Blog
Nejat İşler diye yazılır, istediğiniz gibi okunur
“Sahi Nejat İşler’i neden bu kadar seviyoruz?” diye soranlar için birkaç hatırlatma. Sağlık durumu iyiye giden Nejat İşler’i yakından tanıyalım.

belki oyunculuğa başlamak yerine kitap satmaya devam etseydi, onu bu kadar uzun ve yakından tanıma imkanı dahi bulamayacaktık. yakından tanımak diyorum çünkü eğer her yerde kendi olmayı tercih eden nejat işler ise konumuz, “tanımak” kelimesi pek de sakil durmuyor. kısa bir süre önce hastalandığında ortalık ayağa kalkmıştı, durumuyla ilgili doğru tek bir cümleye karşılık milyon tane yanlış cümle sarf edilmişti. bir cevap verme ihtiyacı duymuş ve şöyle yazmıştı, “erken ölmek gibi bir niyetim yok.” şimdi bir kez daha hastalandı ve bu defa durumu ciddi. yine spekülasyonlar üretiliyor ve yine sevenleri onun için endişeleniyor.
o bu memlekette yaşayan ‘biri’ değil herhangi bir insan olmayı tercih etti. bir süre önce de kendini “meşhur” olmanın sıkıntılı topraklarından alıp, mülksüzleştiği, kimseleştiği ya da en azından öyle hissettiği gümüşlük’e attı. herhangi biri gibi yaşamaya başladı. hepimiz gibi oturup kalkacağı bir hayata başladı. hepimiz gibi yemek yapıp yiyor, hepimiz gibi kitap okuyor, hepimiz gibi çocukları izliyor. hepimiz gibi bir hayat yaşıyor. hepimiz gibi grip oldu şimdi de. hepimiz gibi iyileşsin diye bekliyoruz. beklerken de bu adam ne yaptı da kendini bunca sevdirdi diye düşünüyorum.
mutluluk aldatmacası
29 şubat 1972’de eyüp’te doğan nejat işler, cağaloğlu ortaokulunda tiyatro kolunda oyun, sahne, antre, senaryo, diyalog gibi birçok kelime ile tanıştı. işçi bir babanın oğlu olarak vicdanlı, herkesin yardımına koşan bir annenin oğlu olarak iyi kalpli olması için gerekli ortam evinde mevcuttu. hiçbir zaman bulunduğu ortamın neşe kaynağı olmadı hatta 42 yaşına geldiğinde başkalarının bu gereksiz mutluluk halini şu kelimelerle de cisimleştirdi, “bir şeyler yanlış gidiyor, birileri acı çekiyor. ben de çekiyorum aynı acıyı. altıma son model bir araba çekip, güzel bir ev alında mutlu mu olacağım yani? hayır, olmam. aramızda mutlu olanlar varsa zekalarından şüphe ederim, bir de gözlerinden. çünkü iyi görmüyorlardır.”mutlu olamayacak kadar uyanık oldu her zaman, hatta küçücüklüğünden beri galiba.
kitaplarla arası iyiydi, belki çocukluğundan, belki daha evvelinden ama kaynağı pek bilinmeyen bir nedenle kitaplar sığınağı oldu. türkiye’de erkek evlatlar ailelerin yetiştirme şeklinden ötürü bazen 18 yaşından çok sonra reşit olurken, o liseyi bitirir bitirmez kitap satmaya ve harçlığını çıkarmaya başladı. mimar sinan üniversitesi’nde balerinlerin, müzisyenlerin ve elbette aynı sınıfları paylaştığı oyuncuların arasında gelgitleri bol bir eğitim hayatı geçirdi. kuramsal ve edebi yönünü de geliştirebileceği akademisyenlik idealine ulaşmasına az kalmıştı ki şehnaz tango’da perran kutman ve erdal özyağcılar gibi büyük ustalarla aynı işi paylaşma şansı ortaya çıktı. evlerimizden içeri girişi böyle oldu. upuzun saçları, çok yakışıklı halleri ile nejat işler ismiyle değil ama yüzüyle artık tanışımız olmuştu. ardından şevval sam’la başrolü paylaştığı, kazım koyuncu’nun müziklerini yaptığı gülbeyaz dizisi geldi. artık ismiyle de biliniyordu. türkiye’de popüler kültürün kalbinde yer eden ilk karadeniz işi de buydu. son olarak aliye ile hem televizyonda o gün o saatin, hem de kalplerimizin adı sanı belli sahibiydi o: nejat işler. kadınlar ona bayılıyor, erkekler kıskansa da “delikanlı adam” diye ses etmiyordu ona. başka birçok dizi, reklam filmi peşi sıra geldi. şöhretine şöhret katarken, samimiyetle kendini eleştiriyor, eve ekmek götürmek için becerebildiği yolun “oyunculuk” olduğunu da ekliyordu.
“çünkü gideceğiz eninde sonunda, artık göremeyeceğimiz bir zaman olacak”
dünyayı gezme hayali o güne dek kitaplarla mümkün olurken artık sinema ve televizyon sayesinde gerçekleşmeye başlıyordu. oyunculuğuna laf edilemediğinden özel hayatına dair fazla içki içtiği, çapkın olduğu sözlerine şöyle açıklık getirecekti, “dünya gez gez bitmez. güzel kadınlarla tanışmak, güzel içkiler içmek, güzel insanlar tanımak. güzel şeylere bakmak, seyretmek o kadar keyifli, o kadar güzel ki… çünkü gideceğiz eninde sonunda; artık göremeyeceğimiz bir zaman olacak.”
sinemada ise televizyondakilerden çok farklı karakterleri canlandırdı nejat işler. mustafa hakkında her şey’de bir suçu sessizce paylaşan bir taksiciyi, anlat istanbul’da fazla düşünen bir katili, serdar akar’ın yönettiği tecavüz, işkence ve sadizmi apaçık anlatan barda filminde ise kötülükten yaratılmış egzozcu selim’i canlandırdı. son olarak 90’larda istanbulda ilk gençliğini yaşayan birçok kişinin kulak kesilip dinlediği kent fm’deki radyo programı kaybedenler kulübü’nün aynı isimli sinema filminde rol aldı. bu filmin kendisi için önemini anlatırken oynaması için teklif götürülmese, seti basıp zorla da olsa oynayacağını söylemişti şakayla. tabi behzat ç.'deki katkısını da unutmamak lazım, farklı bir seri katil ercüment çözer'di orada da.
dizi setlerinde ölümlerin olması, dizi sürelerinin uzunluğu, istanbul’un güvensiz atmosferi, insanı her bir yana çekiştiren hali sebebiyle televizyona süresiz ara verip, gümüşlük’e taşındı. taşınırken en büyük arzusu kendi deyimi ile “paylaşım savaşları”nı bir kenara bırakabilmekti. kısmen başardı da. bu defa bodrum’dan içleniyor, orada üzülüyordu olup bitene. “dünya uumrumda değil diyen insan gözüme görünmesin” demesi de bundandı belki.
sosyal meselelerde de sessiz kalmadı ama belki herkesten biraz fazla okuduğundan ya da kendi deyimi ile “hırsları bulunmadığından” önce iyi analiz ediyordu konuyu. gezi olayları ile ilgili de tepkinin iktidara değil, medya ve muhalefete gösterildiğini söyledi, “ben hiçbir şeyle ilgili günlük bir tavır sergileyemem. olaylar konusunda konuşurken tarihe bakarım. ajite olamam yani. biraz daha dikkatliyim bu konuda. ‘bana bir şey olmasın’ dediğimden değil. şu sebepten: bu bir sınıf çatışması sorunu. gezi’nin çıkışının iktidarla hiç ilgisi yok. medya ve muhalefetle ilgisi var. onlara ‘niye susuyorsunuz’ demekle ilgisi var. iktidar ne yaparsa yapsın. adı üstünde iktidar. ama muhalefet ve medya ne yaptı? asıl sorun bu.”
ötekileştirmeye karşı “biz” olmak
ötekileştirmenin, hangi platformda olursa olsun “ben” olmanın değil, “biz” olmanın peşinden giden biri nejat işler. başörtülü annesinden bahsederken de aynı “biz” halini savunuyor, “bunlar türkiye’nin gerçeği. biziz. beraber seviniyoruz, beraber acı çekiyoruz. mesela gölcük depremini hatırla, hiç o alevi, bu sünni, bu başörtülü diye bir şey var mıydı? bizim hamurumuzda var dayanışma.
yazarlığı da var nejat işler’in. çok kadar okuyan, izleyen ve sakin bir limanda fikirlerini olgunlaştırabilen bir adam olarak yazıyor, “gözlerimi yavaşça açıp cehenneme ilk adımımı attım. senden bi şey istemiyorum artık biliyorsun işte. bana sarıldı defterimi geri verdi ve unutamadığım cümleyi söyledi: gurur duydum nejat arkadaş kalalım n'olur... ve kalktı, uzaklaştı…”
kimi rivayetlere göre ailesinin istemediği, alkolik bir adam o. kesin bilgilere göre ise başarılı bir oyuncu, disiplinli bir sanatçı, şelaleler gibi fışkırabilecekken kendi oluğunda akıp gitmeyi tercih eden bir su. üniversitede okurken, yaz kış sokakta kitap satarak geçinen arkadaşlarım vardı. hâlâ varlar. hiçbiri evlenmedi, hiçbiri çoluk çocuğa karışmadı, küsmediler ama kırgınlar dünyaya. tutmasak bırakıp gidecek gibiler. belki oyunculuk yapmak yerine kitap satmaya devam etseydi, onu yakından tanıyamayacaktık deyişim bundan. nejat işler gibi kırılgan insanları sımsıkı tutmaya devam etmek lazım.
Yorumlar