Görüş
Batı değerlerinin karşısındaki en büyük tehdit
Batı değerlerinin karşı karşıya kaldığı büyük tehlike çok kültürlülük değil neoliberalizmdir.

paranoyak siyasi üslup, karşı çıkmak için her yola başvurulması gereken büyük tehditler oluşturacak şekilde kaynaşmış akıl almaz ittifakları sık sık hayal eder.
samuel huntington, ‘medeniyetler çatışması’nda, dünyaya hâkim olmak için batı’ya meydan okuyabilecek ‘konfüçyüsçü’ ve ‘islami’ güçlerin ittifakı olan birleşik bir doğu hayali yaratmıştı. birçok mücahit, yahudiler ve hristiyanlar arasındaki haçlı ittifakından korkar. tarihsel açıdan, hristiyan inancına sahip olanların son dönemlere kadar yahudilere zulmettiklerini unuturlar.
şimdi de anders breivik, bir araya gelmesi pek de mümkün olmayan marksizm, çok kültürlülük ve islamcılık eksenini ortaya koyuyor ve hep beraber avrupa’yı kolonileştirdiklerini düşünüyor. çok kültürlülüğü özünde bir yahudi komplosu olarak gören breivik, faşizmin eski ve yeni ‘öcülerini’ tek bir komploda birleştirmiş: komünistler, yahudiler ve müslümanlar.
çeşitli islami görüşler adına insan öldüren terörist ‘muadilleri’ gibi breivik de icat edilmiş bir saflık uğruna insanları katletmeye razı. egemenliğini 1905 yılında kazanan çağdaş norveç, uluslar dünyasına geç katılmış. bu yeri düşleyenler arasında vikingler, kuzey kutbu kaşifleri ve dünya çapında tanınan hayırseverler var.
mücahitlerin metinleri deli saçması olarak nitelendirilip derhal reddedilirken, breivik'in kaçık ideolojik kurgusuna verilen önemin büyüklüğü dikkat çekici. bu, breivik'in deliliğinin ‘temel sebeplerinin’ (göç ve kültürel farklılıklar) irdelenmesi gerektiğini, aksi takdirde, volk(1) terimini üstü kapalı bir şekilde kullanıp, avrupa toplumlarının sosyal uyumlarını kaybedeceğini söyleyen çözümleme yaklaşımlarının kaygılandırıcı bir işareti.
böylesi bir görüş geçerlilik kazandıkça, aşırı sağın terörizmin işe yaradığı sonucuna varması mazur görülebilir. geriye kalan bizler ise kendimizi, geçmiş efsanelerindeki belli belirsiz savaşların taraflarının teröristler tarafından tekrar üretilen imgeleri karşısında bulup, solcuların ve sömürgecilik karşıtlarının eski günlerdeki ayaklanmalarına özlem duyabiliriz. onlar en azından neyin peşinde olduklarını mantıklı bir şekilde açıklayabiliyorlardı.
taktik açısından bakıldığında, breivik’in operasyonun enine boyuna düşünülmüş olduğu şüphe götürmez. ancak, birçok mücahidin aksine, kendisi gibi silahlı kişilerle yüzleşmeye ve inançları uğruna diğerleriyle birlikte kendi hayatını feda etmeye cesareti yoktu. buna rağmen, duruşmasında bir çeşit askeri üniforma içinde gösteriş yapmak istedi.
özenle dikilmiş şık üniformalar, kültürel farklılıklara karşı duyulan nefret ve ırkların saflığına duyulan arzu, faşist mistisizmin parçalarıdır. cihat ideolojisinde olduğu gibi, faşizme duyguları harekete geçirme (ve dolayısıyla da siyasi) gücünü veren onun rasyonel olmayan öğeleridir. breivik ve diğerlerinin batı’da tehdit altında olduğunu düşündükleri şey, saf halkların birliği ile ilişkilendirildikleri anlamın ve en üstün değerlerin hayati kaynağıdır.
batı, varoluşuna yönelik bu ölçekte ve bu ehemmiyette açık bir tehditle karşı karşıya olmadığı için, böylesi bir tehdidin uydurulması zorunlu oluyor. sol partilerle islam’ın olmayacak ittifakı rolünü işte burada oynuyor ve avrupa’yı kolonileştirmek için müslümanların kitleler halinde getirildiği iddia ediliyor. norveç’te müslümanlar nüfusun yüzde üçünden az, birleşik krallık’ta ise yüzde beş dahi değil. buna rağmen, avrupa’nın islam’a ‘kaybedileceğine’ yönelik saçma korku sağ kanatta hayat buluyor. bu korku, avrupa’daki ana akım seçim politikalarının bir parçası olduğu gibi, uzun süredir amerika birleşik devletleri’ndeki (abd) sağcı söylemin de bir öğesi.
bu tehlike tasavvurunda, çok kültürlülük önemli bir rol oynuyor. birçok kişi breivik'in ‘kültürel marksistler’e şaşırtıcı bir atıfta bulunduğunu fark etmiştir. (ben, onları yalnızca üniversitelerin bölümlerinde ve yüksek lisans öğrencilerinin müdavimi oldukları kafelerde görüyorum ve sayıları çok az.) breivik, kısmen, hitler’den kaçıp batının kozmopolit kenti new york’a gelen alman yahudisi akademisyenlerden oluşan frankfurt okulu’na göndereme yapıyor.
‘yahudiler’in batı’da (batı’nın saflığından ve dolayısıyla değerlerinden ölümcül bir biçimde ödün verecek bir şekilde) kültürlerin karışmasını teşvik ederken, müslümanlar ve yahudilerin kendi kültürel güç ve kimliklerini korumuş olduğu düşünülüyor. avrupa, işte bu yüzden ‘bağımsızlığını’ ilan etmeli ve müslüman-yahudi-marksist güruhla mücadele etmeli (ve anlaşılan o ki, bu işe onların çocuklarını öldürmekle başlamalı.)
bu durumda, breivik’in, adı ‘muhafazakarlık’ olan büyük göğüslü, sarışın bir 'avatar’la oynadığı fantastik bilgisayar oyunlarını siyasi analizle karıştırmış olduğunu farz edebiliriz. ancak gerçekten korkutucu olan, çok kültürlülüğün batı için bir tehdit oluşturduğu görüşünün ana temasının, fransa, birleşik krallık, almanya ve italya dahil birçok ülkenin önde gelen siyasi partileri tarafından destekleniyor olması. işte bu yüzden, breivik'in ölüm saçan alçak kudurmuşluğu amaçlarından bazılarına ulaşabilir. göçlerin ‘bizim’ insanlarımızın dengesini bozduğu iddia edilecek. göç, zaten önde gelen batılı güçlerce kısıtlanmakta.
ağzını açma, itaat et ve işbirliği yap
batının bize küresel ölçekte bir imparatorluk sunmuş olup kültürel, ekonomik ve politik gücünü dünyanın dört bir köşesindeki bağlantılarından almış olması ironik bir durum. ‘beyaz’dan çok ‘kahverengi’ batı’yı temsil eden kozmopolit kentler new york, londra ve paris, toplama kampları ve kapalı sınırlar yoluyla ulaşılacağı hayal edilen saflıkla karşılaştırıldığında, gücü ve kendi değerlerine olan güveniyle coşkun bir batı’yı daha uygun bir şekilde gösteriyor.
öyleyse batının değerlerini aşındıran ne olabilir?
bu soru, frankfurt okulu ve onu etkilemiş olanları harekete geçiren sorulardan biriydi. onlar, kapitalizm ve kültürün etkileşimine odaklandılar. kapitalizmin, değeri sadece kâr anlayışına göre ölçüp her şeyi, satılan veya satın alınan bir şeye dönüştürme biçimlerine dikkat çektiler. bu standartlar yavaş ama emin adımlarla toplumun merkezindeki kültürel değerler için geçerli olmaya başladı. benjamin franklin’in söylediği gibi, zaman dahi para oldu. bu doktrin, max weber’i kapitalist zihniyeti ‘ruhu’ olmayan bir ‘demir kafes’ sözleriyle yoğun bir şekilde itham ederken görüldüğü gibi dehşete düşürmüştü.
örneğin, batı’nın avukatlık, gazetecilik, akademisyenlik, doktorluk gibi önemli mesleklerinin kâr anlayışına uyum göstermeye nasıl zorlandığını ve bu anlayışla nasıl bozulduklarına bakalım. sadık kaldığımız değerler; hukuk, hakikat veya sağlık değil para ve ‘verimlilik’. öğrenciler ‘müşteri’, vatandaşlar ‘paydaş’ olarak görülüyor. mesleki birlikler, temsil etmek için var oldukları değerleri geliştirmeye çalışmak yerine, kârlarını riske atmaktan endişe duyuyor. batı’nın seçkin üniversitelerinden mezun olanlar, en büyük düşünürlerimizin fikirleriyle aşılanıp news international gibi büyük kuruluşlara gönderiliyor. burada, ağızlarını açmamayı, itaat etmeyi ve kâr amaçlı karanlık sömürünün işbirlikçisi olmayı öğreniyorlar. bunun karşılığında ise, en azından mali açıdan ödüllendiriliyorlar.
batı’da yaşayan insanların çoğu, kısmen büyük şirketlerin medya ve siyasi partiler üzerindeki hâkimiyeti yüzünden, büyük para meselelerinin konu olduğu siyasetten başka bir siyaseti hayal edemiyor. abd’de ve hatta giderek avrupa’da varlıklı olanlarla yoksullar arasındaki gelir farkı muz cumhuriyetlerindekine benziyor. bankacıların yarattığı mali krizin yükünü ezilenlerin üstlenmeleri isteniyor. gerçek işsizlik oranının yüzde on beş olduğu bir ortamda amerikalı zenginler, çocuklarını vergiye tâbi olmayan özel jetlerle yaz kamplarına gönderiyor.
neoliberalizmin yaptığı sadece kapitalizmin merkezindeki süreçleri hızlandırmaktı. işte bu, batı değerlerinin ve ‘toplumsal uyum’un karşısında yer alan, faşistlerin delice korkularından daha inandırıcı bir tehdit. bu tehdit, açıkça, dışarıdan değil içeriden kaynaklanıyor. kapitalizmin aşındırıcı değerlerini kontrol edip batı’nın en insani değerlerinin hayatta kalmasına uğraşanlar ise (breivik’in hedefi) norveç işçi partisi gibi sosyal demokrat partiler.
tarak barkawi, cambridge üniversitesi, uluslararası çalışmalar merkezi’nde kıdemli okutmandır.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
1. çevirenin notu: volk, almanca ve felemenkçe’de halk anlamına gelir ancak alman milliyetçiliğinde tarihi ve kaderiyle birlikte alman milleti anlamında kullanılır.
Yorumlar