Görüş

Çözüm için yeni paradigma ihtiyacı

Türkiye'de kalıcı bir barış ve huzur ortamının sağlanması için eskinin değiştirilmesi yerine tamamen yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Bu paradigma öz olarak herkes için özgürlük, herkes için refah ve herkes için bütünleşme stratejisiyle açıklanabilir.

Kürşad Zorlu, "MHP, terör örgütü ortadan kaldırılmadan ve/veya etkisizleştirilmeden bir şeylerin müzakere edilmesine temelden karşı" diyor. [Fotoğraf: AA]

türkiye’de uzun süre “terör sorunu” olarak adlandırılan ve bugün toplum katmanlarına yayılarak siyasetin ana gündem maddesi hâline gelen sözde “kürt meselesinin” ulusal ve uluslararası alt sorunlarla sistematik bir boyut kazandığı görülmektedir. özellikle son on yıldır, çatışmanın şekli ve yöntemi değişse de olayın terör boyutu güncelliğini kaybetmemektedir. müzakere anlayışının somutlaştığı 2002-2012 döneminde şehit sayısının 1500’ün üzerinde olduğu belirtilmektedir. üstelik sayı ne olursa olsun kandan, gözyaşından vazgeçmemiş ve silahlarından arınmamış bir terör örgütünün varlığı meselenin salt terör tartışmalarının odağından çıkarak siyasal bir zeminde barış için konumlanmasına imkân tanımamaktadır.

o hâlde oslo görüşmelerinin temelinin atıldığı 2007’den bu tarafa “çözüm” adına ortaya konulan en belirgin yaklaşım nedir?

oranı her geçen gün azalsa da vatandaşların beklentisini ve “nihai çözümün bir gün gerçekleşeceğini” düşünmesine zemin oluşturan en önemli değişken hangisidir?

çok açık ki bir üst yönetim stratejisi olarak kabul edilebilecek bu süreç “çözülmeden çözümsüzlüğün” devamını işaret etmektedir. sürecin bu şekilde devam etmesi durumunda çatışmasızlık üzerinden hükümet kısa vadedeki amacına ulaşmakta, örgüt ise isteklerini kabul ettiremese bile bölgesel boyuttaki amaç ve çıkarlarına olabildiğince zemin hazırlayabilme imkânını elde etmektedir. geriye dönüp bakıldığında bu savı doğrulayacak bazı sonuçlar bulunmaktadır.

bir üst yönetim stratejisi olarak kabul edilebilecek bu süreç 'çözülmeden çözümsüzlüğün' devamını işaret etmektedir. 

by Kürşad Zorlu

en basitiyle adalet ve kalkınma partisi'nin (akp) son 10 yılda ulaştığı seçim sonuçları –ki başka etkileyicilerin olmadığı söylenemez– ve örgütün “bizim coğrafyamız” dediği bir alanı büyük ölçüde kontrol edebilir hâle gelmiş olması böylesine bir stratejinin ürünüdür. son anketlerden yola çıkılarak halkın yarısından fazlasının desteklediği varsayılan “sürecin” işte bu çatışmasızlık hâlinin devamı olduğunu ifade etmek mümkündür. ayrıca vatandaşların önemli bir bölümü doğrudan terör ve şehit haberlerini istemediği gibi bunun özellikle ekonomide meydana getirebileceği dolaylı etkileri göz önüne alarak “çatışmasızlık sürecine” belirli ölçülerde destek verdiği ileri sürülebilir.

"biz" vurgusundan "öteki" duygusuna

meselenin kalıcı çözümü ya da türkiye’yi daha vahim neticelerle karşı karşıya bırakma olasılığı dikkate alındığında sürecin bu stratejiyle daha uzun zaman idare edilemeyeceği ortadadır. zira yaşanan gelişmeler, alınan karar ve uygulamalar sistem yaklaşımıyla değerlendirilebildiğine göre bu sürecin gelinen noktada bir inme/felç hâliyle karşı karşıya olduğu söylenebilir. bu hâlin en belirgin yansıması müzakerenin taraflarınca “çatışmasızlık” yaklaşımının uzatılması girişimlerinin samimiyet ve güven açısından toplumsal zeminde olumlu tepki avantajını yitiriyor olmasıdır. çok açıktır ki sadece kürtler için, onlar tarafından ve onların iradesiyle alınacak karar ve atılacak adımlar toplumun farklı kesimlerini "biz" değil "öteki" hâline getirmekte, bölgesel sorunları çıkmaza sürüklemekte ve türkiye’yi kendi eliyle uluslararası tanzim çalışmalarının hedefi haline getirmektedir.

milliyetçilik ve "terör sorunu"

milliyetçi hareket partisi'nin (mhp) soruna yaklaşımı hakkında kamuoyunda bazen tutarlı bazen önyargılı bir değerlendirme yapıldığını ifade etmek mümkündür. mhp’nin türk milliyetçiliği yaklaşımı öteden beri "milli kültürü" odağına alan bir içeriğe sahip olup bu kültürün birleştirici yanının hiçe sayılmasına ve etnik temelli ayrıştırma politikalarına karşı çıkılmaktadır. özellikle 1991’den sonra alparslan türkeş’in meseleye “kültürel zeminde bütünleşmeye evet; etnisite üzerinden ayrışmaya hayır” şeklinde yaklaştığı görülmektedir.

faruk bildirici’nin yemin gecesi (doğan kitap, 2008) adlı kitabında belirtildiğine göre 1992 yılında çatışmaların yoğunlaştığı günlerde leyla zana'nın başını çektiği demokrasi partisi (dep) heyeti alparslan türkeş'i ziyaret etmişti. türkeş görüşmede “biz 900 yıldır kardeşiz. benim yeğenlerim kürt’tür. kardeşim kürt’le evli. bizim ayrılmamız mümkün değildir. bize düşen, türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmaktır” diyerek türk-kürt birlikteliğine vurgu yapmıştı. türkeş’in aynı tarihlerde "biz ne kadar türk isek onlar o kadar türk onlar ne kadar kürt ise biz de o kadar kürt’üz" şeklinde sözleri ile birlikte yaşama iradesine ve toplumsal saygı zeminine dikkat çektiği unutulmamalıdır. bu sebeple türkeş'in ve dolayısıyla mhp’nin bu konudaki politik duruşundan kürtlerin inkârına yönelik kesin bir yargı üretilmesi mümkün değildir. aksine bu söylemin o tarihlerde anadolu’da başlayan toplumsal ayrışmayı engellemeye dönük bir ortaklık vurgusu meydana getirdiğini gözden kaçırmamak gerekir. özellikle orta anadolu şehirlerinden kürt kökenli insanların mhp’ye yoğun katılımı ve güneydoğu’da mhp’nin milletvekili çıkarmayı başarması bu yaklaşımla ilişkilendirilebilir.

"terör varsa müzakere yoktur" 

mhp’nin soruna yönelik algı ve tutumunun gelecekte nasıl evrilebileceğini gösteren en belirgin yaklaşım mhp genel başkan devlet bahçeli’nin son grup konuşmasındaki şu sözlerle anlaşılabilir: “biz asla kan ve intikam peşinde değiliz. ama yapılanlar cezasız mı kalacaktır? ... türkiye, silahlı ve silahsız bütün imkânlarını kullanarak teröristleri silahları ile birlikte adalete teslimiyetini sağlamak zorundadır.”

anlaşılacağı üzere mhp, terör örgütü ortadan kaldırılmadan ve/veya etkisizleştirilmeden herhangi bir görüşme yapılmasına, bir şeylerin müzakere edilmesine temelden karşıdır. mhp’nin uzun zamandır çözüm sürecine karşı çıkması ve buna ilişkin karşıt bir alanı temsil etmesi kamuoyuna yansıyan ve zaman zaman etkisini artıran belli başlı saiklerle meydana gelmektedir. bunlar şu şekilde sıralanabilir:

  • öcalan ile müzakere yapılması,
  • öcalan’ın koşullarında keskin bir değişime gidileceği inancı,
  • türk kavramının birleştirici ve kapsayıcı özelliğinin büyük yara alacağı endişesi,
  • teröristlere siyasi af getirileceği kanaati,
  • “demokratik özerklik” tartışmaları eşliğinde kamu otoritesinin zayıflatılması,
  • özellikle kültürel ve sosyal zeminde halkın ayrıştırıldığı konusunda kesin bir bakış açısının oluşması.
türkiye bugün 'kürt sorunu var mıdır, yok mudur?' tartışmasını aşan bir noktada durmaktadır. siyasal ve sosyal kutuplaşmanın derinleştiği böylesine bir dönemde algısal bakımdan 'terör sorunu' ile 'kürt ve/veya türk sorunu' bir arada irdelenmek mecburiyetindir.

by Kürşad Zorlu

eğer gerçek bir çözüm isteniyorsa...

bu meselenin pratik açıdan içinden çıkılması zor bir noktaya gelmesinde belirgin hususlar bulunmaktadır. öncelikle odağında türkiye'deki kürt kökenli insanların yer aldığı çözüm süreci gerçekten bütün yönleriyle bir özgürlük ve insan hakları mücadelesi midir? başka bir ifadeyle kürtler ya da onlar adına konuştuğunu iddia eden kişi ve kuruluşlar salt barıştan ve çözümden söz ederken var olduğuna inanılan mağduriyetin giderilmesi ya da eşit yurttaşlar olarak kabul edilme isteği ile mi hareket etmektedir? toplumsal dayanakları tek merkez üzerinden götürülen bu süreçle birlikte kendi tarihine, kültürüne, özgürlük alanına saygı duyulmadığını düşünen ve bu düşüncesini ideolojik bir karşıtlığa dönüştürme eğiliminde olan iki kesimin varlığından söz etmek mümkün hâle gelmiştir. söz konusu kesimlerden birisi çözüm sürecinin ortaya çıkışını olsa olsa “bölgesel geri kalmışlığın getirdiği bir başkaldırı” ve “türkiye düşmanı mihrakların kışkırtması” şeklinde değerlendirirken diğer taraf kendisinin bir ötekileştirme siyaseti ile demokratik ve kültürel haklarının verilmemesi ile ilişkilendirmek istemektedir.

bugün türkiye'de kalıcı bir barış ve huzur ortamının sağlanması için eskinin değiştirilmesi yerine tamamen yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır. bu paradigma öz olarak herkes için özgürlük, herkes için refah ve herkes için bütünleşme stratejisiyle açıklanabilir. bununla birlikte türkiye bugün "kürt sorunu var mıdır, yok mudur?" tartışmasını aşan bir noktada durmaktadır. siyasal ve sosyal kutuplaşmanın derinleştiği böylesine bir dönemde algısal bakımdan “terör sorunu” ile “kürt ve/veya türk sorunu” bir arada irdelenmek mecburiyetindir. en önemlisi toplumun olabildiğince bütün fertlerinin kendilerini sürecin bir parçası olarak hissederek katkı sunabileceği bir içerik ve sunum biçimi aynı zamanda doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi de birbirine daha fazla yaklaştıracaktır.

doç. dr. kürşad zorlu, ahi evran üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi öğretim üyesi ve türksam (uluslararası ilişkiler ve stratejik analizler merkezi) bilimsel danışmanı. yeniçağ gazetesinde köşe yazarlığı da yapan zorlu, basın yayın gazeteciler cemiyeti'nde yönetim kurulu üyesidir. 

twitter'dan takip edin: @zorlu77

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Kürşad Zorlu

“demokratik yönetim sürecinde karşılaşılan sorunlar” adlı tezi ile doktora derecesi aldı. bürokraside üst düzey görevler yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;