Görüş

Amerika’nın ‘terörle mücadele’den anladığı

Amerika’nın 'terörle mücadele' diye bir stratejisi yok. Bekçilik ettiği ‘eski Ortadoğu düzeni’ni Suudi Arabistan, İsrail gibi eski askerleri ve İran gibi, esasen bu düzenin devamında hep fayda görmüş yeni ortaklarıyla devam ettirmeye çabalıyor.

ABD Başkanı Barack Obama, New York'taki 70. BM Genel Kurulu'nda “Şiddete Varan Aşırıcılıkla Mücadele Liderler Zirvesi” toplantısına başkanlık edecek. [Fotoğraf: AA]

bu yılki birleşmiş milletler zirvesinin önemli toplantılarından biri ‘terörle mücadele’ konusuna ayrıldı.

amerika birleşik devletleri başkanı barack obama, salı günü “şiddete varan aşırıcılıkla mücadele liderler zirvesi” başlıklı toplantıya başkanlık edecek. şüphesiz ‘şiddete varan aşırıcılık’ ifadesinin imâ ettiği şey ‘terör’.

‘terörle mücadele’, 11 eylül 2001’den bu yana amerikan yönetimlerinin ortadoğu’ya bakış açılarını, zihniyet parametrelerini belirleyen en önemli faktör. seçtikleri mücadele yöntemleriyle hangi olumlu sonuçları aldıkları tartışmaya açık. bugüne kadar amerikan yönetimlerinden, ‘şiddete varan aşırıcılıkla’ mücadelede ‘bataklıktaki sineklerin üzerine insansız hava araçlarıyla (drone), tomahawk füzeleriyle gitmek’ dışında bir yöntem, bir akıl göremedik.

batı, demokrasiyi kendi coğrafyasında istiyor, ortadoğu’da değil. arap baharı hiçbir işe yaramamışsa batı’nın bu coğrafyanın halklarına karşı nasıl bir ikiyüzlülük içinde olduğunu ortaya koymuştur.

by Gürkan Zengin


bu ülkede bin 830 düşünce kuruluşu, muazzam kaynaklarla dünyadaki siyasi ekonomik gelişmeleri izliyor, öngörülerde bulunuyor, strateji üretiyor, amerika’nın cumhuriyetçi veya demokrat yönetimlerine tavsiyelerde bulunuyor. bütün bu araştırma ve analiz gücünü arkasına almış olan amerikan yönetimleri, son 15 yıldır yürüttükleri terörle mücadelenin meyvelerini toplayabildi mi? 11 eylül 2001’deki dünyanın o zamana kadar gördüğü en büyük terör saldırılarının üzerinden neredeyse 15 yıl geçti. dünya bugün 15 yıl öncesine göre daha mı güvenli bir yer?

yoksa milyarlarca dolarlık para sadece usame bin ladin’in vücudunu ortadan kaldırmaya mı yaradı?

11 eylül saldırıları olduğunda beyaz saray’da yeni muhafazakârlar diye bilinen israil yanlısı cumhuriyetçiler vardı. sonraki yıllarda dünyanın, içinde türkiye’nin de bulunduğu bölgelerinde önce umut sonra hayal kırıklığı yaratan demokrat başkan obama geldi. ama bütün bu yıllar içinde amerikan yönetimlerinin terörle mücadele algısındaki stratejik hata – eğer gerçekten hata ise – değişmedi.

terör olgusunun kaynaklarına, terörün beslendiği sosyo-politik, sosyo-ekonomik iklime, toplumsal yapılardaki sıkıntılara, dünyadaki gelir adaletsizliğine, bunların yansımalarına hiç bakmadılar.

hangi toplumsal ortam bu örgütlere insan kaynağı yolluyor diye merak etmediler.

terörle değil teröristle mücadele

veya merak edip baktılar da gördükleri tablo işlerine gelmedi.

terörle mücadele etmektense teröristle mücadele etmeyi daha kolay buldular.

halkın kamu harcamalarına dair verilere kolayca erişimini sağlamak için bir araya gelmiş akademisyenlerin oluşturduğu national priorities project’in rakamlarına göre, amerika 2001’den sonra ‘terörle mücadele’ adı altında yaptığı afganistan ve irak işgalleri için 1,6 trilyon dolar harcadı. sadece 2014 ağustos ayından beri işid ile mücadeleye harcanan para pentagon’un resmi rakamlarına göre 2,7 milyar dolar. amerikan istihbarat birimlerinin 14 yılda terörle mücadeleye harcadıkları para ise yaklaşık 231 milyar dolar.

15 yılda ‘terörle mücadele’ye harcadıkları bu muazzam paranın bir bölümünü ortadoğu’da sosyal, siyasal, ekonomik kalkınma ve eğitim projelerine ayırmış olsalardı, kim bilir belki de bundan çok daha iyi sonuç alabilirlerdi. insansız hava araçlarıyla, suçlu suçsuz demeden yukarıdan gelen bombalarla, akdeniz’deki gemilerinden fırlattıkları füzelerle insanları öldürdüler. bu coğrafyalardaki insanların nefretini kazanmaktan başka bir şeye yaramayan işlerdi bunlar.

demek onca analiz ve araştırma gücüne, para kaynağına rağmen bir yerlerde bir yanlışlık var.

ocak 2009’dan itibaren sadece yemen, pakistan ve somali’deki insansız hava aracı saldırılarında 2 bin 464 insan sorgusuz sualsiz öldürüldü. bu insanların 314’ünün ‘sivil’ ve hiçbir terör faaliyetiyle ilgisi olmadığı sonradan anlaşıldı.

arap baharı bir fırsattı

hiç para harcamayıp sadece bu coğrafyadaki insanların serbest seçim, hesap verebilir bir yönetim, daha onurlu bir yaşam taleplerine destek verselerdi bile terörle mücadelede büyük bir mesafe katedilebilirdi. ortadoğu’da, diktatörlüklerin yıkılması talebiyle canını tehlikeye atma pahasına sokaklara dökülen, demokrasi isteyen, hak hukuk ve adalet arayan yüzbinlere, milyonlara destek vermediler. bunu bile yapmadılar.

ortadoğu’dan yükselen bu çığlığın adı arap baharı idi.

arap baharı, batılı büyük aktörler için esasen bir şanstı, belki de son şanstı.

insanlar 1970’lerin sonunda iran devrimi sırasındaki gibi ‘kahrolsun amerika’, 'kahrolsun batı’ ‘kan, intikam’ diye de bağırmıyordu.

amerikasıyla avrupasıyla batı, o sesi duymak istemedi.

oysa daha birkaç yıl önce (2008) kahire amerikan üniversitesi’nde mısır için demokrasi ve özgürlük çağrıları yapan obama’ydı.

‘ortadoğu halkların başına birer diktatör koyar, kaynaklarını onun üzerinden sömürürüz’ devri geçti artık. başta abd tüm güç merkezleri bunu ne kadar hızlı kavrarsa, süreç o kadar daha az kanlı yürür.

by Gürkan Zengin


mısır halkı onun sesini duymuş, ona inanmıştı. aradan üç yıl bile geçmeden aynı değerler için kendini sokaklara atıp, bir tek amerikan karşıtı slogan atmadığı halde kendilerine o mesajları veren obama’nın arkalarında durmadığını, dahası onlara sırtını döndüğünü gördü. obama yönetimi, mısır’da halkın özgür iradesiyle seçtiği yöneticileri  değil, bir diktatörü iktidarda görmek istediğini belli etti. geçen yıl new york’ta obama’nın verdiği yemekte masanın baş konuklarından biri mısır’ın darbeci diktatörü sisi idi. bu yıl da amerikan televizyonlarının baş konuğu o. terörle nasıl mücadele edileceği sisi'ye soruluyor.

ortadoğu’nun müslüman halklarının, obama yönetiminin sergilediği bu tavır karşısında yaşadığı şey muazzam bir hayal kırıklığıdır.

oysa aynı amerika ve  batı, 1989’da doğu avrupa halkları, honecker’den çavuşesku’ya kadar soğuk savaş döneminin o kanlı diktatörlerini birer birer devirken onların yanında yer almıştı. o devrimlerden sonra da amerika ve avrupa diktatörlerini deviren ‘yeni demokrasiler’in arkasında durmuş, demokrasinin avrupa’nın o bölgelerinde kökleşmesi ve kalıcı olabilmesi için milyarlarca dolar kaynak ayırmış, elinden geleni ardına koymamıştı.

batı demokrasiyi kendi coğrafyasında istiyor, ortadoğu’da değil.

bunun sebepleri de belli, uzun uzadıya yazmaya gerek yok.

abd başkanı obama, new york’taki terör zirvelerinde mısır gençliğine ne diyebilir ki? demokratik kanalların tıkandığı, idam sehpalarının kurulduğu bir diktatörlükte yaşamaya devam edin mi diyecek? obama, bugün bir kez daha kahire’ye gidip aynı konuşmayı yeniden yapabilir mi?

amerikan yönetimlerinin, fas’tan pakistan’a kadar olan geniş islâm coğrafyasının yüz milyonlarca insanına ne vaadi olabilir ki?

arap baharı hiçbir işe yaramamışsa batı’nın bu coğrafyanın halklarına karşı nasıl bir ikiyüzlülük içinde olduğunu ortaya koymuştur.

hülâsa-yı kelâm…

amerika’nın 'terörle mücadele' diye bir stratejisi yok. bekçilik ettiği ‘eski ortadoğu düzeni’ni suudi arabistan, israil gibi eski askerleri ve iran gibi, esasen bu düzenin devamında hep fayda görmüş yeni ortaklarıyla devam ettirmeye çabalıyor.

başarabilirler  mi?

mümkün değil.

cin şişeden çıktı bir kere. zamanın ruhuna karşı savaşı kim ne zaman kazanabilmiş ki?

arap baharı’nı bastırmış, özgürlük ve demokrasi taleplerini susturmuş  gibi görünüyor olabilirler, ama görünen şey bir ‘resim’dir. oysa tarihi yapan ‘resimler’ değil ’süreçler’.

ortadoğu’da ‘süreç” bize halkların artık uyandığını, sıradan insanların kendileri ve çocukları için daha iyi bir yaşam uğruna canlarını bile tehlikeye atmaya hazır olduklarını gösteriyor.

belki zor olacak, belki kanlı olacak, ama nihayet ortadoğu’nun ‘eski düzen’i devam edemeyecek. bugün dünya jeopolitik resminde kısa ve orta vadede en net görünen tablo budur.

ortadoğu’da yaşayan insanlar da roma, berlin, londra, washington gibi yerlerde yaşayan insanlar kadar hür ve müreffeh bir hayatı hak ediyor.

‘bu halkların başına birer diktatör koyar, bu ülkelerin kaynaklarını onun üzerinden sömürürüz’ devri geçti artık. batı dünyasının başta amerika olmak üzere güç merkezleri bunu ne kadar hızlı kavrarsa, süreç o kadar daha az kanlı ve herkes için daha sağlıklı yürür.

gürkan zengin, gazeteciliğe 1989'da trt haber merkezi'nde adım attı. çeşitli televizyonların ankara bürolarında muhabir, editör ve haber müdürü olarak çalıştı. cnn türk televizyonunda on yıl boyunca 'editör' programını hazırlayıp sundu. 2011 yılından bu yana al jazeera türk'ün haber direktörü. türkiye'nin dış politikasını mercek altına alan 'hoca' ve 'kavga' (inkılap kitabevi) adlı iki kitabı bulunuyor.

twitter'dan takip edin: @zengingurkan

Gürkan Zengin

1968 yılında ankara'da doğdu. ankara üniversitesi iletişim fakültesi mezunu. gazeteciliğe 1989'da trt haber merkezi'nde adım attı. çeşitli televizyonların ankara bürolarında muhabir, editör ve haber müdürü olarak çalıştı. cnn türk televizyonunda on yıl boyunca 'editör' programını hazırlayıp sundu. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;