Türkiye
Hırsızların dünyası
Günde bin 110 hırsızlık oluyor. Bu resmi rakam. Kayıt altında olmayan yüzlercesi daha var. Sadece Diyarbakır’da 12 bin kişi hırsızlıktan sabıkalı. Peki neden çalıyorlar, nasıl hırsız oluyorlar, başlarına neler geliyor? Abdülkadir Konuksever hırsızlarla konuştu, hikâyelerini dinledi.

basit ve bireysel bir eylem olarak görülmesine karşın üzeri kazındığında kapkaçın aslında batıdan doğuya gidildikçe örgütlü bir yapısının olduğu ortaya çıkıyor. üçüncü sayfa haberlerinin ötesinde bir gerçekliğe ve birikime sahip olan bu teşebbüs suça girişin ‘ana kapısı’ niteliğinde. ‘sermayenin gerek duyulmadığı tek iş’ diye tarif ediliyor ve yoksulluk-yoksunluk tetikliyor. kendilerini ‘yol koşanlar’ olarak tanımlayan hırsızlar meseleye ‘ya kap ya öl’ noktasından bakıyorlar. al jazeera’den kadir konuksever, hırsızların dünyasına girdi.
hırsızlık bir seçim ve o seçimin odağında, ülkenin doğu’sunda 30 yılı aşkın çatışma sürecinin ana etken olduğu yerinden edilmişlik, göç, yoksulluk ve varoşlar var. yoksunluk ‘seçim’ yapmayı varoşlar da altyapıyı hazırlıyor. bir anda 10-12 yaşlarındaki çocuklar kendilerini ‘kaptı’ olarak buluyor ve yeni ailesi içerisine girdiği ‘tayfa’ oluyor.
'ya kapacaksın, ya acından öleceksin'

istanbul’da kentsel dönüşüme henüz uğramamış bir sokağının ortasına atılan kahvehane taburesine çöküyoruz. çevrede yıkılmaya yüz tutmuş boş binalar göze çarpıyor. sokağın girişlerine birer ikişer kişi yerleşip tesadüfen geçmekte olan insanları emir kipleriyle başka yollara sevk ediyorlar. itirazsız uyuyor berikiler. alana hâkim oldukları belli. pervasız ve buyurganlar.
üzerlerinde eşofman türünde spor giysiler ayaklarında ise renkli ve marka koşu ayakkabılar var. saçlar alabros, bakışlar fıldır fıldır. tüm araştırmamız boyunca karşılaştığımız hırsızların neredeyse tamamı tek tip.
kendisine botan diyen cizreli genç diğerlerine emirler yağdırıyor. önce çay geliyor, ardından elden ele dolaşan sarma sigara. hareketleri onun bir ‘kurnaz’ olduğunu gösteriyor. 5-6 kişilik 'tayfa' denen hırsızlık gruplarının liderine bu isim veriliyor. tayfa üyelerinin her birine de ‘kaptı’ deniyor.
13 yaşındayken abisinin dağa çıkıp pkk’ya katılmasıyla kendisini önce batman, sonra da diyarbakır’da bulmuş botan. diyarbakır’ın varoşlarında.
"mahallede top oynarken bizden yaşça büyük biri gelip herkese para verdi. benim dışımda herkes tanıyordu. yanıma gelip kim olduğumu ve nereden geldiğimi sordu. anlatınca gelip bize takıl dedi. ayakkabı boyacılığı, simitçilik ve tatlıcılık yapmıştım. bana göre işler değildi. memleketimde iyi bir hayatımız vardı. ama diyarbakır’a gelerek her şeyi sıfırlamıştık. ben ailenin en küçüğüydüm bana çok ilişmezlerdi. onlar çalışırlardı ben daha çok gezerdim. karnımız çoğu zaman doymuyordu. elektriğimiz, suyumuz kaçak, evimiz harabe gibiydi. okula devam etmedim. bu para dağıtan abinin yanına takıldım. benim gibi çocuklar vardı yanında. onları koşturuyor, inşaatlara tırmandırıyor birinci gelene lastik ayakkabılar alıyordu. hepsini geçtim, hepsinden iyi tırmandım. o zaman dedi ki ‘sende iş var.’ o işin hırsızlık olduğunu anladığımda aklıma babam geldi, duysa öldürürdü beni. abilerim geldi sonra hatırıma, annem ve allah. yani insan her şeyi düşünüyor. cizre’de kuran kursundaki hocam bile aklıma geldi. demişti ki günahların en rezillerinden biri hırsızlıktır."
son cümlesi gülüşmelerle kesilince bakışlarıyla susturuyor anında.
“uzatmayayım, hepsini hatırımdan silip ‘herkes giyiyor, herkes yiyor ben neden aç kalayım’ diyerek girdim işin içine.”
botan hırsızlığa böyle başlamış. belli bir zaman pratik yapmış. ondan kıdemlileri iş üstündeyken izlemiş, ardından ‘kaptı’ olarak ilk işine çıkmış.
‘kapkaç yaptım. telefonlar o zaman çok değerli. belediyenin arkasında bir kadın kulağında telefon yürüyordu. kolay işti kaptım ve kaçtım. kadın şoka girdi bağıramadı bile. güvenli bir yere çekildiğimizde telefonu kaptığım zaman kadının yüzünün derisini yüzdüğümü anladım, tırnağımın arasında kalmıştı. üzüldüm ama kısa sürede unuttum. kendimi yeni işlere verdim. zaten işler birbiri ardına geldi. paramın bir bölümünü ayakkabı boyacılığından kazandığımı söyleyerek aileme veriyordum. geri kalanını yiyip içiyordum.”
içki ve uyuşturucuya başlaması çok sürmemiş botan’ın, ailesinin işin farkına varması da.
"babam mahalleden duymuş. beni çok kötü dövdü, sonra evden çıkmamı yasakladı. önce evden, sonra da diyarbakır’dan kaçtım, istanbul’a geldim. elimizden tutan olmayınca ‘abiler’ tuttu. onların tutuğu eller de ancak başkalarının malına parasına uzanıyor. bu işler böyledir; ya kapacaksın ya acından öleceksin."
uyuyan kadının gözlerine bakmayacaksın

botan, istanbul’da önce başkalarına bağlı olarak çalışmış, ardından kendi tayfasını kurmuş. tayfanın getirdiklerinden bir pay da ‘büyük abi’ye gidiyor. tayfalar ‘kurnaz’a kurnazlar da ‘abi’ ye tâbi olurlar. bazı abilerin 20’den fazla tayfaya hükmettiği belirtiliyor ancak kim olduklarına dair konuşmaları yasak.
botan’ın tayfalarından şeyhmus diyarbakır’lı. hikayesi neredeyse botan ile birebir aynı. kulp ilçesinin bir köyünden. köyleri güvenlik gerekçesi ile askerler tarafından boşaltılınca o da pek çokları gibi kendisini istanbul’da bulmuş.
şeyhmus askıcılık ve tufacılık yapıyor. ev ve işyerlerine giriyor, araç patlatıyor. 'meslek sırları'nı anlatmaktan kaçınıyor. ağzı laf yapmayan biri, daha çok yanındakilerin dürtüklemesiyle konuşuyor.
“evine girdiğin kadının gözlerine, bakmayacaksın. uyanıyorlar. b.k varmış gibi götürüp yattıkları yere istifliyor herkes parasını. biz de belli bir saati bekleriz. sonra girdiğimizde top atsan uyanmazlar. sadece uyuyan kadının gözlerine bakmayacaksın. tecrübe ettim uyanıyorlar.”
serdar ortaç’ın bilgisayarı
yine gruptakilerin hatırlatmasıyla başka bir meseleye dalıyor şeyhmus.
“bir keresinde iyi mal kaldırdım. malların arasında bir tane laptop vardı. sonra öğrendik ki serdar ortaç’ınmış. gazetelere çıkıyor, televizyonlara çıkıyor bilgisayarda bestelerim var geri getirin para vereyim diyor. şimdi ben bunun olduğunu öğrendim ya o nasıl ahmet abimize (kaya) çatal kaşık fırlatmışsa lavuk, ben de fırlatıp attım haliç’e, balıklar nasiplensin.”
çevresindekiler ‘balık’ lafını duyunca hep birlikte kahkaha atmaya başlıyorlar, belli ki defalarca anlatılıp defalarca gülünmüş laptop meselesine.
aşk için çalmalı aşk o zaman aşk
konuşma fırsatı yakaladığım pek çok hırsızın (kendilerine 'yol koşan' diyorlar) mesleğe giriş hikâyeleri benzerlikler taşıyor. güneydoğu çıkışlı olanların tamamı yoksul aile çocukları. ancak mesut orta sınıf bir aileden geliyor. şişli’de iyi döşenmiş güzel bir evde görüşüyoruz mesut’la. şaşkınlığımızı fark edip biz sormadan kendisi anlatıyor.
“hepimiz sefalet içinde yaşayacak değiliz ya!” hırsızlık ile çizilen tablolarda böyle bir detay oldukça aykırı. ancak bize aracılık eden kişinin anlattıklarına göre mesut camianın kalburüstü elemanlarından. yüzü gözü girdiği mücadelelerden kalma yara izleriyle dolu. donuk ve sert bakışları var.
“aşık oldum vermediler” diye başlıyor sözlerine. sigarasını yakıp karşımıza oturduğunda anlatmaya teşne olduğunu belli ediyor. israr etmemize de çeşitli güvenceleri sıralamamıza da gerek kalmıyor.
“babam işçiydi. niye yalan söyleyeyim bolluk içindeydik. üstümüzde başımızda, soframızda vardı yani. 20’li yaşlardayım. lise bitmiş. belalı bir tipim. okulda, mahallede sevmediğim bebeyi indiriyorum, kılı tüyü anında alıyorum. çekinirlerdi benden. ramazan diye bir yavşak vardı. bir iki esnaftan para yemiş epeyce. yanına da almış iki bebeyi sözüm ona kurtlar vadisi triplerine girmiş. dedim ki arkadaşlarıma ‘ben bu ib…i indireceğim.’ lakin bizim muhite gelmiyor. bir iki takip attım. fark etmiş. kendi düştü. uzaktan izliyor, ince ince kesiyor. yanına vardım, ‘terzi misin birader ölçüp biçiyorsun’ dedim. ‘kasabım hayvan bakıyorum” deyince kafayı gömdüm suratına. yanındaki bebelerden birine bıçağı takınca diğeri kaçtı. ayağımın altına alıp yerde yüzünü gözünü ezdim, kalkamadı bir daha. sekiz ay yattım. çıktığımda âlem benimdi.”
‘icraatı’ ve hapis yatmasından sonra çevrede belli bir namı olmuş. hatırlı kişilerin ve zenginlerin bir iki ‘pis’ işini yapmış. iyi para kazanmış. sonra ‘daha büyük denizlerde yüzmek’ için istanbul’a bir bilet almış.
daldan dala konarak anlatıyor, ancak bütün yolları sevdiği kıza çıkıyor. mahallede sevdiği kız için babasını ikna etmiş istemeye ama kızın babasını ikna edememişler. kısaca işsiz ve serseri olduğu söylenmiş. kederleniyor.
“paran yoksa adamdan sayılmıyorsun. kızı sevmişim niye vermiyorsun arkadaş? aç açıkta bırakmam ki. ama yok. dedim ki kendi kendime bu âlemin kıralı olacağım. çıktım istanbul’a geldim. ben şahsen öyle gidip milletin malını mülkünü çalmadım. ama kurnazlar var yol koşan, ben de onları koşturdum. bindim alman malı jipe gittim bir gün memlekete. mahalleye girdim gözüm kızın penceresinde. kız evlenmiş, babası da taşınmış mahalleden. hava atamadım anlayacağınız.”
evinin duvarlarında çerçevelenmiş yılmaz güney, che guevara ve malcom x resimleri göze çarpıyor. sohbetimizin sonuna yaklaştığımızı hissettiğimde resimleri soruyorum.
anlattığı şeylerle duvarına astığı kişilerin birbiriyle uyuşup uyuşmadığına dair. cevabı kısa ve sert oluyor; “seviyoruz gözüm.”
diyarbakır çıraklık, istanbul ustalık merkezi
hırsızlık işinde istanbul piyasası uzmanlık alanı olarak değerlendiriliyor. doğu’da belli bir eğitimden geçip çıraklıktan terfi eden 'kaptı'lar istanbul başta olmak üzere izmir, antalya, izmit gibi batı illerine gidiyorlar. bunun birkaç nedeni var. birincisi doğdukları şehirde iş üzerindeyken tanıdık birilerine rastlayıp toplum içinde deşifre olma ihtimali yüksek. ikincisi şimdilerde bu değişse de hemşerinin malının çalınmasına camiada iyi gözle bakılmıyor. üçüncü neden ise daha geniş imkânlar sunması ve kalabalıklar arasında kaybolmanın kolay olması. varoşlarda başlayan yaşam büyük şehirlerin varoşlarında devam ediyor. eğer işinde iyiyse ve cesaret göstergesi sayılabilecek icraatlara girişebiliyorsa 'kaptı'nın 'kurnazlık payesi' alması çok zor değil. zira işsizlik oranlarının yüksek olduğu diyarbakır başta olmak üzere doğu illerinden bu anlamda sirkülasyon var.
4 bin 500 köy boşaltıldı
insan hakları derneği’nin verilerine göre doksanlı yıllarda doğu ve güneydoğu’da yaklaşık 4 bin 500 köy boşaltıldı. yerinden yurdundan olan insanlar kırsal alanlarda yaşanan çatışmalardan kaçarak daha güvenli olan kentlere yerleştiler. göç konusunda hatırı sayılır bir nüfus alan diyarbakır 20 yıl öncesine göre iki kat daha fazla büyüdü.
türkiye istatistik kurumu’nun verilerine göre, 2012’de istihdam oranının en düşük olduğu iller diyarbakır (yüzde 28), siirt (yüzde 29,1) ve batman (yüzde 29,5) oldu. işsizlik oranının en yüksek olduğu iller batman, mardin ve siirt. oranlar kaçınılmaz olarak yoksulluğu, yoksullukta suçu getiriyor. peki niye hırsızlık?
sermaye istemeyen tek iş

suç dünyasında hırsızlık böyle tanımlanıyor: sermaye istemeyen tek iş. sonuçta sokağa çıkıyorsun bulduğunda alıp kaçıyorsun. bireysel girişimler ‘kodes’le sonuçlanıyor. bu nedenle bir yerde başarılı bir hırsızlık olayı vukû bulmuşsa ekip işi olduğu su götürmez. anlatılanlara göre hırsızlığın diğer bir özelliği de suça açılan kapı olması. kolay giriliyor ve suç başka suçları çağırıyor. kendileriyle görüştüğümüz o dünyanın pek çok üyesi hırsızlıkla başladıkları işi sonrasında uyuşturucu ve fuhuş alanlarına kaydırmışlar.
roti montana onlardan biri. arkadaşları arasında bu isimle çağrılan roti kameramıza konuşmayı kabul edenlerden. çevresinde cesurluğu ve korku bilmezliği ile nam yapmış. küçük yaşta diyarbakır’dan ayrılarak ‘gurbet’e çıkan roti oldukça da zeki biri. zira pek çok suç biçiminin içinde bulunmasına rağmen hala bir sabıkası yok. temiz yüzü nedeniyle dikkat çekmiyor. pek çok kişi de üzerine suç konduramıyor. ama o hırsızlıktan gelme bir uyuşturucu pazarlamacısı.
bir öteki olarak roti
yine polis kaynaklarına göre elektrik kesintileri hırsızlığı arttırıyor. sokak lambalarının yanmaması, karanlık ve sessizlik hırsızları harekete geçiriyor. örneğin havanın sisli ve soğuk olduğunda oto hırsızlıklarında artış yaşanıyor. kentsel dönüşüm kapsamında yıkılan gecekondular hırsızlığın azalmasında önemli bir etken. van depreminde kentin yeniden tasarlanması edilmesi ve polis araçlarının dahi girmekte zorlandıkları dar sokakların geniş caddelere dönüşmesiyle hırsızlık bitme noktasına gelmiş. ancak polisin kendisi bile hırsızlığın polisiye önlemlerle çözülemeyeceğini söylüyor, zira sadece diyarbakır’da emniyetteki hırsızlık sabıkalarının sayısı 12 bin 500.
nedenleri kaldırmak gerekiyor

daha önce kapkaç olaylarına hırsızlığın en basit hali ile ceza verilirken yapılan düzenlemeyle yeni tck’nın 142. maddesinin ikinci fıkrasıyla ağırlaştırılarak cezanın 6 ay ile 3 yıldan, 3 yılla 7 yıl arasına çıkarıldığını belirten avukat sinan tanrıkulu bunun kapkaçı azaltmakla birlikte ortadan kaldıramadığını söylüyor. tanrıkulu, cezaların ağır olmasının tek başına sorunu çözemeyeceğini savunuyor:
“tarihin değişik dönemlerinde ölüm cezasına varan çok ağır yaptırımlara bağlanmasına rağmen bu suç tamamen ortadan kaldırılamamıştır. örneğin, şer’i hükümlere göre hırsızlık yapanın eli kesilir buna rağmen şer’i hükümlere göre yönetilen ülkelerde dahi hırsızlık vakaları olmaktadır. bundan dolayı da hırsızlık suçunun minimum düzeye indirilebilmesi, toplumsal yaşayışın tahammül edebileceği bir düzeye inmesinin yegâne yolu cezaların ağırlaştırılması yöntemi değildir. cezanın caydırıcı nitelikte olmasından önce ekonomik ve sosyal politikalarla bireyi bu suça iten nedenleri ortadan kaldırma çalışmalarının yapılması daha etkili ve sonuç alıcı olacaktır.”
göç travması öne çıkıyor

hırsızların öykülerinde göç travmasının öne çıktığını söyleyen dicle üniversitesi’nden sosyolog profesör rüstem erkan, bölgede otuz yılı aşkın bir süre yaşanan şiddet ve çatışma ortamının kitleleri belli bir ölçüde üretimden kopardığını, geleceklerini herhangi bir üretim, iş yada eğitimle planlama olanağı olmayan genç kitlenin yaşama tutunmak için yasa dışı yollara başvurabileceklerini belirtiyor.
“suç oranlarına baktığımızda en çok 2000'li yıllardan sonra bu tür suçların arttığı görülmekte. bu da 90'lı yıllardaki zorunlu göç eden ailelerinin çocuklarının gençlik dönemine denk gelmektedir. bunların bir kısmı küçük yaşta suç diye tanımlanacak davranışlara bulaştığı için sosyolojide etiketleme diye tanımladığımız yani suçlu etiketlemesi yapıldığı için daha sonra da bu tür davranışları devam ettirme eğilimleri artmaktadır. kürt sorunu ya da bölgedeki yıllardır devam eden şiddet ve çatışma ortamı türkiye'nin batısındaki birçok soruna da kaynaklık etmektedir. kürt sorununun çözülmesi başka bir deyişle bölgenin normalleşmesi türkiye'nin diğer yörelerindeki göç baskısını ve yoksulluğu azaltacağı için bu suç oranlarının azalmasında önemli rol oynayacaktır. türkiye'nin batısında sadece türkiye'nin doğusundan gidenlerin suç oranı yüksek değil aynı zamanda batıdaki kentlerin en yoksulları en güvencesiz işlerde çalışanları en olumsuz koşullarda yaşamaya çalışanları da türkiye'nin doğusundan göç edenler. kısaca bu toplumsal koşullar suçla beraber birçok toplumsal sorunun da kaynağını oluşturmaktadır.”
kaynak: al jazeera
Yorumlar