2015 Genel Seçimi
‘HDP kendini jiletler’
Başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığı görevinden milletvekili adaylığı için istifa eden Taha Özhan HDP'nin 'baraj altı kalırsak çözüm süreci biter' yaklaşımını "HDP kendini jiletler" olarak tanımladı. Özhan, 'Refah’ın merkez sağa yaptığını, HDP de CHP’ye yapabilir' diyor.

başbakan davutoğlu’nun başdanışmanlığı görevinden milletvekili adaylığı için istifa eden taha özhan 2015 seçimlerini ak parti için ‘hayati’, muhalefet için ‘son şans’ olarak değerlendiriyor. muhalefet partilerinin bir 2015 gündemine gelme krizi yaşadığını savunan özhan’a göre, muhalefetin bunu aşmaması halinde normalleşme krizleri daha da derinleşecek.
aljazeera’nin sorularını yanıtlayan taha özhan, chp’lilerin bir arada kalabilmelerini ‘tarihsel jet lag’ yaşamalarına bağlıyor. özhan’a göre “mhp meclis’te var olma hedefiyle sınırlanmış bir yapı, hdp ise imkânsız bir misyonun içinde. hdp ayrıca refah partisi'nin merkez sağa yaptığını chp’ye yapma potansiyeli taşıyor."
dolmabahçe mutabakatının “sahici” olduğunu söyleyen özhan’a göre, bunun “10 maddeye yansıması hazmedilmiş durumda”. “hdp’nin baraj altında kalması çözüm sürecini sekteye uğratır mı?” sorusuna ise “hdp bu işte bir paydaştır ama hdp’nin kendi aldığı kararlar sonrasında kendini jiletleyen bir aktör pozisyonuna oturmasını biz ne kadar engelleyebilirsek, o kadar engelleyeceğiz” yanıtını veriyor.
2015 seçiminin ak parti açısından önemi nedir?
ak parti kendi içerisinde bir elit dönüşümü yaşadı. sayın başbakan, cumhurbaşkanı seçildi. ak parti kendi içinden ikinci cumhurbaşkanını seçmiş ender partilerden birisine dönüştü. hem de halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı oldu. olağanüstü kongresi’ni yaptı. yeni bir başbakan seçildi. 12 yıl boyunca erdoğan’ın yanında yer almış, birçok kriz durumu ve badirenin atlatılmasında bulunmuş, bu anlara şahitlik etmesi anlamında partinin kurumsal hafızasını temsil eden ve bu hafızayı elit dönüşümü sırasında geleceğe taşıma noktasında önemli isimlerden biri olan dışişleri bakanı davutoğlu, sancısız bir süreç ve genel bir kabulle başbakan oldu. onun da ötesinde üç dönem kuralından dolayı ak parti’nin önde gelen isimlerinde ciddi bir değişiklik olacak.
bu değişimleri ak parti istikrarlı bir şekilde götürdüğü sürece kendisi açısından çok kritik bir dönüşümü salimen tamamlamış olacak. bu birincisi. ama ikincisi daha önemli.
o da şu; siyaset bilimi literatüründe üç genel seçimi ardı ardına kazanan bir partiyi, dördüncüsünü de kazanınca ‘hâkim parti’ diye tarif ediyoruz. uluslararası literatürde de kabul görmüş bir tarif, tanımlama bu. ama polarizasyonun (kutuplaşma) olduğu söylenen bir ülkede, bir partinin yüzde 50 civarında oy ile dördüncü seçimi kazanması, orada günlük siyaset yapımını aşan ciddi sosyolojik, siyasal bir dalganın olduğunu, derin bir transformasyonun olduğunu gösterir.
nasıl bir dönüşüm sözünü ettiğiniz?
şunun şurasında 15 – 16 yıl önce ülkede yaşanmış bir darbenin ardından o damardan gelen herhangi bir unsurun hiçbir şekilde siyasette, hele de iktidar edici bir şekilde yer alamayacağına dair, ulusal ve uluslararası bir kanaatin oluşturulmasının ardından, 1997 darbesinden (28 şubat süreci) 5 yıl sonra iktidara gelmişse, burada hiç değilse üzerinde çalışılması, düşünülmesi gereken siyasal, sosyolojik fenomen olduğunu gösterir.
ak parti o fenomenin, o sosyolojik dalganın üstünde yüzen, hareket eden bir parti. ve bu dalga tahmin edilenden çok daha güçlü bir dalga…
bu sosyolojik dalgaya ilgi gösterip; dinamiklerini, unsurlarını anlamaya çalışırsanız, ak parti’ye dair fikriniz daha derli toplu olur. ama buna ilgi göstermeyip, günlük siyasetin çıkışlarına takılırsanız, iniş çıkışlarıyla fazlasıyla uğraşırsanız, taktikleriyle uğraşırsanız, buradan fazlaca bir yere gidemezsiniz. asıl olan şey, o dip dalganın, sosyolojik dalganın, siyasal dalganın mahiyetine bakmak, dinamiklerini gözlemlemeye çalışmaktır.
ne var o dalgada?
orada birkaç şey var. bir; seksen yılı aşan birikimin getirdiği sıkıntılar var. o sıkıntılar ile yüzleşen, daha kurulduktan hemen sonra iktidara gelmiş olan bir parti. o parti bu yüzleşmesinden başarı ile çıkmış. temel başlıkların tamamında, geçmişte görülmemiş bir şekilde farklı bir pozisyon almış, bunun arkasında durmuş ve türkiye’nin kangren diye görünen en temel birkaç meselesinde ciddi mesafe kaydetmiş. askeri vesayet ile mücadele, yargı vesayeti ile mücadele, en temel insan haklarını ilgilendiren başlıklarda ciddi ilerleme sağlanması, kürt meselesinde ilk kez bir iktidarın proaktif bir şekilde ortaya çözüm iradesi koyması gibi başlıklar, bu dalganın verdiği güçle, bu dalganın ortaya çıkardığı sermaye ile yapılabilmiş işlerdir.
dolayısıyla, burada aynı anda hareket eden, birbirini besleyen sosyolojik bir dalga, başarılı bir siyasi elit, projesi olan, bir şekilde kafasında derli toplu, başı sonu belli bir türkiye yol haritasına sahip bir ekip ve üstüne erdoğan liderliği ile başarılmış bir son 12 – 13 yıldan bahsediyoruz.
erdoğan’ın burada rolü ne?
erdoğan’ın burada rolü, diğer saydığım unsurların yanında, tabiî ki tam bir devrimci rol. bir dalgakıran rolü.
bu unsurları geçmişte de bir şekilde etrafında bulmuş başka liderlikler de oldu. ama o liderlikler bu sermayeyi böylesi bir çıktıya dönüştüremediler. işte tam da burada erdoğan’ın rolü, devrimci yaklaşımları ve dalgakıran unsuru devreye giriyor. bu, başarıyla hayata geçirildi ve ciddi anlamda bir liderlik sergilendi.
bu, siyasette farklı cümlelerle ak parti tarafından kavramsallaştırıldı, millet de bunu satın aldı. ‘milletin emanetini yerde bırakmadık’, ‘vesayete karşı mücadele ettik’, ‘türkiye’nin normalleşmesini sağladık’, ‘türkiye’de dönüşümü sağladık’, ‘durmadık, yola devam edeceğiz’, ‘yeni türkiye’ dendi.
son 12 -13 yılın lügatine bakarsanız, neredeyse tamamının bizatihi ak parti tarafından inşa edildiğini görürsünüz. bu bile tek başına aslında meselenin dönüşümünü anlamak için önemli bir unsurdur.
neden bu kadar önemli bu?
şundan dolayı; bir muhalefet de var türkiye’de. normalde muhalefet çok daha üretken olur. çok daha fazla kavramsallaştırma ile gelmesi beklenir. ama kavramsallaştırmalarınızın etkili olabilmesi için en başta bir şart vardır, ondan sonra diğerleri gelir. siyasetteki kavramsallaştırmalarınızın bir ‘eş zamanlama krizi’ yaşamaması lazım. “
ne demek bu?
bir geleceğe dair olması lazım. yani geçmişe ait kavramsallaştırmalar olmaması lazım. geçmişe ait sorunların içerisinde boğulup, oradaki sorunların içinden konuşan bir kavramsallaştırma olmaması lazım.
muhalefetin diline, icat ettiği lügate bakarsanız, tam aksi olduğunu görürsünüz. bir kere tamamen, reaktif olduğunu görürsünüz. yani ak parti’nin ortaya koyduğu vizyon, perspektif ve icraatlara karşı reaktif kavramsallaştırmalar olduğunu görürsünüz. bu, beraberinde negatif gündemi getirmiştir. zaten reaktif ve negatif gündem, tek başına tüketici olmak için yeterlidir. inşacı bir sürecin önünü açmaz.
eş zamanlama krizi: bugüne gelememek
bunun üzerine de sürekli bir siyasal eş zamanlama krizi yaşayan aktörler bunu yaparlarsa, mesela bir türlü 2015’e gelememek, bir türlü tek parti döneminden çıkamamak, bir türlü 1960 vesayet rejimi düzeninin dinamiklerinin içerisinden çıkamamak ya da bir türlü kürt meselesi bağlamında 80’lerden, 90’lardan çıkamamak, 28 şubat’ta takılıp kalmak, 70’lerin söyleminde takılıp kalmak.
bunlar iyi niyetli veya değil, ciddi bir eş zamanlama krizi oluşturur. bu, büyük sosyolojik dalganın iktidara taşıdığı aktörlerin kullandığı dili anlayamaz muhalefet unsurları meydana getirir. aynen de böyle oldu.
resme bütün bu sıkıntılarla beraber baktığımız zaman, ak parti’nin gerçekten kurucu bir iktidar olduğunu tespit etmemiz mümkün. dolayısıyla 2015 seçimlerinde bu kurucu iktidar tahkim edilmiş olacak. öyle zannediyorum, bu eş zamanlama krizi yaşayan muhalif damarlara da aslında son şansı sunacak.
7 haziran seçimleri size göre chp, mhp ve hdp açısından nasıl bir son şans, ne sonuç doğuracak?
eğer dikkatli okuyabilirlerse, kendileri açısından son şanslardan birisi bu eş zamanlama krizinden kurtulup, 2015’e gelip, 2015’in sorunlarıyla, sosyolojisiyle, siyasetiyle, dış politikasıyla, realist bir zeminde, rasyonel bir şekilde, milletin dilinden anlayacak şekilde buluşmanın, memleket vasatıyla buluşmanın son şanslarından birisi olabilir.
‘muhalefet treni kaçırırsa, normalleşme krizleri derinleşir’
eğer bu treni de kaçırırlarsa, normalleşme krizleri çok daha fazla derinleşecek. ve buradan çıkışları kolay olmayacak. daha fazla içlerine kapanacaklar.
bu şu demek değil; bu son şansı kaçırınca cumhuriyet halk partisi (chp) buharlaşıp gidecek, milliyetçi hareket (mhp) buharlaşıp gidecek ya da hdp sahneden çekilecek. ama iyice kendi iç gündemlerine yoğunlaşmak durumunda kalacaklar.
‘chp en şanslısı’
başta chp böyle bir krizle karşı karşıya olmakla beraber, diğer iki unsura göre en şanslısı. bunun da temel sebebi, sayın kılıçdaroğlu. sayın kılıçdaroğlu’nun sosyolojik kimliği ile siyasal kimliği chp’nin yaşadığı krizleri absorbe etmek için birer unsura dönüşüyor.
sayın kılıçdaroğlu’nun sosyolojik kimliği, chp içerisindeki aslında normalde ‘katil – maktul’ ilişkisine sahip olması gereken alevi cemaat ile kemalist cemaati yönetmekte birer kolaylaştırıcı araca dönüşüyor.
alevi cemaat hiçbir sorun yaşamadan, türkiye’deki alevi sorununun bizatihi mimarı olan chp’nin içerisinde aslında ‘katil- maktul’ ilişkisi yaşaması gerekirken, sorunsuz bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. ve lidere bir şekilde bağlılığını sunuyor. gayet anlaşılabilir bir şey.
ama kemalist cemaat de aynı şekilde, kılıçdaroğlu’nun siyasal dili sayesinde bir şekilde tatmin oluyor ve bütün sorunlar, toplamda chp’ye destek veren sosyolojinin içerisinde, yamalı bohça gibi olan sosyal dokunun tartışılmasını engelliyor. sadece liderlik düzeyinde hizipleşmeler görebiliyoruz.
“bir arada kalabilmeleri için 2015’e gelmemeleri gerekir”
kemalist cemaat chp içerisinde bir karar vermediği sürece, bu yapının bozulması için özel bir sebep görmüyorum. reaktif politikalar nedeniyle gidecek başka adres bulamadığı için de, chp çatısı altında bulunanlar bir şekilde orada durmaya devam edebilirler. ama son tahlilde buradan sıhhatli bir şey çıkmaz.
bir arada kalabilmeleri için de 2015’e gelmemeleri gerekir. ciddi anlamda o tarihsel jet lag diyeceğimiz şeyi yaşamaya devam etmeleri gerekir. şimdi insan bünyesi ne kadar jet lag yaşayabilir? zorlasanız bir gün, iki gün. bu senelere yayıldığı zaman bir türlü konumunu belirleyemeyen, nerede olduğunu fark edemeyen, zamanlamasını ayarlayamayan, siyasal dilini ayarlayamayan, özetle memleket vasatıyla bir türlü buluşamayan unsur ortaya çıkıyor.
mhp için ne sonuç doğurur seçimler?
mhp aynı anda üç dört baskının altında. aynı anda üç, dört tane çok güçlü merkezkaç kuvveti, partinin sağından solundan çekiyor. bunların çok fiili sonuçlarını zaten son on yıldır yaşıyorlar.
geldikleri son nokta meclis’te var olma hedefiyle sınırlanmış bir yapıdan ibaret. iç anadolu’da daha muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerin olduğu yerlerde ortaya koyduğu seküler perspektiften dolayı ciddi kayıplar yaşıyor. ege’de, trakya’da, büyükşehirlerde ise sekülerleştikçe chp’li seçmen ile iç içe geçiyor, iç içe geçtikçe daha büyük bir gövde olan chp, son yerel seçimlerde de görüldüğü gibi daha fazla bu paylaşımdan nasipleniyor.
son güvenlik paketinde de benzer yaklaşımlar sergilendiği için bunun taşrada, lokalde, sosyal tabanda seçmen arasındaki yansıması kafaların önce karışması olacaktır, genelde de kafa karışıklıkları daha büyük olan aktör tercih edilerek giderilir. buradan bir bedel ödenecektir.
peki hdp?
hdp’ye gelince… hdp son kurumsallaşmış partisini anayasa mahkemesi kapatmayınca kendisi kapatan bir hareket. bdp’yi kapattılar. niye kapattıklarını da daha kendileri açıklayabilmiş değiller. iyi, kötü kurumsallaşmıştı. başı sonu belli bir teşkilata, söyleme kavuşmuştu.
“türkiye partisi olmak imkânsız misyon”
bdp’yi kapatıp, hdp’yi kurdular, “türkiye partisi olacağız” dediler. ama ondan sonra türkiye’nin en marjinal kesimlerine ulaşarak, türkiye partisi olmak gibi bir imkânsız misyonun içine girdiler. bu tabiî ki iktidar perspektifi olan bir yaklaşım değil.
sadece siyaset matematiği açısından baktığımızda da hdp’nin hem avantajları, hem dezavantajları var. hdp eğer bu çizgisini sürdürebilirse, yani marjinal kesimlere ulaşabilirse, o marjinal kesimler şu an chp’nin periferisi etrafında.
“hdp, refah’ın yaptığını chp’ye yapabilir”
bir sonraki aşamada tıpkı refah’ın merkez sağa yaptığını, chp’ye yapabilir. hdp’nin başka bir havuzdan nasiplenmesi mümkün değil. ancak ve ancak chp havuzundan belli ölçüde nasiplenebilir.
refah, 80 darbesi sonrası yeniden siyasi partiler açılıp, seçimlere girmeye başladığı andan itibaren her geçen gün istikrarlı çizgisini sürdürdü ve son geldiğimiz tahlilde merkez sağ denilen fenomen sıfırlandı. bu sıfırlanmadan ortaya çıkan birikim de baştan aşağıya ‘diğer öteki’ diye siyaset biliminde tarif ettiğimiz hareket olan, refah’ın dönüştürdüğü, kopardığı bir fenomene dönüştü.
hdp’nin bu ölçüde bir şansı yok ama belli ölçüde var. yani chp’yi sıfırlayacak bir potansiyeli elbette ki yok ama ciddi anlamda belli bir siyasi çizgi tutturabilirse, chp’den belli unsurları, tıpkı refah’ın merkez sağa yaptığı gibi koparma şansına sahip.
ama orada da engeller var. son tahlilde, kürt milliyetçisi bir ana unsurun etrafına dışardan eklemlenen ağırlıklı olarak sol, liberal ve seküler güçlerle bunu yapması gerekiyor. burada tabanda ciddi bir kriz var. hdp’nin ana tabanı, isterseniz biz buna bdp ve hdp diyelim, bdp dediğimiz zaman konuştuğumuz yüzde 5 – 6’lık tabanın kahir ekseriyeti sosyolojik anlamda chp ile hiçbir şekilde yolları kesişmeyecek, daha ziyade pekala ak partili olabilecek, ki araştırmalarda da geçişkenliğin ak parti ile olduğu görülüyor, bir sosyolojik taban.
ak parti bu seçime bir genel başkan değişikliği ile gidiyor. davutoğlu’nun başarısını bu seçim sonucunda, rakamsal olarak nasıl ölçeceğiz? sonuçları 2011 genel seçimleri ile mi, yoksa 2014’deki yerel seçim ya da cumhurbaşkanlığı seçim sonucu ile mi kıyaslamak doğru olacak sizce?
ak parti 2007 seçimlerinden beri, cumhurbaşkanlığı seçimlerini de dâhil etmekte fayda var, yüzde 47 ile 52 arasında belli oylar almış olan bir parti. dolayısıyla bunun etrafında alınabilecek bir oy ak parti açısından fazlasıyla başarılıdır. bunun az bir şey altı da olabilir, az bir şey üstü de olabilir, önemli değil, çok mesele değil.
ak parti’nin istikrarın sürmesi için yapması gereken ev ödevlerine odaklanması gerekir.
nedir o ev ödevleri?
ak parti açısından seçimlerden birinci çıkıp, dördüncü genel seçimi, 11. seçimi kazanıp ardından da yeni anayasaya odaklanması gerekiyor.
“de facto demokratikleşme yaptık”
normalde dönüşümler zeminden başlar, bir şey inşa ederken, yukarıya doğru gidersiniz. biz tam tersini yaptık. bizim anayasa zeminimiz onun üzerine kurulmuş bina; biz binanın içini, dışını, çatısını her tarafını değiştirdik ama vesayet rejiminin temeli orada duruyor. böyle bir bina yapımı yok.
ben buna ‘de facto demokratikleşme’ diyorum. çünkü normalde bunun daha normal yollarla, hukuki yollarla, temelden itibaren alınıp değiştirilmesi gerekirdi. ama o temelde, dehlizlerinde saklanması gereken siyasal hareketler var. ancak oralarda saklanabiliyorlar. çünkü bina baştan aşağıya dönüştü. o binanın başka yerlerinde görünürlerse çok kötü fark ediliyorlar. o zeminlerden, o kuytulardan çıkmak istemiyorlar. şu an geldiği yerde de türkiye bu temelle, bu dönüşümü yaşamış binayı, hiç değilse dışardan görüntüsü çok absürd ama içerde de statik ve yapısal olarak taşıması mümkün değil.
çözüm sürecine gelirsek… seçimler yaklaşırken bir başka tartışma hdp’nin baraj altında kalıp kalmayacağı. hdp baraj altında kalırsa çözüm süreci sekteye uğrar mı?
o soruyu şöyle sormak lazım. ‘hdp baraj altında kalırsa çözüm sürecini sekteye uğratır mı?’ çözüm sürecini niye sekteye uğratsın? hiç böyle bir şey yok. 2005 11 ağustos’ta sayın erdoğan gidip diyarbakır’da aslında bütün bu süreçlerin ilk tohumlarını attığında, hdp meclis’te miydi? hiç kimse yoktu.
biz hdp var diye, hdp bir şey istiyor diye, hdp şunu yapsın, bunu yapsın diye bu süreçleri başlatmadık.
‘hdp’nin kendini jiletleyen bir aktör pozisyonuna oturması…”
hdp bu işte bir paydaştır ama hdp’nin kendi aldığı kararlar sonrasında kendini jiletleyen bir aktör pozisyonuna oturmasını biz ne kadar engelleyebilirsek, o kadar engelleyeceğiz. ama hdp bu konuda bir siyasi tecrübeye sahip, kendini jiletlemesi konusunda engellenmesi kolay bir aktör değil.
hdp’nin baraj meselesini, siyasi parti olarak seçime girme meselesini kendisi açısından bir siyasi değerlendirme, bir karar olarak görmesi lazım. ama bunu bir tehdide dönüştürürse, o tehditten hiçbir şey çıkmaz.
oradan vekiller çıkar, o vekiller o şehirlerden çıkmış olurlar, o şehirlerdeki herkesi kucaklayarak temsil ederler. hdp de bir şekilde meclis’te olmamış olur. bunu bir tehdide dönüştürmenin hdp için hiçbir faydası yok. dönüştürse de bundan alabileceği hiçbir netice yok.
“pkk siyasallaşmaktan korkuyor”
çözüm süreci aslında bu dilden, bu yaklaşımdan bu mantaliteden kurtulmak imkânıdır hdp açısından. ama maalesef pkk’nın artık travmatik düzeydeki siyasallaşma korkuları… çünkü bir travma içerisinden konuşmanın rahatlığı, sorumsuzluğu, konforu ortadan kayboluyor, kurucu bir aktöre dönüşmeniz gerekiyor. orada size oy veren milyonlarca insana bir şey söylemeniz, bir umut vermeniz, fiili işler yapmanız gerekiyor. bu sorumluluklardan kaçmanın kestirme yolu, çözüm süreci ile de onun mantalitesi ile de kavga etmekten geçiyor. tamamen onların tercihidir.
‘dolmabahçe mutabakatından’ sonra sol – liberal kesimde başlayan ‘kandırıldık mı?’ tartışması için ne düşünüyorsunuz?
“bu ‘kandırıldık’ tartışması 150 yıldır o kesimde devam eden bir tartışma. siyasalın tabiatını anlamayınca, kurucu adımların nasıl atılacağına dair gerçekten samimi ve sofistike bir fikir sahibi olmayınca, atılan her adım ‘kandırıldık’ parantezine çok rahatlıkla sokulabilir.
hiçbir adım maliyetsiz, risksiz değil, siyaset tam da bu. bu adımları atarsınız, maliyetleri yönetirsiniz, riskleri göze alırsınız ama karşılığında çok daha kurucu mesafe kaydeden bir yere doğru ilerlersiniz.
‘siyasal teoloji meselesi’
buna böyle yaklaşmadığınız sürece ya kandırılmış olursunuz, ya yanlış yapmış olursunuz, ya tuzağa düşmüşsünüzdür ya da bir komplo vardır. tamamen bir siyasal teoloji meselesi.
bu siyasal teolojiden bu arkadaşlar çıkmadığı sürece yarın ne olursa olsun, bunların kandırılmamaları, tuzağa düşmemeleri ve bir komplo ile karşı karşıya kalmamaları imkânsız.
“sol–liberal ekolün siyaset yapması imkânsız”
maalesef en temel sıkıntı, bu ekolün, sol–liberal ekolün felsefi olarak da, pratik olarak da siyaset yapması imkânsızdır. en fazla siyaset eleştirisi yapabilirler. siyaset eleştirisini siyaset zannettiğiniz sürece bir adım atmanız mümkün değildir.
dolayısıyla bu anlamda liberal siyaset diye bir şey de yoktur. olmadığı için de millette bir karşılığı yok. felsefi anlamda da bir yere oturmuyor.
“dolmabahçe sahici bir mutabakattır”
dolmabahçe mutabakatı; içinde yer alan aktörler nezdinde bir sürü gelgit yaşanmış olsa da sahici bir mutabakattır. sahici olduğundan dolayı hayata geçmiştir.
ama orada bile ortaya çıkan maddelere bakarsanız, bu dile getirdiğim sıkıntıların oraya nasıl yansıdığını, bir maksimalizm takıntısı ile bir sorunu çözmekten ziyade, dünyadaki bütün meseleleri ve insanoğlunun bütün sorunlarını tek hamlede halledip, mümkünse arada da pkk’nın silahsızlanmasına katkı vermek mantalitesinin bizi götüreceği bir yer yok.
aynı anda kadın, ekoloji, insan hakları, demokratikleşme…böyle bir maksimalist yaklaşımın bizi götüreceği bir yer yok.
dolayısıyla bu kadar hazmedilmiş durumda. 10 maddeye yansıması hazmedilmiş durumda. bundan ötesi biraz zor.
orada asıl olan şey; 10 madde de yazılabilir oraya, bin 500 madde de yazılabilir. ama tek bir madde var orada. türkiye artık bütün unsurların, memlekette sözü olduğunu düşünen bütün unsurların, temsil kabiliyetine sahip olduğunu düşünen bütün unsurların, demokratik siyasi yolları kullanarak sorunlarını dile getirebildiği platform imkânları vardır. hal bu iken hâlâ elinizi tetikte tutacak mısınız, tutmayacak mısınız maddesidir.
kaynak: al jazeera
Yorumlar