Görüş

Türklerin Araplara bakışı

Tarihçi Hasan Kayalı, 20. yüzyıla damgasını vuran Arap-Türk yabancılaşmasının 1920’lerden sonra ivme kazandığını söylüyor. Kırılma dönemlerinden biri de 100 yıl önceki Birinci Dünya Savaşı yıllarıydı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusu içinde savaşan pek çok Arap da vardı. [Fotoğraf: AA/Genelkurmay Arşivi]

türklerin araplara ve arapların türklere bakışını tarihsel olarak irdelerken “ne zaman ve hangi bağlamda?”, “hangi türkler?” ve “hangi araplar?” sorularını sormakta fayda vardır. bununla beraber bir genelleme yapmak gerekirse son yüz yılda bu karşılıklı bakışların olumsuz olduğu aşikardır.

cumhuriyet döneminin başlarında, türklüğün, lozan’da belirlenen çerçeve içinde türkiyelilik olarak algılandığı bir dönem vardır. 1920’lerin ikinci yarısından itibaren ise kolektif türk kimliği etnik boyutta tasavvur ve asimilasyona dayalı olarak inşa edilmeye başlanır. büyük ölçüde gayrimüslim topluluklardan arındırılmış olan bu dönem türkiye’sinde önceleri müslüman kimliği türk kimliğine eşdeğer olarak tezahür etmiştir.

daha sonra cumhuriyet rejiminin özgün ve seküler bir türk kimliği oluşturma projesine arapların ötekileştirilmesi eşlik etmiştir. ortaya çıkan türk milleti, küçük istisnaları gözardı edersek, “arap olmayan müslüman osmanlılardan” oluşmuştur denebilir. arap ise sadece türk’ün değil aynı zamanda seküler batı’nın da ötekisi olarak kemalist ideolojinin oluşmasında etkin olmuştur. cumhuriyet basınında, edebiyatında ve ders kitaplarında olumsuz arap imajı pekişmiştir.

soğuk savaş sırasında türkiye batı ittifakı içinde yer almış ve bir ölçüde bunun gereği olarak yeni israil devletine destek vermiştir. yine batı ittifakı çerçevesinde kurulan ve türkiye’nin de dahil edildiği ortak güvenlik antlaşmaları (cento, bağdat paktı gibi), arap ülkelerini de batı yörüngesine çekmeye çalışmışsa da genelde başarısız olmuş, türkiye ve arap ülkeleri arasında devletler ya da milletlerarası bir yakınlaşma gerçekleştirememiştir.

Birinci Dünya Savaşı ile ilgili daha fazlası

arap milliyetçiliği nasıl gelişti? - zekeriya kurşun

birinci dünya savaşı'nı balkanlar çıkarmadı - ilhan uzgel

tarih bu kez nasıl tekerrür edecek? - jeffrey d. sachs

100 yıllık hıçkırık ve kürtlerin devleti - hakan özoğlu

100 yıl sonra aynı tehlike - dominique moisi

'sykes-picot düzeni' değişmeli - mustafa budak

 

1970’lerin petrol krizi, petrol üreten arap ülkelerinin ekonomik ve diplomatik alanda dünya çapında itibar kazanmasına yol açarken türkiye’yi körfez ülkeleriyle ve türk vatandaşlarını da turizm, iş ve alış veriş için büyük şehirlerimize akın eden araplarla -gönülsüz de olsa- dirsek temasına geçirmiştir. yine bu onyılda, çeşitli etmenler (ki bunlar arasında petrole bağlı global ekonomik krizin yol açtığı eşitsizlik, yoksullaşma ve güvensizlik hissi başta gelir) kapitalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi egemen ideolojilerin sorgulanmasına yol açmıştır. bu konjonktürde dine dayanan ideolojiler, en belirgin şekli islam âleminde olmak üzere, prim kazanmıştır.

din üzerinden siyaset yapan necmettin erbakan ve bir ölçüde turgut özal’ın liderlik mevkiinde olduğu dönemlerde, türk-islam sentezine giderek daha sıcak bakan toplumumuzun kesitleri islam ümmetine ve dolayısıyla arap’lara olan bakışını da yumuşatmıştır. 1980’lerin liberalleşme politikaları sonucu arap ülkeleriyle artan ticaret ve müteahhitlik ilişkileri bir yandan dostluklar tesis etmiş bir yandan da sıkı temas önyargıların güçlenmesine sebep olmuştur.

nihayet adalet ve kalkınma partisi (akp) hükümetleri komşu ülkelerde gördükleri ticari potansiyelin de dürtüsüyle araplarla yakınlaşmayı hızlandırmış, yeni osmanlıcılık olarak da adlandırılan ekonomik, diplomatik, stratejik ve kültürel bir atılımla çok yönlü iyi ilişkiler kurmuştur. bu ortamda, arap ülkelerinde yaygın olan ve anti-emperyalist söylemde türk (yani osmanlı) “boyunduruğu” ile avrupa emperyalizmini neredeyse eşdeğer telakki eden bakış da yumuşar gibi olmuştur. başbakan recep tayyip erdoğan’ın gerek davos’ta ve gerek mavi marmara krizinde sergilediği tutum hem türkiye’de hem de arap ülkelerinde onu adeta kahramanlaştırmıştır. ne var ki, arap baharı’nın ardından her bir arap ülkesine özgün tektonik değişimler ve özellikle suriye’deki iç savaş erdoğan hükümetinin komşu ülkelerle geliştirdiği siyasete darbe vurmuştur.

başbakan ve/veya cumhurbaşkanı erdoğan’ın tekrar arap ülkeleriyle iyi ilişkilere girmek ve arap dünyasında nüfuz kazanmak isteyeceği şüphesizdir. bir diğer cumhurbaşkanı adayı ekmeleddin ihsanoğlu’nun da, seçimde şansı ne olursa olsun, gerek kültürel ve bilimsel gerek diplomatik alanlarda arap ülkeleriyle yakınlaşmada büyük gayretleri olan bir şahsiyet olması, arap-türk ilişkilerinin erken cumhuriyet döneminden çok daha değişik bir mecrada seyretmeye devam edeceğine işaret eder.

cumhuriyet rejiminin özgün ve seküler bir türk kimliği oluşturma projesine arapların ötekileştirilmesi eşlik etmiştir.

by Hasan Kayalı

milli devlet öncesi

arap-türk husumeti olarak telakki edilebilecek süreçlerin başlangıcının geç osmanlı dönemine gittiği göz ardı edilemez. ancak eğitim, basın ve kentselleşmenin nispeten zayıf olduğu bu dönemde kapsamlı bir husumetten bahsetmek mümkün değildir. geleneksel osmanlı toplumunda birleştirici öğeler osmanlı saltanatı ve islami ideoloji olmuştur ve müslüman osmanlılar arasında etnik kimlik din bağı kadar kuvvetli olmamıştır.

modernleşmenin hızlandığı ve global olarak sosyopolitik ortamda milliyet duygusunun gittikçe daha belirginleştiği son dönemde osmanlı toplumunun bazı kesitleri bu duyguyu özümsemiş ve yine modernleşmenin gereği ve sonucu olan siyasallaşma sürecinde milliyet öğesini ön plana çıkarmıştır. bu süreç arap ve özellikle suriyeli aydın kesimler arasında hızlı gelişmiştir. bunda, arapça’nın diyalekt farklılıklarına rağmen yaygın bir kültürel homojenlik temsil etmesi ve misyoner faaliyetlerinin arapça bazında bir kimlik gelişmesine katkısı önemli etmenler olmuştur. hıristiyan araplar dil ve edebiyata dayalı bir araplık bilinci geliştirirken müslüman arap aydınlarının etkili bir kesimi arapların islam dinindeki belirgin tarihsel rolü üzerinden araplık şuurunu işlemiştir.

her ne kadar türklük şuuru 19. yüzyılın ikinci yarısında araplık şuuruna oranla güdük kalmış ise de, türkçülük de entelektüel düzeyde zamanla gelişmiştir. ittihat ve terakki’nin merkeziyetçi politikası 1876 anayasası’nda ifade edildiği üzere türkçe’yi devlet dili olarak takviye etmeye başlayınca arapçılık osmanlı’nın güney vilayetlerinde ademi merkeziyetçilerin ideolojisi haline gelmiştir.

1914 öncesinde bu çekişmeler siyaset alanındaki kesimle sınırlı kaldıysa da istanbul’da hâlâ etnik ve dini çeşitlilik göstermekte olan lider kadronun enver paşa gibi bazı önde gelenleri türkçülüğe sempati duymuştur. osmanlı devlet adamlarının asıl amaçları osmanlı devleti’ni idame ettirmek olmuşsa da muhalif seçkin grupları tarafından türkleştirme siyasetiyle itham edilmişlerdir. 

savaş yıllarında artan ittihat ve terakki otoriterliği, savaşın getirdiği güçlük ve baskılar ve bilhassa cemal paşa’nın suriye’de muhaliflere karşı uyguladığı sert yönetim arapçılığı kuvvetlendirmiştir. bu nedenledir ki ingiliz teşvikiyle mekke emiri şerif hüseyin’in çölde başlattığı isyan, osmanlı’nın son dönemlerinde güçlü yöresel unsurlar nezdinde birçok bölgede sıkça patlak veren çeşitten olmakla beraber, bir milliyetçi arap başkaldırısı söylemiyle yapıldı. şerif hüseyin, arapçılık akımlarının içinde olmayan ve prestiji dinsel olan bir liderdi. ne var ki savaşın şartları altında bu söylem diğer arap bölgelerinde güçlü gruplar tarafından benimsendi, suriye’de osmanlı ordularının hezimetinde rol oynadı.

akp hükümetleri komşu ülkelerde gördükleri ticari potansiyelin de dürtüsüyle araplarla yakınlaşmayı hızlandırmış, yeni osmanlıcılık olarak da adlandırılan çok yönlü iyi ilişkiler kurmuştur.

by Hasan Kayalı

türk zulmü ve arap ihaneti üzerine kurulan ötekileştirici milliyetçi söylemin gizlediği bir nokta, savaşı takip eden birkaç yıllık belirsizlik ve arayış sürecinde cereyan eden ilişkilerdir. hem anadolu hareketi hem istanbul hükümeti gerek suriye’de krallık iddiasındaki faysal’la gerek onun kontrolü dışındaki bölgesel liderlerle temaslarda bulunmuştur. gizli stratejik ve siyasi toplantılar yapılmış, anlaşmalar gündeme gelmiştir. 1920 başında ilan edilen misak-ı milli, arap vilayetlerinin kendi kaderini tayin hakkını öngörürken bu bölgeleri dışlamamış ve osmanlı bünyesinde kalmaları kapısını açık bırakmıştır.

kuva-yı milliye’nin işgal güçlerine karşı anadolu’da yürüttüğü başarılı mücadele, ingiliz ve fransız manda yönetimlerinin empoze edilmiş olduğu arap vilayetlerinde sadece hayranlık duyguları yaratmamış, bazı halk kesimleri mustafa kemal’in ordusuyla gelip kendilerini emperyalizmin kıskacından kurtarmalarını beklemiştir. işgalci devletler, özellikle fransa, bir anadolu-suriye işbirliği potansiyelini ustalıkla değerlendirmiş, daha ciddi hasım olarak gördükleri anadolu hareketine tavizler vererek lozan diplomatik sürecinin yolunu açmıştır. lozan, türkiye’nin kaderini arap mandalarından ayırmıştır. 

şeyh said isyanını takip eden yeni bir türk kimliği inşa etme projesi, arap mandalarında benzer bir etnik (bölgesel ya da pan-arap) milliyetçiliğin gelişmesiyle beraber gitmiş, 20. yüzyıla damgasını vuran arap-türk yabancılaşması 1920’lerden sonra böylece ivme kazanmıştır.

hasan kayalı, kaliforniya üniversitesi (san diego) tarih bölümü'nde görevlidir. ortaöğretimini avusturya lisesi ve robert kolej’de, yüksek ögrenimini harvard üniversitesi’nde yapmıştır. arabs and young turks (california university press, 1997) adlı kitabının tercümesi tarih vakfı yayınları’ndan jön türkler ve araplar olarak (1998) çıkmıştır. 

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Hasan Kayalı

kaliforniya üniversitesi (san diego) tarih bölümü'nde görevlidir. ortaöğretimini avusturya lisesi ve robert kolej’de, yüksek ögrenimini harvard üniversitesi’nde yapmıştır. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;