Türkiye
Lawrence'la mücadeleden Diyarbakır'a bir atlının öyküsü
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Hipodromunda Arap atlarının koştuğu bir yarış düzenlendi. Yarışın adına düzenlendiği kişi, Tahir Polat'tı. At sporuyla ilgilenenlerin bile hatırlamakta zorluk yaşadığı Tahir Polat'ın, at üzerinde Kerkük’te başlayan, Osmanlı'nın son döneminde İngiliz ajanı Lawrence'la mücadeleye ve Diyarbakır’a uzanan bir kahramanlık hikâyesi vardı. Al Jazeera’den Abdülkadir Konuksever, Tahir Polat'ın hikayesini yazdı.
yıl, 1904'tü.
diyarbakır’ın mardin yoluna açılan kapısında toplanmış ve bir yöne bakan kalabalığa yanaşan yaşlı adamın soran gözlerine kayıtsız kalamayan bir kişi, “buradan bir atlı geçti amca, güzel bir attı ve güzel bir sürücüsü vardı” deyince gözlerini kısıp baktıkları yönde bir şeyler seçmeye çalıştı. ancak, artık ne feri kaçmış gözleri, ne de binicinin ardında kalan toz bulutu buna müsade etti. çok sonradan duyacağı şey ise gelen atlının kerkük eşrafından genç tahir efendi olduğuydu…
kerkük’ün tanınmış ailelerinden olan reis-ül ulema (âlimlerin başkanı) molla muhammed sıddık ve zahva hanımın oğlu olarak 1881 yılında piryadi mahallesi’nde dünyaya gelmişti tahir. küçücük bedenine bakan ebesi yaşamasına ihtimal vermese de, o inatla yaşama tutunmuştu.
hep küçük kaldı, ama o küçük bedene yaraştırılmayacak pek çok şey yaparak namını büyüttü. yeğeni cevdet türkmehmet, tahir polat'ın hikâyesini al jazeera'ya anlattı...
necef’ten gelen kısrak
cevdet türkmehmet'in anlatımına göre; yaşı erdiğinde babası molla muhammed sıddık, genç oğlu tahiri karşısına alır ve bir hadis-i şeriften bahseder; "şu üç şeyde armağan vardır; deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı." "ancak" der; "bu işin kumarı haramdır, yapmayasın." nasihatinin ardından bir adım yana çekilerek, oğluna hediye edeceği arap tayını gösterir. necef çölü’ndeki kabilelerden alınmış, siyaha çalan tay nazara gelecek güzelliktedir. tahir, hayvanın boynuna bir daha ayrılmamak üzere sarılır.
derler ki, tahir hayvana eziyet olmasın diye büyümemiştir. bedeni aşağı yukarı hep aynı kalsa da, tayını büyütmüş, bunu yaparken de ehillerden ders alarak, işin inceliklerini bir bir öğrenmiş. genç yaşına karşın kısa sürede namlı bir binici haline gelmiş. kendisini de, at yetiştirmeye ve atları çalıştırıp zorlu koşulara hazırlamaya başlamış.
ingiliz ajanı lawrence'la mücadele
babasının bir başka hediyesi de alman yapımı parabellum silah olmuş. türkmahmet'in anlattığına göre, silahını da boşlamamış, attığını vuran keskin bir nişancı haline gelmiş. o atı, silahı ise onu tamamlıyormuş. musul ve kerkük’ü işgal eden ingiliz’e karşı pek çok cephede osmanlı ordusu ile birlikte muharebelere katılmış. nâmının alıp yürümesinin bir nedeni de bu, tahir’in.
tahir'in, babası ve geniş ailesiyle birlikte mücadele ettikleri kişilerden birisi, de ingiliz ajanı lawrence’dir. tahir, 1916 'larda cereyan eden bu mücadeleyi oğlu hıdır polat'a sonraları şöyle anlatacaktır:
“babam molla muhammed sıddık, kerkük’te osmanlı’nın alay hocasıydı. kafir lawrence, ingiliz casusu ve arap elbisesi giyiyor. kur’an okumasını öğrenip, insanları osmanlıya karşı kışkırtıyor. babam molla muhammed sıddık, insanları ingilizin lawrence’ına karşı bilinçlendirmeye çalışırdı. ama, lawrence gelip, ‘ey ahali yazık değil mi, bu osmanlı’yı içinizde barındırıyorsunuz. peygamber efendimiz şu mağaranın kenarına elli külçe altın bırakmış, onlara karşı durasınız diye. gidip, kazıp bakın.’ hâlbuki altını da kendisi gömmüş oraya. bunlar gidip altını bulurlar, ‘vallahi doğru söylüyor’ diyerek arkadan bizi vururlardı.”

cüt kahve'de tartışmalar
kerkük’ün en popüler mekânlarından bir tanesi cüt kahve (çift kahve) denilen yerdir. kentin entelektüelleri, edebiyatçıları, şair ve sanatçıları bu mekânın müşterileri arasındadır. o mekânın bir müdavimi de tahir’dir. burada arkadaşları ile birlikte sanattan, edebiyat ve şiirlerden bahsederken bazen bu sohbetler sert bir üsluba bürünür. tahir osmanlının hararetli bir savunucusudur ve ona göre emperyalist ingiliz’in ortadoğu’da ne işi ne de hakkı vardır. cevdet türkmehmet amcası tahir efendi'nin bu ele avuca sığmaz yapısının onu ingilizlerle karşı karşıya getirdiğini anlatıyor.
“çarşıda ingiliz var”
tahir’in düşmanı olduğu ingiliz’le cephe dışında da karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. nitekim, arkadaşlarından birinin, tahir’e, ‘çarşıda ingiliz var’ diye haber uçurmasıyla vakit geçirmeksizin atına atlar. yanında, dayısı yâdigar vardır. kerkük kalesi’nin önüne geldiklerinde tek tek topkapı, helvacılar ve merdivenler kapısını kontrol eder. dördüncü ve son kapı olan yedikızlar’ın önüne geldiğinde görür ingilizleri. sayıları ondan fazladır. gülüşüp, kendi aralarında gürültüyle bağırıp çağırmakta ve yoldan geçen çarşaflı kadınları rahatsız etmektedirler. yedikızlar kapısının açıldığı pazardaki esnafın gözlerindeki nefreti görür. o gözler, bir yandan da tahir ve yâdigar’ı gözlemektedir. ingilizler de farkına varır atlarının üzerindeki iki kişinin. yakınlarının tahminine göre, yıl 1916'dır. tahir dayısına döner, "bu namusumuz için, ölürsek şehidiz ama böyle yaşamayı kabul edemem" der. ikisi birden çeker silahlarını. parabellum silahını doğrulttuğu ilk ingiliz’i iki kaşının ortasından vurur. ardından, yedi mermiyi daha boşaltır üzerlerine. yâdigar da mermilerini ateşlemiş, neye uğradığını anlayamayan ingilizlerin ayakta kalanları sağa sola kaçışmaya başlamıştır. birbirine giren pazaryerinden atlarını topuklayan iki kerküklü, hızla önce çarşıyı, ardından kerkük’ü terk eder.
kerbelâ'ya kaçış
kerkük eşrafından cemal mustafa'nın aktardığına göre, kaçtıktan sonra vardıkları yer kerbelâ’dır. sonrasında kerkük'ün namlı kahramanlarından olacak dayısı yâdigar'ın silah arkadaşlarından birinin evine sığınırlar. yadigâr burada kalmayı, tahir ise yola düşmeyi seçer. atına atladığı gibi, geride ailesini ve nâmını bırakarak cizre’ye gelir. burada bir süre dinlendikten sonra, yeniden yola çıkar. ipek yolu üzerinden nusaybin’e vardığında bir handa geceler. dilinde bir kerkük türküsü vardır; ‘al tespihiv zikreyle / her nimete şükreyle / yol uzun,, menzil irağ / sen bu yola fikreyle.’
handa, kerküklü olduğunu öğrenenlerin öğrenmek istedikleri şey, sekiz ingiliz askerini öldüren yiğidi tanıyıp tanımadığıdır. ancak, o tanımadığını söyler. daha sonra mardin’e ve oradan da diyarbakır’a vardığında nâmı ondan önce kadim şehre ulaşmış, deliller hanı onu görüp tanışmak isteyenlerle dolmuştur. küçücük bedeniyle böyle bir işi nasıl yaptığına akıl sır erdirememiş gelenler. oğlu mehmet polat, babasının bu anıları sürekli anlattığını söylüyor.

mustafa kemal ile görüşme
o anıların en ilgi çekici bir yönünü de, tahir efendi'nin mustafa kemal ile görüşmesi oluşturur.
deliller hanı’ndaki kerküklü ile ilgili anlatılanları dinleyenler şehirdekilerle duyduklarını paylaşmış, şehir bu kahramanı bağrına basmıştır. kısa sürede herkesin tanıdığı ve sevdiği tahir efendi bu sevgiyi karşılıksız koymamış ve kente yerleşerek bildiği en iyi işi, at yetiştiriciliğini yapmaya başlamıştır. diyarbakır'da evlenerek, kadim kente kök salmaya karar verdiğinde, yetiştirdiği atların nâmı onun nâmının önüne geçmiştir. 1926 yılında ziyaret ettiği kentte güzel atları ve onun kahraman yetiştiricisinin nâmını duyanlardan birisi de mustafa kemal’dir. mustafa kemal yaverini göndererek köşküne davet eder tahir’i. hikâyesini dinler ve uzun uzun sohbet ederler. bu gözü pek delikanlıya kerkük’te sahip oldukları arazilere denk arazi, bir ev ve bir dükkân verilmesini buyurur. ancak tahir, ‘iffetimizi muhafaza etmek için bir ev yetişir, malda gözümüz yoktur’ diye yanıt verir. kerküklü tahir’in yeni yurdu artık diyar-ı bekr’dir.
türkiye'de at yarışlarının öncülerinden
tahir efendi’nin bildiği tek iş at yetiştirmektir. yeni yurdunda da bildiğini yapar. babasının nasihati aklındadır. at yetiştirmeye ve yetiştirdiği atlarla yarışmalar düzenlemeye başlar. türkiye’de at yarışlarının öncülerinden biri olur. diyarbakır’ın dışında izmir, istanbul, bağdat ve hindistan’da yarışmalara katılarak kendi yetiştirdiği arap atlarıyla birincilikler alır. hindistan’da bir yarışın ardından anlattığına göre, mihrace ödül olarak külçe külçe altın vermiş.
diyarbakır’da evlenen ve çocukları olan tahir efendi bir dönem sınır güvenliği memurluğu da yapar. görev yeri kilis’tir. kaçakçılarla baş edebilmek üzere ona ve hızlı koşan atlarına ihtiyaç vardır. bu gün artık hayatta olmayan oğlu hıdır polat kilis’te yaşadıklarını yerel bir televizyon programında şöyle anlatmıştı:
“pederimi kilis’e gümrük takip memuru olarak vermişlerdi. 1930 yaz ayları. bugünkü gibi hatırlıyorum. kaçakçıları önlemek için hudutta devriye geziyor. kaçakçılar ile çatışmaya girerek vuruluyor. kilis’e 15 kilometre uzakta. karnından yaralı, atıyla eve gelmeye çalışıyor. önlerine bir hendek çıkıyor, atını sürüp hendekten atlıyor ama yaralı ve güçsüz düştüğünden atından devriliyor. gece saat bir sıralarında kardeşim emine herkesi uyandırarak bir atın kişnediğini söyledi. annem kapıyı açtı. atı görünce ağıt yakmaya başladı; ‘vay diyar-ı gurbette tahir’imi mi öldürdüler, atın üzerinde kan var tahir’im yok.’ atta garip bir hususiyet vardı. kişneyip geri koşuyor, sonra yine yanımıza geliyordu. fener, mum ne bulduysak alıp peşine düştük. bizim takip ettiğimizi görünce yürümeye başladı. 1,5 kilometre mesafede bir derenin kıyısında pederimi gördük. kan içindeydi ve yatıyordu baygın. aldık hastaneye yetiştirdik. doğru düzgün ilaç yoktu. altı ay boyunca yarasına buz koyduk, iyileşti. o at olmasa, orada ölecekti.”
"seglavi atları severdi"
yeğeni cevdet türkmehmet'in anlattığına göre, atlarla çok özel bir ilişkisi vardır tahir efendi’nin. dillerinden anlar, onları dinler, öyle bakar. arap seglavi atlarına çok düşkündür. daha yeni doğduğunda özenle bakar, bal, ceviz, fındık, misk-i amber ve bu gün artık bilinmeyen farklı malzemelerle hazırladığı macunu yedirir, gücüne kavuşan hayvanları dicle nehri’nde, suyun içinde koştururdu. bacakları güçlenen atlar, hem daha hızlı koşar, hem de sakatlanma riskini en aza indirirdi.
"at üzerinde gelip at üzerinde gitti"
torunu mehmet polat, dedesinin at üzerinde geldiği diyarbakır'dan yine atının üzerinde ayrıldığını söylüyor. at üzerinde geldiği diyarbakır’da atlarıyla kentin yaşamına eşsiz bir renk katan tahir polat efsanesi bu gün kentte özellikle yaşı kemâle ermiş kişilerin dilinde. yarışların koşulduğu ve imara açılmaması için dönemin başkan ve valisiyle karşı karşıya geldiği koşuyolu, bugün hâlâ yeşil alan olarak kullanılıyor. onun ve oğlu hıdır polat’ın en büyük hayali diyarbakır’a bir hipodrom yapılmasıydı. bir hipodrom yapıldıysa da, ikisi de göremedi. atının üzerinde gelmişti diyarbakır’a ve sevdiklerini kıramayarak, 1961 yılında, ilerleyen yaşına karşın sırtına bindiği seglavi atından düşerek, gözlerini kapatmıştı dünyaya tahir efendi. türkiye jokey kulübü’nün adına düzenlediği yarışta pistin kenarındaki ismi çoğu kimse tanımasa da, o pistte ve o pistte koşan arap atlarında emeği çok büyüktü.
kaynak: mehmet polat, cevdet türkmehmet, muhammed türkmehmet, türkiye jokey kulübü, söz tv, cemal mustafa
muhaberimize ulaşmak için: kadir.konuksever@aljazeera.net
twitter'dan takip edin: @kadirkonuksever
Yorumlar