Haber analiz

Esad’ın Alevileri: Kuşatılmış bir toplum

Nir Rosen, Suriye’deki rejim yanlısı Alevi toplumundan farklı kişilerin görüşlerini aktarıyor.

Konular: Suriye
Esad destekçisi Suriyeliler gösteri yapıyor.
Alevi toplumu, Beşar Esad’a yönelik desteğin belkemiğini oluşturuyor. [EPA]

aşağıdaki makale, al jazeera’nın özel muhabiri nir rosen’in hazırladığı yazı dizisinin ikinci bölümüdür. ilk bölümü, “esad’ın alevileri: saltanatın muhafızları” başlığıyla yayınlanmıştır.

lazkiye bölgesi’ndeki 'alevi dağları' üzerinde, yüksek rakımlı bir tatil beldesi olan slonfeh’in yakınlarındaydık. önceki hafta, aynı bölgede öldürülmüş suriyeli bir askerin cenaze çadırının önünden geçtik. slonfeh’in silahlı muhalifler karşısında verdiği iki “şehit” askerden biriydi. mezar el katriye köyüne girdiğimizde şoförüm, etraftakilere yaşlı ve saygın bir alevi şeyhi olan halil hatib’i nerede bulabileceğimizi sordu. bir adam “taşlara bile sorabilirsiniz. onu herkes tanır” dedi.

şeyh, ciddi görünümlü yaşlı bir adamdı. benimle, hizbullah’la bağlantılı el menar uydu kanalının açık olduğu bir televizyonun önünde ders verir bir tarzla konuştu.

“yaşlıysan veya okumuşsan sana şeyh diyebilirler” dedi. suriye’deki krizden din şeyhlerini sorumlu tutuyordu: "onlar akıl şeyhi değil, hava şeyhi. suriye'deki bütün problemler bu yüzden. ben mantık şeyhiyim."

“cumhurbaşkanımız alevi ve bunun sıkıntısını çekiyoruz” dedikten sonra, biraz abartarak ekledi: “dört milyon alevi var. yönetim kadrolarının yüzde birine bile sahip değiliz.” şeyh ve misafirleri, israil ile anlaşma yapması için suriye’ye baskı yapıldığına inanıyorlardı. inşaat mühendisliği profesörü ali canud şunları söyledi: “beşar, onur kırıcı bir barış anlaşması imzalarsa onun karşısında oluruz. hizbullah’ın yanında olmamın sebebi şii olmaları değil, sadece karşı durmaları.” muhaliflerin, rejimi alevilerin kontrol ettiğini iddia ettiklerini söylediğimde, şu karşılığı verdi: “bu yalanlandı. rejim karşıtı saldırıları haklı göstermek için kullanılıyor.” ardından da bakanları, valileri, [devlet kurumlarındaki] genel müdürleri sıraladı ve bu kişilerin çoğunun sünni olduğunu, aralarında çok az alevi bulunduğunu ekledi.

şeyh ona katılıyordu. “israil’le şeytan savaşsa, şeytanın yanında oluruz” dedi. dış güçlerin suriye’ye müdahale etmesi durumunda dünyanın sonunun geleceğini söyledi ve ekledi: “bizi yok etmek istiyorlarsa, buyursunlar gelsinler.”

‘muhalifler cahil’

şeyh silahlı muhaliflerle protestocuları ayırmıyordu: “silahlı kişiler cahiller ve okumamışlar” dedi. misafirlerinden biri de “dağda herkes okumuştur. biz okumaya yöneliriz.” diye ekledi. canud onlara katıldı ve “bu cehaletle bilgi arasında bir çatışma” diye bir yorum yaptı. şeyh, gösterilerin olduğu sahil kentleri bayda ve baniyas’ta okumuş kimse olmadığını, çoğunluğun sünni olduğunu söyledikten sonra devam etti: “[bu kentlerin] etrafındaki alevi köylerinde herkes okumuştur.”

bir asır önce rusya’da yazılmış, (bazen hâlâ doğru olarak kabul edilen) hayali bir yahudi komplosunu anlatan ünlü anti-semitik kitap siyon liderlerinin protokolleri’ni okumamı önerdi. kitabın, suudi arabistan’ın dünya siyonizminin elinde bir satranç taşı olduğunu görmeme yardımcı olacağını söyledi ve “yahudiler, dünyadaki yozlaşmanın sebebidir” dedi.

şeyh, suriyeli sünni muhalif şeyhlerin işbirliği yaptıkları siyonizme bağlı olduklarını söyledi ve birçok alevinin öldürüldüğü silahlı müslüman kardeşler isyanını kast ederek ekledi: “bugünkü isyan 1980’deki ayaklanmayla aynı temel ilkelere sahip.” mevcut protestocuların “sadece başkalarının politikasını yerine getiren araçlar” olduğunu, “kendi ideolojileri olmadığını” ve mezhepçi bir savaş çıkarmak için oynadıkları oyunun hiçbir işe yaramayacağını, çünkü alevilerin mezhepçilik adına kimseyi öldürmeyeceğini sadece kendilerini savunacağını da söyledi.

alevilikte mezhep savaşına girmeyi engelleyen bir ideoloji bulunduğunu vurgulayan yaşlı şeyh, “biz aleviler, kimseden nefret etmeyiz” dedi. canud ekledi: “mezhepçi olan diğer taraf.” şeyh söylenenleri toparladı: “suriye’de 11 milyon insan ölse [bile] mezhep savaşı çıkmaz.”

ideolojik kuşatma

bu görüşleri savunanlar hiç de az değil. şam’da, devlet güvenlik güçleri’nde görevli bir general ve deneyimli bir astsubayla tanıştım. general, hama, masyaflı bir aleviydi. odası, beşar ve babası hafız esad’ın büyük resimleriyle süslenmişti. astsubay da aleviydi ve lazkiye’deki bir dağ köyünden geliyordu. rejimin protestoları bastırmakla durumu kötüleştirdiğini kabul etmiyorlardı. cumhurbaşkanının ilan ettiği reformların muhalifleri sakinleştirmiş olması gerektiğini söylediler. muhaliflerin, silahlı oldukları için, rejimin verdiği tepkiyi hak ettiğini düşünüyorlardı. isyanın silahlı yönünü vurguladılar ve bunun “bir yabancı komplosu” olduğunu iddia ettiler. israil ve abd’ye karşı direnişi desteklediği için suriye’ye dışarıdan saldırıldığına inanıyorlardı. general, medyanın suriye’ye savaş açtığını vurguladı ve “yabancı medya gerçeğin sadece yüzde beşini gösteriyor” dedi.

astsubay, abd’nin irak’ı işgal etme sebebinin, şiilerin beklediği mesihvari bir figür olan mehdi olduğunda diretiyordu. onun yüzyıllardır gizlendiği yerden (gaiba’dan) çıkmasının beklendiğine inanıyordu. irak’taki şiilerden bu teori hakkında birçok şey öğrenmiştim. amerikalıların çoğunun mehdi’yi hiç duymadıklarını söyledim. amerikalıların islamcılarla işbirliği yaptıklarını söyledi. çin’in ortadoğu’yu kontrolü altına almasını engellemek istiyorlardı. “çin’in karşısında müslüman grupları kullanıyorlar; kuran’da ‘sarı bir ırktan’ gelecek tehditten bahsedildiğini biliyorlar” dedi.

ağustos ayının son günlerinde, suriye güvenliği ile bağlantısı olan alevi bir arkadaşımla birlikte, hama’nın dağlık masyaf bölgesi’nde lakbi köyüne kadar gittik. o sabah, devlet güvenlik güçleri’nde çalışan iki subay yol üzerinde kurulmuş bir pusuda öldürülmüştü.

sünnilerin yoğunlukta olduğu bölgelerden uzak durup alevi ve hristiyan köylerinden geçtik. girişleri kayalar ve kum torbalarıyla kapatılan alevi köyleri, silahlı siviller veya güvenlik görevlilerince korunuyordu. yolda, oyuncak silahlarla oynayan çocukların yanından geçtik. masyaf’a girerken birkaç minare gördük. arkadaşım “müslümanlara toprak satmıyorlar. gelip, cami inşa etmelerini istemiyorlar” dedi.

yeşillikler içindeki dağ köyleri arasından kıvrılarak yükselen dar yollardan tırmanarak tek odalı beton bir binaya geldik. içeride yarbay ahmed şevket ahmed’ın ailesine taziyelerini iletmek için bir araya gelmiş çok sayıda subay ve devlet görevlisi vardı. cezayir’deki bir askeri okulda, cezayirli askerleri hedef alan bir intihar bombacısının saldırısında başka bir suriyeli subayla birlikte öldürülmüştü. binanın dışında esad ailesinin o kadar çok fotoğrafı vardı ki, bina iktidardaki aileye adanmış bir mabet gibi görünüyordu.

lakbi, aralarında ülkede en güçlü olanlar dahil, birçok subay çıkarmış. güvenlik kurumu başkan yardımcısı muhammed nasif harbeg bunlardan biri. nasif ailesinin diğer birçok üyesi gibi oğlu da iç güvenlikte çalışıyor.

komplo teorileri

cenazeden sonra, akşam yemeğini harbeg’in yeğeni ile birlikte yedik. yüzbaşıydı. sofrada bize, aralarında halka korku saçan hava kuvvetleri istihbarat hizmetinde çalışan bir subayın da bulunduğu bir grup alevi katıldı. izgara et ve bira eşliğinde, muhalifler (yüzbaşının ifadesiyle “fanatikler”) hakkında konuştular. yüzbaşı “akılları yok” dedi. zihnindeki protestocu imajı onu şaşırtıyor ve rahatsız ediyor gibi görünüyordu. devam etti: “yetmiş bakire alıp cennete gitmek ve şarap ırmaklarına sahip olmak isteyen biriyle nasıl tartışılır? insanlar ilerlerken bizim geriye gitmemiz, uzun sakallar bırakmamız hiç mantıklı değil.”

güvenlik güçlerinde çalışan adamlardan biri, krizden beşar’ın reformlarını sorumlu tutuyordu. beşar döneminde, okullarda çocuklara verilen zorunlu paramiliter eğitim kaldırılmış. böylece, baasçıların etkisi ve ülkeye bir dönem hakim olan (“sonsuza dek esad” diye bağıran, üniformalar içindeki çocuklarla simgelenen) askeri ruh zayıflamış. 

protestocuların itibarını düşürecek açıklamalar arıyorlardı. aralarından biri, suriye’ye osmanlı imparatorluğu tarafından getirilen türkmen paralı askerlerin çocukları olduklarını iddia etti. uluslararası meselelerle ilgili görüşleri basitti ve komplo teorilerine dayanıyordu. örneğin, google’da yöneticilik yapan mısırlı aktivist vail ganim’in bir mason olduğunu öne sürdüler. aralarından biri, amerika birleşik devletleri’nin neden google gibi bir amerikan şirketine israil’in ve abd’nin en yakın müttefiki mübarek’i yıkma izni verdiğini sordu.

yüzbaşı, dünyayı amerika birleşik devletleri’nin kontrol ettiğine inanıyor; diğer ülkelerin itaat etmek zorunda olduğu emirler verdiğini ve türkiye’ye de kendi adına saldırması için emir vereceğini düşünüyordu. hava kuvvetleri istihbarat subayı  “batı sadece güce saygı duyar” dedi. nato’nun desteklediği libyalı isyancıların trablus’u eline geçirmelerinin ardından, nato’nun suriye ile savaşması olasılığından kaygılanıyorlardı.

bana, amerika birleşik devletleri’nin neden “tunus, mısır ve suriye’deki islamcı partilerle ittifak yaptığını” sordular. onlara göre bütün bu muhafazakar dini gruplar birbirinin aynısıydı ve bir emirlik kurmak istiyorlardı. yüzbaşı, rejimle muhalefet arasındaki mevcut çatışmaları eski bir komplonun devamı olarak görüyordu. 1960’larda mısırlı cemal abdülnasır’ın suriye’deki müslüman kardeşler’le işbirliği yaptığını söyledi. nasır’ın arapların sesi (voice of the arabs) radyosu’nda, suriye’deki baas partisi yandaşlarını hedefleyen bir programı varmış. “tıpkı bugünkü al jazeera ve arur gibi” dedi. sürgünde muhalefetin lehine yayınlar yapan, mezhepçiliği kışkırtan sünni din adamı şeyh adnan el arur’dan bahsediyordu.

hava kuvvetleri istihbarat görevlisi kendinden emin bir şekilde “rejim asla yıkılmayacaktır” dedi. yüzbaşı ise “güvenlik güçlerinin peşine düşmek devletin sonu demektir. bu iç savaşa yol açar” diyerek onu destekledi. yüzbaşı, güvenlik güçlerine alevilerin hakim olduğunu kabul etmiyordu: “subayların yüzde altmışı sünni” dedi. not defterimi aldı, ‘yüzde 60’ yazdı ve yanına ‘subaylar’ kelimesini gösteren bir ok işareti çizdi.

o gece, alevi köyü rabia’ya döndük. köye giden yolların biri üzerinde bir kontrol noktası vardı. sivil giysiler giymiş tüfekli on adam yolcuların kimliğini belirlemek üzere arabaları durduruyordu.


"isyan başladıktan sonra şam'daki kimi alevi mahalleleri devlet yardımı görmüş." [reuters]

varoş ziyareti

devlet güvenlik güçlerinde astsubay olan şaban bana eşlik ediyordu. rabia’da yaşıyordu. ailesinin şam’ın alevi varoşu iş el verver’de bir evi vardı. sünnilerin, rejimi alevilerin kontrol ettiğini ve rejimden faydalandıklarını düşündüklerini söylediğimde, ailesini ziyaret etmemi önerdi ve “iş el verver, kentin yukarısında, sarp bir yerde kurulmuş ve iyi hizmet almıyor. yani, nasıl oluyor da her şeyi aldığımızı söyleyebiliyorlar? bizim hiçbir şeyimiz yok” dedi.

“arıkuşu yuvası” anlamına gelen iş el verver’e güvenlik güçlerinde çalışan bir başka astsubay olan ebu beha ile birlikte gittik. varoşun yarı bitmiş evleri brezilya’daki favela’ları andıracak şekilde birbiri üzerine rastgele inşa edilmişti. aşağıda, çoğunluğu sünni olan birzeh mahallesi vardı. iş el verver’de güvenlik güçlerinde çalışan çok sayıda insan yaşıyor, ancak sakinleri okul ve devlet daireleri için birzeh’e gitmek zorunda. birzeh’in gösterilere katılmayan sünni sakinleri tehditler almış. sadece gösterilere katılmadığı için rejim yanlısı olduğundan şüphelenilen bir adamın arabası bir sabah saat üçte havaya uçurulmuş.

isyanın başlarında, iş el verver’deki aleviler çok provokatif davranmışlar. suriye güvenlik güçleri rejim karşıtı gösterileri bastırdıktan sonra, birzeh’te “beşar esad, seni seviyoruz!” gösterileri düzenlemişler. ancak en sonunda yoğun provokasyonlar birzehlilerin öfkesini uyandırmış ve şiddetli çatışmalar olmuş.

mezhepçiliğin kırılma hattı üzerinde çatışanlar, iş el verver ve komşu sünni varoşlardaki 'lümpen proletarya'ymış. iş el verver’in karşı tarafındaki bir tepede küçük bir sünni mahallesi olan suveyda var. ebu beha, yönetimin en son müdahalelerinden sonra birzeh ve suveyda’daki gösterilerin sona erdiğini söyledi. suveyda mezarlığında çok sayıda silahın gizlenmiş olduğunu iddia etti.

yoksul sünniler ve alevilerin çok fazla ortak noktası var ve aynı kaygılara sahip olabilirlerdi; ancak rejim, ortak toplumsal sorunlar pahasına, mezhep ayrılıklarını yerleştirmekte başarılı olmuş.

isyan başladıktan sonra, alevi varoşu iş el verver, bir miktar devlet harcaması görmüş. girişindeki köprü yenilenmiş ve takviye edilmiş. bürosu esad ailesinin resimleriyle süslenmiş muhtarı, 70.000 sakini için sadece tek bir ilköğretim okulu bulunduğunu ve çok kalabalık olması yüzünden çocukların çoğunun birzeh’teki okullara gittiğini söyledi. iş el verver, aynı zamanda, birzeh ile aynı sağlık kliniğini kullanıyor. muhtar, birzehli kişilerin nisan ayında iş el verver sakinlerine saldırdığını ve muhaliflerin cenazeleri sırasında yolları kapatarak iş el verver sakinlerinin dışarı çıkmalarını engellediklerini de söyledi. yetkililer iş el ververli iki kişinin öldürüldüğünü teyit ettiler. güvenlik güçlerinde astsubay olan malik abbas, işten eve dönerken birzeh’te vurulmuş; aziz musa da kafirlikle suçlanmış ve bıçaklanmış.  ebu beha, o dönemde, birzeh’ten sorumlu bir müslüman emir bulunduğunu da iddia etti.

iş el verver’in sakinleri arasında bazı sünniler de var. ebu beha “irak krizinden sonra fiyatlar yükseldiği için bazı sünniler buraya taşındı” dedi. ancak burada yaşayanların çoğunluğu, çalışmak için başkente taşınan kırsal kesim kökenli aleviler.

ebu beha’nın iş el verver’in yukarı tarafındaki mahallesi hazin 12 yıl önce kurulmuş. yollarını, hem malzeme sağlayıp hem de kendi emekleriyle mahalleliler inşa etmiş. çoğunluğu, kapıları hafif aralık kalacak şekilde bağlanan, arka tarafında tahta oturaklar bulunan küçük minibüslerle işe gidip geliyor. tehlikeli dik yokuşu inmek için 5 suriye lirası (10 abd senti) ödüyorlar.

aile hayatı

ebu beha gülerek “maliki de yaşayabilseydik burada yaşamazdık” dedi. başka bir tepe üzerinde bulunan seçkin bir mahalleden bahsediyordu. “maliki’deki bir evle iş el verver’in tamamını satın alabilirsiniz” dedi. iş el verver’daki evleri insanlar zamanla kendileri inşa etmiş. ebu beha ilk odasını 11 yıl önce inşa etmiş. o da, diğerleri gibi, para buldukça diğerlerini eklemiş.

“üç yıl öncesine kadar suyumuzu kendimiz çekiyorduk; kanalizasyon yüzünden hastalıklar yaşandı” dedi. ‘olaylar’, yani isyan başladıktan sonra bazı iyileştirme çalışmaları yapılmış. mahalle halkının inşa ettiği kanalizasyon borusunu gösterdi. dağın yamacından, aşağıdaki bir kanala dökülüyordu.

iş el verver’daki araziler özel mülkiyet değil. büyük bir bölümü devlet arazisi ve mahallede yaşayanların çoğu yasalara göre bu arazileri işgal etmiş sayılıyor. ebu beha, 2006 yılında, söz konusu arazilerin mülkiyetinin üzerinde yaşayan kişilere verilmesi için bazı çalışmalar yapıldığını söyledi. bölgenin ayrıntılı bir planı çıkarılmış ancak daha sonra hiçbir şey yapılmamış.

iş el verver’in, idari sistemdeki sorunlar yüzünden unutulup gittiğini anlatırken “ne belediye ne de valilik bize yardım ediyor” dedi. birçok yoksul alevi’den duyduğum ihmal edilme duygusunu “sünni yetkililer, sünnilere, alevi yetkililer de sünnilere yardım ediyor” diyerek ifade etti. rejime neden bu kadar müteşekkir olduklarını sorduğumda “çünkü eskiden neredeydik, şimdi neredeyiz diye düşünüyoruz” yanıtını verdi ve ekledi: “eskiden etrafımız dağlarla çevriliydi.” ebu beha’nın babası ordudaymış. hama vilayetindeki barin’den iş el verver’e bu yüzden taşınmışlar. iş el verver’de evlerin hepsinde ordu veya güvenlik güçleri için çalışan biri olduğunu söyledi.

ziyaret ettiğim birçok muhafazakar sünni evin tersine, ebu beha’nın evinde kadınlar başörtüsü takmıyordu ve erkeklerle selamlaşırken öpüşüyorlardı. evdeki kadınlar benim de elimi sıktılar. herkes aynı sofraya oturdu.

ebu beha’nın 16 yaşındaki oğlu beha, evde ramazan ayı için oruç tutan tek kişiydi. sünnilerin hakim olduğu suriye’de genç alevilerin yaşadığı kimlik krizinin bir örneğiydi bu. birzeh’teki bir okula gidiyordu. okullar açıldığı zaman, sınıf arkadaşlarından bazılarının gösterilere katıldığını öğrendiğinde gerilim yaşanıp yaşanmayacağını merak ettim.

erkekler, gösteriler sırasında ordunun havaya ateş açtığında diretiyordu. güvenlik güçlerinden ölenler vardı ama ‘onlardan’, yani muhaliflerden ölen yoktu. ebu beha’nın kayınpederi bir ilköğretim okulunda müdürdü. devlet memurlarının otobüslerinin hums’ta taciz edildiğini söyledi. göstericilerin, sağlık kliniklerini ve itfaiye merkezlerini yaktığını da ekledi. ebu beha “birzeh’te de aynısını yaptılar” dedi. okul müdürü, sünni bölgelerdeki öğrencilere gösterilere katılmaları için 200 suriye lirası (4 abd doları) verildiğinde ısrar etti. hums’un varlıklı el inşaat bölgesindeki sünnilerin, zengin oldukları için gösterilere katılmadığını iddia etti ve “onlar arabalarının kapılarını bile kendileri açmaz” dedi. el inşaat’a gösteri için gelenlerin hums’un alt sınıflara ait bab es seba bölgesinden yoksullar olduğunu da söyledi. hums ve mahallelerinde uzun bir süre geçirmiş biri olarak bunun doğru olmadığını biliyordum, tıpkı el inşaat’ta cenazesine katıldığım gençlerin anne babalarının bildiği gibi.

bu ailenin üyeleri gibi, aleviler, devlet ve müslüman kardeşler arasındaki 1979-1982 iç savaşını müslüman kardeşlerin gerçekleştirdiği suikastlar ve bombalamalarla hatırlıyor. ebu beha “o günlerde akıl sahibi herkesi yok ettiler. doktorları ve hakimleri öldürdüler” dedi. kayınpederi de ekledi: “şimdi amaç ihtilaf yaratmak ve ekonomiyi yok etmek; devleti devlet yapan her şeyi [yok etmek].” hums’un çoğunluğu alevi olan hadara caddesi’nde saldırıya uğrayan sünni dükkanların, sünnilerce silah deposu olarak kullanıldığını iddia etti. aslında, dükkanlara, öldürülen üç alevi gencin intikamını almak için saldırılmıştı. ebu beha suçu muhafazakar sünni selefilere attı ve ekledi “abd eski başkanı [george w.] bush gibiler. “‘bizimle değilseniz bize karşısınız’. suudilerin kafir addetme (tekfir) hareketi sürdürülüyor.”

alevilerin rejimden faydalandıkları düşüncesine katılmıyorlardı. ebu beha’nın kayınpederi” al jazeera’nın şabiha dediği adamlardan biri işte bu!” dedi. şabiha, devletin para ödediği haydut anlamına gelen argo bir kelime. ardından da ekledi: “bakın nasıl yaşıyor? bu [yaşam standardı], iş el verver’de yaşayan insanların yüzde 70’inden iyi.”

ebu beha’nın bazı akrabaları daha geldi ve paraguay çayı içildi. alevilerin çoğu gibi onlar da eski doktor, şimdiki cumhurbaşkanı beşar esad’ı destekliyordu. ebu beha, yolsuzluk yapan devlet görevlilerinin beşar’ın reformlarını engellediğini ve onu zayıflattığını iddia etti.

ebu beha konuşmayı şöyle noktaladı: “beşar, dürüst ve samimidir. hepimiz ‘doktorun’ yanındayız”.

twitter’dan takip edin: @nirrosen

Nir Rosen

çağdaş ve uluslarası konularda çalışmalar yapan amerikalı bir gazetecidir. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;