Görüş

Arap dünyasında sol arayışı

Solcular devrimi uzun zamandır bekliyordu, ancak uğruna hiçbir şey yapmadılar. Gerçekleştiğinde de alaya aldılar. Sonuçta sol, tarihi rolünün aksine otoriter rejimlerin safında ve kitlesel hareketin karşısında yer aldı.

Keyali'ye göre Filistin davası iki sol cephenin ortaya çıkışıyla birlikte Arap sol partilerin ve hareketlerin gündeminde oldu. [Fotoğraf: Reuters]

solun 'arap baharı' devrimlerinde olmadığı başından beri gözlemleniyor. daha da kötüsü solcular bu devrimlere karşı üsten bakan bir tavır içine girdiler, meşruiyetlerini sorguladılar ve hatta karşıt bir tavır sergilediler.

burada 'sol' derken marksizm-leninizm'i kapalı ve nihai ideoloji olarak benimseyen klasik sol partileri, hareketleri ve bazı solcu bağımsız aydınları kast ediyoruz. arap baharı devrimlerine katılan, kaçınılmazlığını ve meşruiyetini savunan, kendi değişim hayallerini bu devrimlerde gören solcuların varlığı da malum.

oysa solcular devrimi uzun zamandır bekliyordu ancak uğruna hiçbir şey yapmadılar. sadece teorik yaklaşımlarda bulunup suçu nesnel şartlara ve değişiminin kaçınılmazlığının bilincinde olmayan kitlelere attılar. bu bağlamda solcular kendi toplumlarındaki elit konumlarının ve iktidarlara yakınlıklarının tadını çıkardılar, iktidarda hiçbir paylarının olmamasına rağmen iktidarın bazı kırıntılarından ve avantajlarından istifade ettiler.

bu yüzden (spontane, fırtınalı ve şaşırtıcı şekilde gelişen, baskın siyasi partilerin ve hazır ideolojik sistemlerin çerçevesi dışında patlak veren) arap halk devrimlerinin yaşanması bu solcular için sürpriz oldu. devrime katılmak, spontane şekilde gelişimini eleştirmek ve süreç içindeki yanlışları düzeltmek yerine 'devrimci örgüt, devrimci yaklaşım, emekçi sınıfların sömürü sınıflarıyla çatışması, sınıf çatışmasının ulusallıkla, emperyalizm ve neo-liberalizmle yaşanan çatışmalara entegre edilmesi' gibi kendi ideolojik yaklaşımlarına uymadığı gerekçesiyle devrimleri alaya aldılar.  

arap halk devrimlerinin yaşanması bu solcular için sürpriz oldu. devrime katılmak, spontane şekilde gelişimini eleştirmek yerine kendi ideolojik yaklaşımlarına uymadığı gerekçesiyle alaya aldılar. 

by Macid Keyali

solun başka eksikleri de var. yaşanan devrimler kamusal alanda islamcı hareketlerin (diğerlerinin aleyhine olacak şekilde) ortaya çıkışına ivme kazandırdı, ulusal sorunlardan çok iç sorunlara, sosyal adaletten ziyade siyasal demokrasiye yoğunlaştı.

böyle bir tartışma içinde devrimin teorik hazırlığı, devrimin kendisinden daha önemli hale geldi. ayrıca devrim şartı, gerçekleşmesi gereken hedeflerden daha önemli oldu. sonuç itibarıyla sol, bu devrimlerin tüm eksiklik ve sorunlarına rağmen sanki kendine ve tarihi rolüne darbe yaptı, otoriter rejimlerin safında ve kitlesel hareketin karşısında yer aldı.

böylelikle sol (bu 'gönüllü' akıl, kibirli yapı ve teorik donuklukla) kendi tarihine, söylemlerine ve geçmiş dönemlerdeki başarısızlıklarının temelini oluşturan çalışma tarzına uygun bir görüntü çizdi.

bütün bu anlatılanlar doğrultusunda gerçekten sol nedir? tam olarak ne anlama gelir? meşruiyetini nereden almaktadır? mensup olduğu düşünülen işçi sınıfından mı yoksa belirli ideoloji manzumesinden (marksizm-leninizm) veya sosyalizmden ve emperyalizm karşıtı mücadele kampanyasından mı, yahut kendi toplumunun sorunlarıyla iç içe yaşamasından mı?

gerçekten de arap dünyasında sol mefhumu, bir dizi kavram ve sorunlara dayanmaktadır. topluma sınıflar üzerinden bakmak, yerli burjuvazinin iktidarını bitirmek ve küresel emperyalizmin hegemonyasından kurtulmak için sınıf çatışmasını (çatışmayı kapitalist üretim karşıtlığıyla irtibatlı kılarak) tarihin motoru olarak görmek bu kavram ve sorunlardandır.

doğal olarak (tüm bu anlatılanlar doğrultusunda) solun davası, sosyalist bir devlette sosyal adaleti getirmek için iktidara gelmesinde kendini gösteriyor. ki böylelikle işçi sınıfı kendi partisi kanalıyla, devrimci çiftçiler ve aydınlarla işbirliği çerçevesinde ülkeyi yönetecek.

filistin davasının da (filistin direnişinin yükselişi ve özellikle de israil'in emperyalizmin bölgedeki üstlerinden biri olarak görülmesi sebebiyle) iki sol cephenin (demokratik ve halkçı cephelerin) ortaya çıkışıyla birlikte arap sol partilerin ve hareketlerin gündeminde olduğu malum.

yıllarımız komünist ve solcu partilerin şaşırtıcı kesin doğrulardan bahseden merkez yönetim kurullarının aldığı kararlarla, bildiri ve söylemleriyle geçti. kapitalizmin bittiği, devrim sürecinin üç gücünün (sosyalist sistem, kapitalist ülkelerdeki komünist partiler ve sömürge ülkelerindeki ulusal kurtuluş hareketleri) dayanışması ve yükselişi sayesinde sosyalizmin zaferle çıkacağı söyleniyordu. bu güçlere 'devrimci demokratik rejimler' veya suriye, irak ve libya'yı kapsayan 'kapitalist olmayan gelişmiş' ülkeler de eklendi.

arap dünyasındaki sol oluşumların çoğunun sergilediği ve tüm siyasi yapılara damgasını vuran her zamanki tablo buydu. bu oluşumlar siyasi kimliklerini ve fikri altyapılarını uzun bir sürede kazandılar.

bu sol teşkilatların arap siyasi hayatında etkin bir akıma dönüşmediği malum. 'eski demokratik yemen' dışında hiçbir ülkede iktidara gelemediler ve koalisyonda dahi yer alamadılar. hatta daha da gerilediler.

doğal olarak gelinen nokta sovyetler birliği'nin çöküşüyle açıklanamaz. sovyetlerin çöküşü önemli bir etken ancak yeterli sebep değildir. zira sol teşkilatların yok olmaları ve kimliklerini kaybetmeleri sovyetlerin çöküşünden çok önce yaşandı. bu teşkilatlar gerçeklere yabancılaştılar, kendi toplumlarının koşullarını temsil edemediler, kendi davalarını ve siyasi rollerini bıraktılar, mücadeleci ehliyetlerini kaybettiler, ilişkilerinde demokrasiye değil, diktatörlük temelli, donuk partizan geleneklere dayandılar.

sol teşkilatlar arap siyasi hayatında etkin bir harekete dönüşemedi. 'eski demokratik yemen' dışında hiçbir ülkede iktidara gelemediler ve koalisyonda dahi yer alamadılar. hatta daha da gerilediler. 

by Macid Keyali

arap ülkelerindeki sol örgütler, genel itibarıyla arap siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel şartlara yönelik siyasi eleştirilerde bulunmadılar. ender durumlarda, bağımsız veya kendi sol örgütlerinden kopmuş solcu isimlerden (ilyas markas, yasin hafız, sadık celal azm, abdullah urvi, fuad mursi, george trabişi ve mehdi amil gibi) siyasi eleştiriler geldi.

bu kişiler, marksizm-leninizm akımının demokrasiye inanmayışına ve özgürlük değerini göz ardı etmesine dair eleştirilerde bulundular. aynı eleştiriyi hannah arendt, marksizm için yaptı. ayrıca bu isimler, arap komünist veya sol parti ve güçlerinin marksizm'i olduğu gibi almalarını, hazır ve kapalı bir ideoloji olarak görmelerini, araştırmaya, şüpheci yaklaşım ve düşünceye değil de inanca dayalı bir başka 'din' olarak almalarını eleştirdiler.

bu yüzden baskın sol güçlerin siyasi iddialarında garipsenecek noktalar bulunmaktadır. ilgili toplumlar henüz gerekli sınıfsal gelişim seviyesine ulaşmadı. işçi sınıfı (proletarya) bu arap solcuların toplumlarında 'azınlık' konumundadır. daha da önemlisi arap toplumları şu günlerde net şekilde ortaya çıktığı üzere çıkarlar ve politikalara dayalı yatay bölünmüşlük yerine dini, mezhebi, aşiret ve bölgeci kimlikler temelinde dikey bir bölünmüşlük yaşamaktadırlar. sonuç itibarıyla fakirler fakirlerle çatışmakta veya savaşmaktadır.  

bu çerçevede solcu oluşumlarda islami, milliyetçi veya ulusalcı oluşumlardaki kadar emekçi sınıfların bulunmadığına dikkat çekilebilir. söz gelimi eskiden beri 'burjuvazi fetih' hareketindeki filistinli 'işçi sınıfının' solcu gruplardakinden fazla olduğunu düşünüyorum. bunun bazı sebepleri var. sola aidiyet duygusunun emekçi sınıfın çoğunda bulunmayan belirli bir kültür seviyesini gerektirmesi bu sebeplerdendir.

daha da önemlisi işçi sınıfının (endüstri sınıfı) aidiyetliğinden bahsetmenin toplumlarımızdaki (keza dünyadaki) sınıf yapısıyla hiçbir bağlantısı yoktur. bunun basit bir sebebi bulunmaktadır. toplumlarımız, işçileri bizzat sınıf haline getiren bu endüstriyel kalkınmayı yaşamadı ve ayrıca işçilerimizin ekseriyeti hizmet alanında çalıştı.

söz gelimi 1995 ila 2005 yıllarında endüstri alanında çalışanların toplam oranı yüzde 17-19 arasında değişirken hizmet alanında çalışanların oranı ise yüzde 47 ila 60 seviyelerindeydi.  

endüstriyel işçi sınıfı toplumda çoğunluk değil artık. bugün endüstri sınıfı geçmişte yeni sanayi üretim sektörleriyle ilişkisi sebebiyle elde ettiği gelişmeyi de gösteremez. zira artık bilim ve teknolojiyle ilişkili modern endüstriyel üretim araçlarına geçildi. bu bağlamda arapların endüstrideki gayri safi yurt içi hasılasının 187 milyar dolara ulaştığını hatırlatmakta fayda var.  bu rakam yaklaşık 2 trilyon dolarlık yıllık gayri safi yurtiçi hasıla içinde sadece yüzde 9.1 oranında bir paya sahip.

marksizm-leninizm'in kapalı ve nihai bir ekole veya yeni bir dine dönüştürülmesinin bu teoriyi öldürdüğü söylenebilir. oysa siyasi, ekonomik ve felsefik düşüncelerin gelişimi çerçevesinde bu teoriye uygun bir zemin kazandırılabilirdi. gerçekten de bu teoriyi savunmak 'tarihin sonu' tezinin meşruiyetini kabul etmek demek. sosyal, felsefi ve ekonomi teorilerinin geçen yüz yıl boyunca kıyas edilemeyecek şekilde değiştiği dikkate alındığında tarihin sonu tezini savunmak da bir o kadar mantık dışıdır.

söz gelimi işverenin işçinin çalışmasını sömürmesine dayalı 'artı-değer' kuramı, o vakitler (endüstri devrimi döneminde) geçerli olsa da artık geçerliliğini tamamen yitirmiştir veya servetin temel üreticisi olan bilim-teknoloji devrimi döneminde işleve konulamaz.

genel itibarıyla yıllık yurt içi hasıladaki en büyük oranın sanayi sektörüyle değil, bilim, teknoloji, hizmetler, medya, sanat ve turizm faaliyetleri, finans çalışmalarıyla irtibatlı üretim sektörlerinden elde edildiğini gözlemleyebiliriz. bu sektörlerin hasılası orta ve gelişmiş ülkelerde yıllık toplam yurtiçi hasılanın yüzde 60 ve yüzde 70'ine varıyor.

tabii bu durum işçilerin sömürülmeyeceği anlamına gelmez. sadece 'artı-değerin' ve kâr artırımının nasıl sağlanacağına dikkat çekmektedir. büyük bir işçi kesimi doğrudan kullanılmadan herhangi bir birey veya grup büyük servetler elde edebilmektedir. bu da milyarderlerin (ve özellikle yeni milyarderlerin) çoğunluğunun bilgisayar programı dâhisi veya iletişim, medya ve ilaç şirketleri sahibi olmalarına bir açıklık getiriyor.

siyasete gelince; baskın ve donuk solcu inançlarda, hepsi de felaketle sonuçlanan üç büyük düşünce bulunmaktadır. ilki, halkı önce bir sınıfa, ardından partiye ve sonrasında siyasi bir büroya veya genel sekreterliğe indirgeyen 'proletaryanın diktatörlüğüdür'. bu düşünce adeta bireysel özgürlüklerin sınırlandırılmasının ve despotluğun egemenliğinin reçetesi oldu.

bu kuramın yanlışlığı sadece siyasetteki sonuçlarıyla sınırlandırılamaz. ahlaki ve hukuki açıdan da meşru bir kuram değildir. toplumu müsadere etmekte, tek parti kanalıyla, istihbarat organlarıyla ve propaganda araçlarıyla yönetmektedir. bu kuram stalin'i, brejnev, yeltsin ve putin'i getirdi, despot rejimlere meşruiyet kazandırdı.

solun ikileminin yeni ve arap devrimlerinin sonucu olmadığını gözlemliyoruz. belki de arap devrimleri solun otoriter rejimlerle benzerliğini geçmiş dönemlerden daha fazla gözler önüne serdi.

by Macid Keyali

bu düşüncelerin ikincisi, kapitalizmin en geri kalmış halkası içinde olunca sosyalizme geçiştir. oysa marks'ın temel düşüncesi tam aksine sosyalizmin gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşmesi yönündeydi. ayrıca aşamalı geçişleri ortadan kaldıran bu düşünce, sovyetler birliği'nin ekonomi, bilim ve teknoloji yarışındaki başarısızlığı, sosyalist sistemin barışçıl bir şekilde ve içeriden çökmesi sebebiyle direnemedi.

üçüncü düşünce ise lenin'e göre rus marksizmi'nin babası ve hocası georgi plehanov'un formüle ettiği demokratik burjuva devrimi aşamasını katetmeksizin sosyalist devrim aşamasına geçilebileceğini ifade ediyor.

yukarıda anlatılanlar doğrultusunda solun ikileminin yeni ve arap devrimlerinin sonucu olmadığını gözlemliyoruz. belki de arap devrimleri solun otoriter rejimlerle benzerliğini geçmiş dönemlerden daha fazla gözler önüne serdi.

özellikle de solun sorunu, israil'e karşı direniş, emperyalist ve neo-liberal hegemonyaya karşı durmak ve sosyal adaletin temelinin atılmasıyla ilgili tüm iddialara rağmen gerçeklerle bağlantısını yitirmiş teorik bir kavramdan ibaret hale gelmesinde yoğunlaşıyor.

sorun ayrıca solun yıllardır ülkelere ve halklara egemen olan despot ve yolsuzluk rejimlerinin devletin, toplumun, özgür vatandaş/bireyin inşasını engellediğini görmemesinde saklı. bu inşa gerçekleşmeden ne siyasi demokrasiden söz edilebilir ne de sosyal adaletten. keza direniş ve emperyalizmle mücadeleye dair konuşmalar ancak beyanatlar, kutlama ve sloganlarla yapılabilir.

kısacası henüz özgürlüğün, saygınlığın, kurumsal ve hukuk devletinin kurulmasının şartı olarak yurttaşlığın ve yurttaş toplumunun tesisinin kaçınılmazlığını idrak edemeyen sol, kimliği ve davası olmayan şaşkın ve zavallı bir soldur.

filistinli siyasetçi ve yazar macid keyali, 1954 yılında halep'te doğdu. şam üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. filistin ve israil konularında araştırma, analiz ve eleştiri yazıları yazan keyali'nin '48 filistinlileri ve intifada', 'büyük ortadoğu - göstergeleri ve paradoksları', 'çözüm ve nihai çözüm konuları' adlı kitapları bulunuyor. 

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Macid Keyali

filistinli siyasetçi ve yazar. 1954 halep doğumlu. şam üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;