Türkiye
'Annem ve babam bana bir hayat borçlu'
Bu sözler, yetiştirme yurtlarında büyüyen Demirhan Kadıoğlu’na ait... Kadıoğlu, kendisi ve aileleri tarafından terk edilmiş çocukların hikâyelerini bir kitapta topladı. Kitabın adı; “Yetiştirilmiş Hayatlar”. Ona göre, annesizlik kapkara bir kuyu. İçinden çıkmaya çalıştıkça dibe çekildiği...
annesi tarafından bakırköy çocuk yuvası’na bırakıldığında henüz 1,5 yaşındaydı. puslu olsa da o günü anımsadığını söylüyor. annesinin gözünden akan yaşı, onu son kez öpüp koklamasını ve dudaklarından çıkan o son cümleyi: seni geri almaya geleceğim, söz!..
ama annesi sözünü tutmadı, oğlunu almaya gelmedi. ilk iki yıl görmeye geldi, bir daha da arayıp sormadı.
bakırköy çocuk yuvası’nın kapıları onun çocuk çığlıklarına sağır kaldı. demir kapı onun için hiç aralanmadı. her bayram, her hafta sonu gözleri yuvanın kapısına kadar uzanan dar yola kilitlendi. her defasında yaşadığı koca bir hayal kırıklığı oldu.
demirhan kadıoğlu, devletin yetiştirme yurtlarında büyüyen binlerce çocuktan sadece biri.
bugün 48 yaşında. kadıoğlu’nun yazdığı “yetiştirilmiş hayatlar” kitabı binlerce yetim çocuğun sesi oldu. kadıoğlu ile kitabını, acılarını, özlemlerini ve de terk edilmişliğini konuştuk.

“bir söz bir ömre mal oldu”
“çocuk yuvası müdürünün yanında annem bana, "birazdan geleceğim" dedi. bana öyle söz vermişti. inanmıştım. o söz bir ömre mal oldu. hiç gelmedi. arkadaşlarımın yakınları gelir, dışarı çıkarlardı. ama benim ne gelenim ne de gidenim vardı. ben de arkadaşlarımın mutluluklarıyla mutlu olmaya çalıştım. kırıntılarla teselli buldum hep” diye özetliyor annesinin yokluğunu, boşluğunu.
ona göre, annesizlik kapkara bir kuyu. içinden çıkmaya çalıştıkça dibe çekildiği...
anne; kadıoğlu için kutsal. hayatında özlemini çektiği bir figür. ama aynı zamanda yalanların da başlangıcı… tutulmamış söz… hissedilmemiş bir koku… anne sevgisi yabancı bir duygu onun için.
annesiz, babasız olmanın, yetiştirme yurdunda yaşamanın bir sorun olduğunu ilk kez ilkokulda anlıyor.

"anan baban bakmamış; devlet mi bakacak"
defalarca duyduğu laflardan, onu en çok yaralayanı bu.
yetiştirme yurtlarında kalan çocukların toplum tarafından ayrımcılığa uğradığına dikkat çekiyor. ayrımcılığın daha çocukluktan başladığını söylüyor. sınıf arkadaşlarının sürekli “annen, baban var mı?” soruları altında ezildiğini söylüyor. “verilecek cevabım yoktu; çünkü benim annem, babam yoktu” diyor.
70’li, 80’li yıllarda kendilerine “yurtlu” dendiğini ve bir anlamda da damgalandıklarını dile getiriyor. tartışmaların sonunda hep “sen zaten yurtlusun” sözleriyle baş başa kaldıklarını söylüyor. sadece çocukların değil, yetişkinlerin de yurtlarda kalan çocuklara karşı ayrımcı dil kullandığından yakınıyor.

ilk buluşma
18 yaşını dolduran yetiştirme yurdunda kalan her genç gibi o da “ev bellediği” yerden ayrılmak zorunda kaldı.
yetiştirme yurdundan ayrılmasıyla birlikte tamamen tesadüfi bir şekilde dedesiyle buluşuyor önce... kaybettiği kimliğini yenilemek için gönderdiği evrak, nüfus müdürlüğü yerine tokat erbaa’daki köy muhtarlığına gidince dedesi ortaya çıkıyor. sonra da anneye giden yol beliriyor.
annesiyle ilk kez 1985 yılında karşılaşıyor. kadıoğlu 19 yaşında… anne istanbul’da yaşıyor. evlenmiş, çocukları var. ilk karşılaşmalarını şöyle anlatıyor:
"ilk karşılaştığımızda kan çekiyor derler ya, aynen öyle oldu. annemi görünce, 'bu yüz bana yabancı değil' dedim. çığlık atacak gibi oldum. annemin yüzünü görünce geçmişteki olaylar zuhur etti. birbirimize sarıldık, ağladık."
“annedir, sevgisini benden esirgemedi. ama ben o köprüyü kuramadım” diyerek iç geçiriyor.

babasını da hemen ardından buluyor.
babası mecidiyeköy’de yaşıyor. hatta iki buçuk yıl aynı evi paylaşıyorlar. geçen süreyi, “ben baba şefkati beklerken aynı evde yaşayan iki yabancı gibiydik, dünyayı kurtarıyorduk sohbet ederken ama özel konulara hiç girmedik. kilitlemişti o kapıyı, açılmasını da istemiyordu” diyor.
babasından ne şefkat görebilmiş ne de baba oğul arasındaki bağ kurulmuş. babasını yakın zamanda toprağa vermiş.

“neden beni terk ettiniz”
bu soruyu ne annesine ne de babasına soruyor. “yüzleşmekten korktum belki de” deyip kestirip atıyor. kaynaşamadıklarını da itiraf ediyor. “belki 7-8 yaşında tanımış olsaydım mümkün olabilirdi. ama 20 yaşına gelmiştim, yapamadık” diyor.
annesiyle görüşüyor, iki haftada bir. üvey kardeşleriyle de ilişkisi aynı düzeyde.
“karikatür yeteneğim genetik”
kadıoğlu’nun en büyük tutkusu karikatür ve çizgi roman. üçüncü sınıftan bu yana karikatür çiziyor. tommiks, texas ve zagor okumaktan hâlâ keyif alıyor.
ilkokul çağında kendini gösteren çizim yeteneğinin aslında genetik olduğunu babasını tanıdığında fark ediyor. üç oğlunun büyümesiyle de bu görüşü pekişiyor. üç kuşakta da çizim kabiliyeti var. babası yağlı tablo resim yapıyor, kendisi karikatür çiziyor, oğulları da anımsayamadıkları dedeleri gibi resim yapıyor. babasından kalan tek bir miras bir tablo.
karikatür aslında onun için bir kaçış yolu. karabasandan uyanmak isteyen çocuğun sarıldığı oyuncağı misali… çevresindekiler her ne kadar çok fazla çalışmasından şikâyet etse de “eğer çizmezsem o zaman kötü olur. allah’tan yaşadıklarımı kâğıda dökebiliyorum. karikatür çiziyorum. ben hayatımdaki boşluğu karikatürler doldurmaya çalışıyorum. ama gelin görün ki, diğer bir yandan da boşa yazılmış kâğıtlar gibi…” diyor.
“yetiştirilmiş hayatlar”
kitap 209 sayfadan oluşuyor. iki yüz arkadaşıyla yaşadığı yurt hayatını anlatıyor. kendi dönemini yani, 60, 70 ve 80’li yılları talihsiz yıllar olarak yorumluyor.
yurtlarda kışla tipi bir yapılanma olduğunu, 12 kişilik odalarda kaldıklarını söylüyor. en sinir olduğu şey de sabahları nöbetçi öğretmenin ranzalara vurarak çocukları kaldırması.
yurt arkadaşlarının ismini unutması pek mümkün değil. birçoğu cami avlusuna bırakılan isimsiz bebekler… yurt yönetimleri tarafından isimlendirilmişler. döneme damgasını vuran politikacılarla dolu bir arkadaş listesi var. "süleyman demirel, bülent ecevit… hepsi benim arkadaşımdı. hatta aralarında bir de cengiz topel vardı” diyor.

'devlet yetimlere daha özenli olmalı'
"çocuk olmak zor ama yetim çocuk olmak daha da zor bu ülkede. devlet yetiştirme yurtlarını kurallar manzumesiyle yönetmeye çalışıyor ama zor. bir çocuğu hatta ve hatta yetim bir çocuğu bununla idare edemezsiniz. bugün yetiştirme yurdunda yetişen bir çocuk kendini toplumdan alacaklı olarak görüyor” diyor kadıoğlu.
kendi dönemlerinde yurtta kalmanın daha zor olduğunu vurguluyor.
kadıoğlu kendi dönemindeki şartları “tokat yetiştirme yurdu’ndayken üzerimize giyecek paltomuz yoktu, yırtık kara lastik ayakkabıyla giderdik okula. önlüğümün rengi de solmuş, artık grileşmişti. ben o önlüğü kullanan üçüncü kişiydim” diyerek özetliyor.
bugün gelinen noktadaysa, devletin kendini eskiye oranla yenilediğini düşünüyor ama yine de yetiştirme modellerinin yetersiz kaldığını söylüyor. kadıoğlu’na göre, çocukların toplumdan izole olması değil, kaynaşması gerekli.
kaynak: al jazeera
Yorumlar