yanı sıra filmlerinin senaryolarını da kendisi yazıyor. hikaye anlatımı konusundaki müthiş yeteneği sayesinde izleyicinin dikkatini filistinli ana karakterleri etkileyen insanlık dramına çekerken, diğer yandan derin ahlaki ve siyasi kaygı yaratan daha geniş kapsamlı meselelere de, 'mesaj verme' amacı güdüp didaktik veya klişe araçlara tenezzül etmeden ışık tutuyor. dolayısıyla ebu esed'in başarısı öncelikle sanatsal olmakla beraber, bizleri baskı ve kölelik ikilemine de alıştırıyor.
bu açılardan bakıldığında, ömer, seyirci üzerindeki kalıcı etkileriyle vaat edilen cennet'ten de üstün bir çalışma. israil işgali altında olmanın filistinlilerin günlük yaşamları açısından ne anlama geldiğini anlatan film, romantik bir ilişkinin olağan halleri ile cezaevi duvarlarının ardındaki onur kırıcı ve işkence dolu yaşamların anormallikleri arasındaki zıtlığı zekice gözler önüne seriyor.
filmin açılış sahnesinde ömer, arap aileleri birbirinden ayıran güvenlik amaçlı yüksek duvarın üzerinden tırmanarak diğer tarafa geçmeye çalışırken israilli muhafızlar tarafından farkedilir. muhafızlar siren çalıp ateş ederken ömer duvarı aşıp kendini güvenceye alır. ardından yoksul bir filistin mahallesinin dar geçitleri ve sokaklarında israil polisi ile ömer arasında çılgınca bir kovalama sahnesi yaşanır.
ömer'in içinde bulunduğu durumun dokunaklı tarafı, aynı zamanda hem bir 'özgürlük savaşçısı', hem de milis komutanı tarık'ın kızkardeşi nadya'ya deliler gibi aşık, hassas bir genç adam olmasında yatıyor. söze dökülmemiş bir gerçekçilik içinde her iki davasına da koşulsuz biçimde bağlı olan ömer, kendisini büyük bir risk ve küçük bir umutla filistin halkı ve topraklarının kurtuluşuna adamayı seçerek, işgalin gerçeklerine razı geleceği bir gölge hayat yaşama şansını tehlikeye atar.
bir işgalcinin korkusunu ve işgalin zorlukları karşısında sinenlere yönelik nefretini taşıyan, kurnaz ve acımasız kimseler olarak resmedilmiş israil güvenlik güçlerinin koruduğu duvar, filistin halkının bitmeyen çilesini yansıtan unutulmaz bir görsel metafor.
üstü kapalı olarak değinilen bir husus da şu ki, ömer'in film boyunca kontrol noktalarından kaçmak ve duvar yüzünden ayrı düştüğü tarık ile nadya'yı görmek için kullandığı ip, duvarın amacının güvenlikten ziyade aşağılama ve toprak olduğu anlayışını da ortaya koyuyor. israilli işgal güçlerinin ipin varlığından ve yasadışı şekilde kullanıldığından haberdar olmaması imkansızsa bile, tüm film süresince ipi oradan kaldırma zahmetine giren olmuyor.
aşk ve direniş: zehirli bir bileşim
hikaye açıldıkça en canlı biçimde görülen şey, uzun süreli işgalin insanları makineleştiren derin etkileri oluyor. ömer ve nadya'nın birbirlerine duydukları aşkın çekici ve mizahi bir yönü var. duvarın ötesine geçme hakkı olmadan, adeta bir mahkum gibi yaşamanın ne demek olduğunun farkında olmaları, bu iki karaktere ve aralarındaki ilişkiye unutulmaz bir sevimlilik ve inandırıcılık sağlıyor.
genç çift, kendilerini engelleyen duvarlardan kaçabilmek için hayallerinden bahsederek balayında nereye gideceklerini konuşurlar. ömer, mozambik'e gitmeyi teklif ederken, bangladeş diyerek karşı çıkan nadya, daha sonra asıl hayalinin paris olduğunu itiraf eder. bunları konuşurken her ikisi de batı şeria sınırları dışına çıkma fırsatını asla bulamayacaklarının son derece farkındadır. nadya, yakın çevresi dışında gittiği en uzak yerin el halil olduğunu anımsar. işgal altındaki filistin'in en gerilimli ve rezil kenti olan el halil, günübirlik gelenlerin, yerleşik filistinlileri hedef alan şiddet eylemleri yüzünden kötü bir şöhrete sahiptir.
film, işgalci ile işgale uğrayan arasındaki etkileşimi her türlü kitaptan daha iyi aktarıyor. mesela israilli gizli servis ajanı rami'nin, annesini arayıp kızını okuldan almasını istediğinde, neden kendisinin almadığını soran annesine yanıtı "kahrolasıca batı şeria'nın ortasında sıkışıp kaldım" olur. yine de bütün kontrolün tamamıyla tek bir tarafın elinde olduğu, diğer tarafın ise büsbütün savunmasız kaldığı, kelimelere sığmayan o eşitsizlik ortamındaki en değişmez gerçek, bu korku ve nefret karışımının insanları makineleştiren korkunç etkileri.
tıpkı duvar gibi, işkence sahneleri de başlı başına dehşet verici olmalarının dışında, tüm hayatınızı bir efendi/köle ilişkisi içinde geçirmenin ne demek olduğuna dair birer metafor.
bir diğer çarpıcı metafora da, ömer'in, bir filistin saldırısı sonucu israilli bir askerin vurularak öldürülmesiyle ilgili olarak şüpheli sıfatıyla gözaltına alınmasından sonraki tuzak kurma sahnesinde rastlıyoruz. yeni gelen mahkuma rehberlik etmeye çalışan cihat yanlısı bir mahkum numarası yapan rami, ömer'e başını yakmamak için nelerden kaçınması gerektiğini bir bir anlatarak, suçunu itiraf ederse başına gelebileceklere dair uyarıda bulunur.
sohbet boyunca ihtiyatı elden bırakmayıp sessiz kalan ömer, birden her şeyi açığa çıkaran şu sözleri söyler: "asla itiraf etmeyeceğim."
tüm konuşmayı kaydeden rami, kaydı ömer'e dinletir. amacı, onu bir muhbir veya işbirlikçi olarak kullanmaktır. niyetini belli ettiği o tek cümlenin israil askeri mahkemesinde ömür boyu hapis cezası almasına yeteceğini söyler. ömer'in israilli savunma avukatı da bunu doğrular.
duvar gibi, tuzak da tüm filistinlileri haysiyetli ve dürüst bir hayat sürmekten mahrum eden ürkütücü gerçeğin ta kendisi. hayatta kalmak, ihanete eşit hale geliyor. sürecin kendine has dolambaçlı yolları ise, sonunda israilli gizli servis ajanını da ömer gibi tuzağa düşürüyor ve ikili ortak bir kaderi paylaşıyor.
direniş, baskı ve ihanet
silahlı filistin direnişi gerçeğinin, işgale karşı herhangi bir kurtuluş ümidi sunmak bakımından şu anda faydasız gözükmekle birlikte, iki önemli sonucu var: birincisi, tüm savunmasızlıklarına rağmen sonuna kadar yaşama isteğinde birleşen filistinlilere saygınlık sağlıyor. ikincisi de, sahip oldukları silah ve polis gücü, denetim teknolojileri ve kendilerini küstahça üstün bir ırk olarak addetmeleri neticesinde sözüm ona tam bir kontrol sağlamış gibi görünmelerine rağmen israillileri savunmasız kılıyor.
gerçekten de, hayat şahsi açıdan tüm anlamını yitirdiğinde çaresiz durumdaki köle, sembolik bir intikam eylemi kapsamında kendisini feda edip, efendiye acı ve kayıp yaşatabilir. israil perspektifinden bakıldığında ise, kullandığınız kontrol sistemleri ne denli akıllı, gelişmiş ve baskıcı olsa da, (toptan soykırımın bu taraftaki karşılığı olarak) tam bir güvenlik sağlamanın hiçbir yolu bulunmuyor.
teknoloji, işin tamamını halletmekte yetersiz kaldığından, herhangi bir insan hatası, bütünüyle hezimete uğratılamamış kesimlerden daima bir intikam olarak geri dönüyor.
bu sebeple, filistin tarafı açısından, işbirlikçi olmaktan daha kötü bir şey yok. oysa israillilerin, istediklerini karşılarındaki düşman halka dayatabilmek için gereken bilgileri elde etmek adına ne denli acımasız yollara başvurdukları hesaba katılırsa, böyle bir akıbetten kaçabilecek insan üstü kapasite ancak bir kahramanda olabilir.
işgalci için, işbirlikçi bulmak güvenlik koşullarını iyileştirmenin hayati bir parçası. işgal altında olan açısından ise, işbirliği, aşağılanmanın son noktası; bir hainin kaderini bir köleninkinden çok daha beter kılan bir durum.
filmin ana karakteri ömer, ilk başta boyun eğip sonunda direnmesiyle enteresan bir portre çiziyor. arkadaşı emced ise, ömer'i etkileyici, ışıl ışıl filistinli bir öğrenci olan nadya'dan uzaklaştırmak için israillilerle işbirliği yapıyor.
izleyiciler olarak, romantik özlemlerin, siyasi sadakat ve ömür boyu süren dostluklara ölümcül şekilde üstün gelebileceği yönündeki biyopolitik içgörü ile karşı karşıya bırakılıyoruz. bu açıdan, karşı konulamayan şahsi bir durum, kamusal bir yükümlülük karşısında ağır basıyor; diğer bir deyişle aşkın gücü, kudretin gücünü aşıyor.
ömer'de, direniş taktikleri gibi daha geniş kapsamlı meseleleri betimlemek, filistinliler arasındaki hizipçi siyasi entrikaları değerlendirmek, gerçekleştirilebilir bir barışa dair vizyon sunmak ya da siyasetçileri, bm'yi ve uluslararası toplumu devreye sokmaya çalışmak gibi bir çaba söz konusu değil.
filmde bu tür kaygılar dikkate alınmayıp filistinlilerin günlük yaşamlarını etkileyen kuvvetler bakımından alakasız görünüyor. şimdiki zaman, serbest kalma veya kaçma umudu olmaksızın ömür boyu hapis hayatı yaşamaya mahkum edilmiş koca bir toplum çerçevesinden, görünürde sabit bir zaman olarak veriliyor. dolayısıyla filmde gösterilen gerçek israil cezaevinin aslında bir nevi hapis içinde hapis, yani duvarla ayrılmış bir ülkenin içindeki duvarla ayrılmış bir başka bölge olduğu anlaşılıyor.
hani ebu esed'in bu filmdeki büyük başarısı, izleyiciyi hissedip düşünmeye ve bir umut, harekete geçmeye sevk etmesi. sinemadan, bu işgalin sürmesinin, her iki taraf için de tahammül edilemez olduğu ve israilliler kadar, boyun eğme, direniş, ihanet ve ölüm sarmalına tutulmuş bir çiftin kişiliğinde resmedilen filistinlileri de makineleştirdiği duygusuyla ayrıldım.
ancak gerçek hayat koşullarında eşitlik diye bir şey yok. israilli efendiler, en azından şimdilik, insanları hapseden duvarlar yıkılıncaya kadar filistinli kölelerinden çok daha normal bir hayat yaşamaya devam ediyor.
birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörlüğü görevini 2008'den beri sürdürüyor. princeton üniversitesi, uluslararası hukuk fakültesi'nde albert g. milbank emeritus profesör ünvanına sahip. aynı zamanda california üniversitesi, uluslararası çalışmalar bölümü’nde araştırma danışmanı. elli yılı aşkın bir süreye yayılan yazarlık ve editörlük hayatında birçok yayına imzasını attı.
twitter'dan takip edin: @rfalk13
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar