Suriyeli Mülteciler
'Yolda kopmuş ayaklar buluyorduk'
Savaştan kaçan Muhammed'in hayatı artık Bağcılar'daki izbe bir atölyede geçiyor. Küçücük bir bekâr odasına sığınmış. Al Jazeera Türk dijital dergi Suriyeli çocukların hikâyesine tanıklık etti. Dördüncü durağımız İstanbul.

![]() ![]() ![]() |
muhammed 1,5 metre boylarında, açık tenli, kumral bir çocuk. konuşurken hep yere bakıyor, hep utangaç, ellerini ovuşturuyor. atölyedeki karşılaşmamızda, “hayat bizi istanbul’a getirdi işte” diyor. havada kalan cümlesine yanındaki arkadaşı “istanbul’dan bakalım nereye?” diye karşılık veriyor. ben de soruyorum: "başka bir yere mi gitmeyi düşünüyorsun?", “istanbul’dan nereye olacak? ancak ölüme” diyor. “daha yaşın kaç senin, her şey yoluna girer” diyorum.
muhammed ahmed 15 yaşında. okul günleri onun için artık uzak bir hayal. hayatın eskisi gibi olacağına, işlerin düzeleceğine dair umudu yok.
suriye'deki savaştan kaçıp gelenler türkiye’nin her yerinde. bu defa istanbul’un bağcılar ilçesinde bir merdiven altı tekstil atölyesindeyiz. çocuk isçiliğin en yaygın olduğu alanlardan biri de bu tekstil atölyeleri. muhammed ahmed aralarına son katılanlardan. onun gibi bu alanda çalışan pek çok suriyeli çocuk var.
bodrum katta, zayıf floresan ışıkların altında, kızlı erkekli çalışanların arasında oradan oraya karınca gibi dolaşıyor. makinalardan ve temizlemecilerden çıkan enine siyan beyaz çizgili bluz yığınlarını üst üste biriktiriyor. bir tezgâhta işi bitince hemen diğerine gidiyor.
mesainin karşılığı akşam yemeği
kapıdan girdiğiniz anda rutubet kokusunun içinize işlediği, tozdan gözünüzün, burnunuzun yapıştığı atölyede günde en az 11 saat geçiriyor. sadece pazarları çalışmıyor ama ayda birkaç defa mesaiye kalıyor. mesainin tek faydası akşam yemeğini veriyor olmaları.
muhammed ayda 550 lira kazanıyor. tüm ailesi afrin’de. o ailenin en büyüğü. aslında halep’te yaşıyorlarmış. savaş kızışınca afrin’e, akrabalarının köyüne gitmişler. afrin, suriye’nin kuzeydoğusunda, kürtlerin kısa süre önce özerklik ilan edip, bazı yerlerde güvenliği nispeten arttırabildikleri rojava bölgesinde. ancak yine de hayat olağan akışında değil. iş bulma imkânı çok sınırlı. muhammed bu nedenle amcası ve dayısıyla istanbul’a gelmiş.
atölyedeki ilk karşılaşmamızda, molası boyunca sohbet ediyoruz. muhammed’in pırıl pırıl gözleri, güzel yüzü ve suriye’de yaşananları derinden algılamış cümleleri bana olgun bir gençle konuştuğumu hissettiriyor. çabuk büyümek zorunda kalmaktan mı bilmiyorum, sürekli temkinli bir tavrı var.
bağcılar'da bir bekâr odası
onunla işyerinde ve sonra yaşadığı yerde uzun uzun zaman geçirmek istediğimi, sohbet etmek istediğimi söylediğimde uzun uzun sorguluyor beni, yaptığım işi, aslında niyetimi. ama özellikle eve beraber gitme kısmında ilk tepkisi "misafir ağırlamaya uygun değil ki" oluyor.
bir apartmanın tavan arasına yerleşmişler. banyosuz, mutfaksız, alçak tavanlı, leş gibi kirli bir bekâr odasında, kendinden yaşça çok büyük erkeklerle yaşıyor. ancak ailesinin onun göndereceği paraya çok ihtiyacı var. zira halep’ten kaçıp afrin’de yerleşmek için borç almışlar. yaşadıkları çatı katının aylık kirası 500 tl. muhammed her ay 125 tl kira ve faturalardan payına düşeni ödüyor. kendisi için az bir geçim parası ayırıp, kalanı istanbul’dan afrin’e ailesine yolluyor.
muhammed’in günlük mesaisi boyunca yaptığı işe tekstil atölyelerinde ortacılık deniyor. tüm atölyede 10 civarında dikiş makinası en az bir overlok makinası var. bir de büyük bir ütü masasında çalışan bir ütücü. muhammed’in işi tüm bu masalarda çalışan yaklaşık 20 kadar çocuk ve gencin çıkardığı giysileri toplamak, dizmek ve gerekiyorsa atölye içerisinde bir yerden bir yere taşımak. yani tüm gün boyunca karınca gibi yaklaşık 70 metrekarelik ofisin içerisinde dolanıp duruyor. öğle yemeği dışında günde iki defa 10’ar dakikalık ihtiyaç molası var.
akşam mesai bitimi zili çalıyor. herkes hızla işi bırakıp, paltolarını giyip atıyor kendini temiz havaya. muhammed hâlâ yerleri süpürüyor. mesai bitiminde temizlik de muhammed’in sorumluluğunda. on dakika kadar sonra işini bitiriyor, fırçayı yerine koyuyor.
evi, atölyeye yürüme mesafesinde. hava yağmurlu. muhammed hızla çıkıyor yokuş yukarı. eve girdiğimizde amcasını yemek yaparken buluyoruz. muhammed akşam yemeğine yardım etmek üzere amcasının yerini alıyor. mesai zilinin çalması, hayat gailesinin bittiği anlamına gelmiyor.
"ölüm her yerdeydi"
burada yaşam koşullarını gördükten sonra afrin’e dönmek ister mi, diye sorduğumuzda “borçlar bitmeden dönemem” diyor. çok uzatmıyoruz ziyaretimizi, zira ev sakinleri geldikçe, evde herkesin sığabileceği yer kalmıyor. üstelik saat neredeyse 21.00. akşam yemeği pişecek, yemeklerini yiyecekler, ardından uyuyacak ve muhammed ertesi sabah 07.00’de işe gitmek için yeniden yola çıkacak.
çıkmadan “suriye’de ailenin durumu nasıl?” diye soruyorum muhammed’e. “git de kendi gözlerinle gör” diyor sakince. sonra devam ediyor: “yolda insanların kopmuş ayaklarını buluyorduk, öylesine yürürken. ölüm her yerdeydi.”
yarın: gaziantep'teki suriyeli çocuk işçiler
Yorumlar