Görüş
ABD'nin kan stratejisi
Batı, çıkarlarına tehlike oluşturduğu için İslam'a dayanan hiçbir siyasi hareketi iktidarda görmek istemiyor. Tüm samimi insanların görevi, Avrupalı ve Amerikalı karar organlarının zihinlerinden bu yaklaşımı silmeye çalışmak olmalı.

abd'deki stratejik karar organının, şu sıralar (arap ve islam coğrafyasında yaptığı çalışmaların meyvesini toplarken) oldukça mutlu olduğuna ve buraların olgunlaştığını düşündüğüne şüphe yok. ortadoğu'da amerikan ve israil çıkarları için her daim tehlike oluşturan üç arap ülkesinin (irak, suriye ve mısır) orduları artık tehlikeli değil. bu ordular, terörle suçladığı kendi halkı içinde önemli yer tutan kesimleri hedef alan iç savaşlarla meşguller.
arap iç kavgası, washington ve tel aviv'deki karar organlarının bu hızla ve bu şekilde gerçekleşeceğini tahmin etmediği bir hayaldir. o doğrultuda tel aviv, terörle savaşın ilan edilmemiş bölgesel ittifakına katılmaktadır. bize göre bu savaşın hedefi, esasında irak ve şam islam devleti'nden (işid) önce, bölgenin demokratikleşmesi; zorbalık, sömürü ve bağımlılıktan kurtarılmasını isteyenlerdir.
halka karşı savaş
ilan edilmemiş bu arap/israil ittifakı, 2014 yazında tel aviv'in açtığı ve filistin'in gazze şeridi'nde yaşayan halkımızı hedef aldığı savaşın etkisiyle ortaya çıktı.
etkileri gelecekte de hissedilecek gazze savaşı sırasında, siyasetçilerin ve din alimlerinin açıklamaları gündem olmuştu. en belirgin açıklama, dr. yusuf el karadavi'den gelmişti. karadavi, mısır'da general abdulfettah sisi ve arkadaşlarının, 3 temmuz 2013 darbesi sonrası yaptığı rabia katliamı'nın, israil'in filistin halkına karşı işlediği katliamlardan daha iğrenç, korkunç ve tehlikeli olduğunu ifade etmişti. dr. karadavi'nin burada israil'i övmediğini, sadece arap halklarımızın ve bilhassa mısır'ın yaşadığı trajediyi somutlaştıran bir karşılaştırmayla bunları söylediğini düşünüyoruz.
arap sahasına ve özellikle tel aviv ile savaşanlara (bağdat, şam ve kahire) bakıldığında, mısır ordusunun şimdilerde sina'da kendi vatandaşlarını öldürmek için gece gündüz israilli mevkidaşıyla koordinasyon içinde olduğunu görüyoruz.
bu doğrultuda israil'in güvenliğini korumak için mısırlı ve israilli yetkililerin direnişe ve hamas'a karşı devam eden koordinasyonu altında, gazze şeridi ile mısır arasındaki sınır bölgesini sina bedevilerinden boşaltma planları hayata geçiriliyor. buradaki amaç, gazze şeridi etrafındaki ablukayı sıklaştırmak; gazze şeridi'ni mısır'dan tamamen tecrit etmek, abluka altındaki gazze halkına karadan, denizden ve havadan yardım, gıda malzemeleri veya silahların ulaşmasını engellemektir.
irak'ta yaşanan çatışmalar ve zıtlaşmalar konusunda ise abd'nin 2003'teki irak savaşı'nın bu ülkenin ordusunu dağıttığı, silahlarını imha ettiği, ülkeyi kontrol altına aldığı, halkı arasında fitneler yaydığı ve aralarında sonu görülmeyen kanlı çatışmalar çıkardığına işaret etmemiz kaçınılmaz. oysa irak ordusu, israil ile araplar arasındaki ekim 1973 savaşı'nda bazı tugayları doğrudan israilliler ile karşı karşıya gelmiş üçüncü arap ordusuydu.
suriye'de rejime yönelik halk devrimi, iğrenç ve kanlı bir iç savaşa dönüştü. rejim ordusu dağıldı ve kendi içinde bölündü. böylece tel aviv, 1973'te savaştığı ikinci arap ordusunun tehlikesinden kurtulma hedefini de kolaylıkla gerçekleştirdi.
suriye'nin evlatlarının sonu görülmeyen bir iç savaşa dahil olmasının yanı sıra bu savaş, bazı aşırı islamcı gruplarca suriye ve irak topraklarının devasa alanlarında islam hilafetinin kurulduğunu ilan etmek için kullanıldı. bu unsurlar (işid ve benzerleri), bazı bölge ülkeleri ve bilhasa mısır'da demokrasi seçeneğini kabul etmiş islamcılara karşı işlenen katliamları kullandılar ve mısır'ı demokrasi seçeneğin başarısızlığına kanıt olarak sundular.
ihvan "terörü"
işid'in ortaya çıkışı, irak ve suriye'de örgütle mücadele etme amaçlı uluslararası ve bölgesel bir koalisyon oluşturdu. general sisi'nin temsilcisi heyetin (koalisyon ülkeleri tarafından düzenen bir toplantıda), müslüman kardeşlerin terörist bir örgüt olduğu ve işid gibi muamele görmesini koalisyonun kabul etmesi gerektiğinde ısrar ettiğini gördük. o durumda koalisyon üyeleri (mısır heyetinin talebinin peşinden giderek) müslüman kardeşler cemaatinin terörist olduğunu açıkça ilan etselerdi her şey birbirine karışır ve bölgedeki şiddet hiç görülmemiş şekilde büyürdü.
bu yüzden şimdi bazıları, "islam, din ve medeniyet olarak hedef mi?" sorusu etrafında dönen birçok soru yöneltiyorlar. burada kolaylıkla bir yanıta varmak mümkün değil. özellikle de islamcı hareketler seçim sandıklarına, bilinen demokratik rejime ve modern sivil devletin kurulmasına rıza göstermişken...
ancak aynı islamcı hareketler, (iktidara gelmeleri akabinde) kendilerini terörle suçlayan, darbe hedefi haline getiren, barışçıl göstericilerine karşı hâlâ birbiri ardına kanlı katliamlar yapan kimselerle mücadele ediyorlar.
mısır'ın yaşadığı darbe bizlere, hamas'ın 2006'da filistin parlamento seçimlerini kazandığı ve ismail haniye'nin başbakanlığında hükümeti kurduğu vakit gazze şeridi'nde nelerle karşılaştığını ve ardından ona karşı nasıl bir savaş ilan edildiğini hatırlatıyor. ayrıca bu darbe, cezayir'de yaşananları da aklımıza getirdi. 1991'de islamcı gruplar [islami selamet cephesi (fis)] parlamento seçimlerini kazandığı ve ordu müdahale ettiğinde, bir deneyim ortadan kaldırılmıştı.
o halde batı'nın müslümanları değil, bir din olarak islam'ı hedef aldığı açık. ve kendi çıkarlarına tehlike oluşturduğu için islam'a dayanan hiçbir siyasi hareketi iktidarda görmek istemiyorlar. tüm samimi insanların görevi, avrupalı ve amerikalı karar organlarının zihinlerinden bu yaklaşımı silmeye çalışmak olmalı.
washington'dan istenen
washington'ın mısır ordusunun doktrinini (mısırlıların büyük bir kesimine savaş ilan etme düzeyine çıkması amacıyla) değiştirmek amacıyla yaptığı yatırımı göstermek için abd uluslararası kalkınma ajansı (usaid) raporu üzerinde durmak önemli olacaktır.
rapora göre, amerikan resmi beyanatları, mısır'ın 1948-2012 döneminde toplam 71.6 milyar dolar yardım aldığını kaydediyor. bu yardımın 1.3 milyar doları, 1987'den bu yana her yıl verilen askeri yardımı oluşturuyor. söz konusu belgeli raporlar, mısır ordusunun geçen 28 yılda (esasen 1987 yılından itibaren) yaklaşık 40 milyar dolar askeri yardım aldığı anlamına geliyor. bu paralar, mısırlı komutanların, abd'de eğitim adı altında amerikalı subaylarca beyinlerinin yıkanması operasyonlarına harcandı.
iki ülke arasındaki stratejik işbirliği anlaşmalarının imzalanmasıyla abd-mısır ilişkiler taçlandı. israil ile mısır arasındaki camp david barışı (1979) ve washington’ın bölgedeki çıkarlarının korunması, güvenliği sağlama amaçlı ortak işbirliği, bu anlaşmaların tuğlalarını ördü. abd, anlaşmalar doğrultusunda, mısır ordusunun (eğilimlerini tamamen kontrol altına almak için) silahlandırılmasını tekeline aldı.
o halde mısır ve bölgenin maruz kaldığı gelişmelerin keyfi ve spontane geliştiğini düşünenler yanlış yapıyorlar. gerçekleşenler, üzerinde iyi çalışılmış ve önceden planlanmış bir konudur. süper devletler, zorbalığa verdikleri desteğin kendi çıkarlarını koruyacağını ve islam'ın kendileri için tehlike oluşturduğunu düşünerek bu plan içerisinde güçlü şekilde yer alıyor ve onu destekliyorlar.
dolayısıyla bu ülkeler, washington ve tel aviv'e karşı benzeri görülmemiş düşmanlık dalgasının gelişmesi gölgesinde, taleplerinin hem kendileri hem de bölge için istikrar getireceğini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. zira (abd, mısır'daki darbeyi desteklediğinde) bölgedeki şiddet ve aşırılık oranlarının görülmemiş şekilde nasıl yükseldiğini gördük. işid ve benzerleri güçlü şekilde ortaya çıktı ve amerikan çıkarları tehlikeye girdi. washington’ın önünde, diktatörlük döneminin geride kaldığı ve bu çağa uygun olmadığını itiraf etmek dışında bir çözüm artık kalmadı.
barış, halklara güç yoluyla ve kan stratejisiyle dayatılamaz. mısır, suriye ve irak'taki arap halklarımızın öldürülmesi, onları kesinlikle zorbalara diz çöktürmez. aksine özgürlüklerini alma ısrarlarını arttırır. işte o vakit, abd ve müttefiklerine karşı söyleyecekleri başka bir sözleri olacaktır.
salah budeyvi, mısırlı gazeteci-yazar. askeri darbe karşıtı nasırcılar hareketi koordinatörü ve askeri darbe karşıtı gazeteciler hareketi'nin kurucusu.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar