Görüş
Arap Baharı ve göz ardı edilen sonuçları
Tunus ve Mısır’daki devrimsel hareketliliğin beşinci yıldönümünde, bölgede sadece siyasi, sosyoekonomik ve hukuki değil, aynı zamanda fikri, felsefi, dini ve ahlaki bir kriz yaşanıyor. Ortadoğu tüm kaynaklarını ve birikimini kardeş kavgasıyla bir bir tüketiyor.
ortadoğu’da yüzyıl evvel inşa edilen bölgesel düzen arap baharı depremiyle kökünden sarsıldı. bir daha 2011 öncesine dönülmeyeceği aşikâr ama bugün bizi bir kaosla yüz yüze bırakan bu sürecin sonunda nasıl bir düzenin ortaya çıkacağını kestirmek de zor. ancak devrim, karşı-devrim, toplumsal isyan, iç savaş ve dış müdahale döngüsünde daha uzun yıllar devam edecek bir mücadele süreci sonunda, önümüzdeki 15-20 yılda yeni bir bölgesel düzen ortaya çıkacak ve bu da küresel sistemin dönüşümünü doğrudan etkileyecek.
arap baharı 6. yılına girerken, giderek ağırlaşan devasa problemler yığınında, bölgedeki - devrimci ya da karşı-devrimci - mevcut hiçbir iktidarın/rejimin kısa vadede istikrarı sağlayıp kalıcı olamayacağı anlaşılıyor. her ülkenin kaderi, yerel aktörlerin iç mücadelelerinin seyrine paralel olarak bölgesel ve küresel rekabetin alacağı şekle, arap baharı’nın koşullarını yaratan sosyoekonomik meselelerin çözülüp çözülememesine, temel hak ve hürriyetlerde ilerleme sağlanıp sağlanamamasına ve terörün kontrol altına alınıp alınamamasına göre belirlenecek.
arap baharı süreci arap dünyasında örgütlü geleneksel yapıların çok hızlı bir şekilde çözülüşüne sahne oldu. 2011’de halk isyanlarıyla soğuk savaş kalıntısı, asker kökenli seküler arap milliyetçisi yönetimler beklenmedik bir şekilde çözüldü. ardından ilk serbest seçimlerle müslüman kardeşler menşeli siyasi-toplumsal hareketler önce yükseldi, sonra geriledi. 2013’te eski rejimlerin ordular veya silahlı örgütler üzerinden karşı-devrimlerle geri dönme çabasına şahit olduk. el-kaide tarzı geleneksel silahlı gruplar devrim sürecince gözden düşerken, bölgede doğan otorite boşluğunda el-kaide’den kopan işid ve biatlılarının devletleşme ve şiddeti bölge dışına yayma süreci yaşandı.
arap baharı’nın ilk aşamasında halklar arasında oluşan dayanışma ruhunun aksine, bölgede kardeşliği, birlik ve beraberliği savunan neredeyse tüm geleneksel akımlar, cemaatler ve siyasi yapılar sarsıldı.
daha şiddetli toplumsal patlamalar yaşanabilir
bugün sünni arap dünyasında çok boyutlu ve derin bir kriz yaşanıyor. sadece siyasi, sosyoekonomik ve hukuki değil, aynı zamanda fikri, felsefi, dini ve ahlaki bir kriz bu.
geleneksel kurumların, liderlerin ve akımların meşruiyet krizi yaşadığı bir ortamda, günü kurtarmaya dönük palyatif tedbirler ve salt güvenlikçi bir perspektifle bu krizi aşmak veya daha vahimi, komplolara sığınıp gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak mümkün değil. söz konusu ülkelerin hemen hiçbirinde günlük hayatta şartların daha iyiye gitmediği gerçeği de düşünüldüğünde, gelecekte yeniden ve bu defa daha şiddetli toplumsal patlamalar yaşanması muhtemel. hem de arap baharı’nın henüz vurmadığı monarşilerde bile… zira bölgedeki değişim talepleri, dışarıdan kurmaca değil, içeriden son derece sahici taleplerdi.
arap baharı depremi, seküler-otoriter üst yapıların sarsılmasıyla yıllardır bastırılmış etnik, dini, mezhebi, kabilevi ve bölgesel alt kimlikleri bir anda güçlü bir damar olarak ortaya çıkararak yeni birer fay hattı ve çatışma alanına dönüşmesine yol açtı. bilhassa merkezi devlet otoritesinin çöktüğü veya kontrolü kaybettiği libya, yemen ve suriye’de bu fay hatları üzerinden silahlı gruplar özerklik ilan etti. geçen yüzyılda dil veya din üzerinden geliştirilen arap birliği projeleri, batılıların kurduğu“ulus-devlet” sistemi karşısında tutunamamıştı; bugün ise mevcut “ulus-devletler” çatırdıyor. önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek yeni ulus(çuk)lar ve yeni devlet(çik)lerle bölge, birliğini ararken daha da parçalanabilir. ancak bu kez muhtemel sınırlar, kağıt üzerinde yabancılar tarafından değil, savaş meydanlarında halkların kanıyla çizilecek. bölgeyi derin travmalarla yoğrulan uzun bir istikrarsızlık sürecinin beklediği söylenebilir. 1991-92’de başlayan parçalanma sürecini halen tamamlayamamış yugoslavya’dan alınması gereken dersler var.
halkların daha onurlu ve adil bir siyasi, iktisadi, hukuki ve toplumsal düzen taleplerinden doğan bu süreç, bölgesel aktörler iran ve suudi arabistan’ın kendi jeopolitik ve jeoekonomik çıkarları için halkların mezhebi motivasyonlarını harekete geçirmesiyle bambaşka bir yöne saptı. siyasi alanın daraltılması, şiddetin dozunun artması ve çatışma sürecinin uzaması, tüm ideolojik ve dini kesimlerde radikalleşmeye yol açtı. daha tehlikelisi, mezhepler arası ve mezhep içi çatışmalara kapı aralanması oldu. bugün islam dünyasının önündeki en büyük tehlikelerden birisi, tekfirciliğin giderek yaygınlaşması. bölgede birbiriyle çatışan grupların birçoğu kendi davasını/savaşını meşrulaştırmak için rakibini kolaylıkla tekfir eder hale geldi.
yine karşı-devrimci rejimlerin uyguladığı aşırı baskı ve şiddet yüzünden bölgede daha orta yolcu, mutedil islami gruplar buharlaşmaya başladı. geleneksel akımların (mesela mısır’da sisi darbesine destek veren ezher’in, sufi cemaatlerin ve bazı selefi grupların) oynadıkları rollerle itibar kaybına uğraması, selefileşmeyi ve sekülerleşmeyi tetiklerken, yükselen bu iki uç arasında ileriki yıllarda çok daha ciddi bir kutuplaşma ve çatışma riski beliriyor.
iran ve suudi arabistan menşeli mezhepçi kışkırtma birçok ülkeye istikrarsızlık ve kanlı vekâlet savaşları olarak yansıyor. buna bir de bölgede değişimi destekleyen türkiye ile statükodan yana diğer güçler arasındaki özellikle müslüman kardeşler üzerinden yürüyen mücadele ekleniyor. ancak arap baharı’na destek ya da köstek olan bölgesel güçlerin hiçbiri kendi tercihlerini dayatacak yeterli güce sahip değil. rusya’nın rejim safında, batı’nın da işid’le mücadele bağlamında suriye’deki çatışmalara doğrudan müdahil olmasıyla süreç yeni bir safhaya taşındı. ukrayna krizi’yle tetiklenen ikinci soğuk savaş’ın ortadoğu, doğu akdeniz ve asya-pasifik’teki gerginliklerin ve bir türlü aşılamayan küresel ekonomik krizin etkisiyle yıkıcı bir üçüncü dünya savaşına dönüşme ihtimali de yabana atılmamalı.
işid ve benzeri hareketler, saldırılarını dünyanın dört bir yanına yayarken şüphesiz bunun en büyük mağduru yine müslümanlar oluyor. işid korkusu/bahanesiyle birçok ülkede müslümanların hayat alanı daraltılıyor; islamofobi körükleniyor. bugün dünyada ikinci bir 11 eylül süreci yaşanıyor. işid’le mücadele altında uygulanan bu politikaların yeni bir radikalleşme dalgasına kapı araladığı, üstelik işid’i tersinden beslediği ise göz ardı ediliyor.
göz ardı edilen insani sonuçlar
büyük ümitlerle başlayan “arap baharı” süreci ağır maliyetlerle ilerliyor. yaşanan tahribat gözle görülenin çok ötesinde ve çok daha dramatik. binlerce insan hayatını kaybetti ya da yaralandı, milyonlarca sivil yersiz yurtsuzlaştı. tam bir insani kriz söz konusu.
diğer yandan insani değerler, tarihi hafıza ve medeniyet birikimi de bir bir yok ediliyor. el yazması eserlerin bulunduğu kütüphaneler, tarihi eserler yakılıyor ya da yağmalanıyor. bölge giderek hafızasızlaşıyor, köksüzleşiyor.
siyasetteki iç kutuplaşma ve saçılan kin ve nefret tohumları (mesela mısır’da sisi ile mursi destekçileri veya suriye’de rejim taraftarları ile karşıtları arasındaki derin husumet) toplumsal ilişkileri dinamitleyerek, hatta aileleri sarsarak tamiri zor bireysel travmalara, aile içi parçalanmalara yol açıyor. göçlerin ve yabancı savaşçıların etkisiyle demografik yapılar ve toplumsal dokular değişiyor.
büyük hayal kırıklığı içindeki arap gençlerin vatanlarına olan aidiyet bağları da giderek zayıflıyor, bir kısmı tamamen duygusal bir kopuş ve kimlik krizi yaşıyor. buna bir de eğitim fırsatından mahrum milyonlarca çocuk ve gencin varlığı eklendiğinde bölgenin sadece geçmişinin değil, geleceğinin de sönmek üzere olduğu görülüyor. kısaca ortadoğu, tüm kaynaklarını ve birikimini kardeş kavgasıyla bir bir tüketiyor.
“arap baharı” yüzyıllık çarpıklıkların, birikmiş problemlerin ve meşruiyet krizlerinin kaçınılmaz sonucu olarak yaşanan bir patlama haliydi. ancak doğan olağanüstü fırsatlar, iç ve dış müdahalelerle, bilhassa mısır’daki askeri darbe ve suriye’deki iç savaşla heba edilirken geriye olağanüstü riskler ve meydan okumalar kaldı.
ne kadar kan dökülürse dökülsün hiçbir tarafın diğerini yok etme şansı olmadığı gibi bölgedeki çatışmaların net bir kazananı da olmayacağı kesin. bölge halklarının zihinlerine ve gönüllerine “kaderin kaderimdir” anlayışı, asgari müştereklerde uzlaşma ve bir arada yaşama fikri yerleştirilmeden; yine mevcut mağduriyetleri, haksızlık ve adaletsizlikleri giderme yolunda hızlı, samimi ve kalıcı adımlar atılmadan ve dışlanan geniş halk kitlelerine siyasal alanda kendilerini ifade imkânı tanınmadan bu kaostan kurtulmak mümkün görünmüyor.
zahide tuba kor, marmara üniversitesi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisansını türkiye-suriye ilişkileri üzerine yazdığı teziyle tamamladı. 2004-2010 yılları arasında anlayış dergisinde yazar ve editör olarak çalıştı. 2010-2014 döneminde bilim ve sanat vakfı küresel araştırmalar merkezinde koordinatör yardımcılığı görevini yürüttü. araştırma konuları arasında ortadoğu, dinler ve mezhepler tarihi ile türk dış politikası bulunan kor’un anlayış başta olmak üzere çeşitli dergilerde bahsi geçen konularda çok sayıda yazısı ve hazırladığı infografikler yayınlandı. kaleme aldığı veya editörlüğünü yaptığı kitapları şunlardır: ortadoğu konuşmaları: bölgesel ve küresel perspektiften “arap baharı” (küre yayınları, 2014), küresel vicdanın dilinden özgürlük filosu: yolcularla söyleşiler (ihh kitap, 2011), witnesses of the freedom flotilla: interview with passengers (ihh kitap, 2011), ortadoğu’nun aynası lübnan (ihh kitap, 2. bs., 2011), siyonizm düşünden işgal gerçeğine filistin (fatma tunç yaşar ve sevinç alkan özcan ile birlikte) (ihh kitap, 7. bs., 2011)
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar