Görüş
Devletin karanlık labirentleri: Memurlar ve halk
Avukat, ayağa kalkmazsa, zorla kaldırılır. Öğretmen kravat takmazsa bu, kaymakama karşı saygısızlık işareti hâline gelir. Böylece, halk istismar etmemeyi öğreninceye kadar memurlara emanet edilmiş bir “devlet terbiyesi” mekanizması harekete geçer.

türkiye’de, “memur” ile “halk” arasındaki ilişki, ülkenin devlet ve demokrasisinin herhalde en karanlık noktalarından birisini oluşturur. içinde büyük ve süslü söylemlerle beraber sayısız küçük trajedileri barındırır; “hizmet” vaatleri altında geniş bir sahte davranışlar alanı içerir, “hukuk” ve “kural” adı altında geniş bir serbestiyet yükselir ve nihayetinde iktidarın iç dünyasının bütün o sorunları burada ifşa olur. türkiye siyaseti ve iktidarının bütün o sonu gelmez kurtuluş vaatlerinin ötesindeki gündelik hayatı, bir de bu trajik ve sahte dünyanın içinden takip edilmelidir. çünkü, halkın ve yurttaşların, devlet ve devlet kurumları tarafından iğdiş edilmesinin “gizli tarihi” burada saklıdır.
halkın hafızasında bu “gizli tarih”in her gün yeni bir anlatımı ortaya çıkmaktadır. istanbul mahkemelerinden birinde duruşma hâkiminin, bir avukatı duruşmayı ayakta takibe zorlamak için koltuğunu kaldırtması en son yaşanan örneklerden birisidir. açıktır ki bu tavır, gizli bir şiddet iması barındırmaktadır ve “halk”ın devlet alanında “terbiye” edilmesine adanmış bir hareketi içermektedir. bir başka örnek olarak, yine yakınlarda bir öğretmen ile kaymakam arasında yaşanan bir olay verilebilir. maltepe’de bir okulda öğretmenlik yapan mehmet sarı, kaymakam ile karşılaştığında “sen ne biçim öğretmensin, berduş gibi giyinmişsin, böyle öğretmen mi olur! siz nasıl öğretmenlik yapıyorsunuz” diyerek sözle taciz edildiğini ve arkasından da kaymakamın korumaları tarafından tartaklanarak göz altına alındığını duyurmuştur. bunlara benzer çok sayıda başka “olay” her gün türkiye’nin devlet kurumları içinde yaşanmakta ve halk üzerindeki “yetki” kullanımının gündelik sonuçları tekrar tekrar tecrübe edilmektedir. buna karşılık bu alanın ne kadar ciddi bir karanlık ürettiği, halkın ve hiyerarşinin alt sıralarında bulunan memurların nasıl bir aşağılanma ve şiddete maruz bırakıldığı sorunu hâlâ “küçük sorunlar” olarak anlatılmaya devam edilmektedir. oysa türkiye siyasetinin “büyük sorunu” ile karşı karşıyayız.
halkın memuru, memurun halkı
bu alanın genel gerilim ve sorunları bellidir: memur, demokrasi teorisinin bir sonucu olarak, haliyle, halkın doğrudan iradesinin bir ürünü ve “hizmet” ulaştırma vasıtası olarak tanımlanırken olağanüstü bir hiyerarşi ve yetki alanı olarak ulaşılması zor ve epey bir talim gerektiren mahsus bir yapıya dönüşür. bu nedenle de memur, halkın, ekonomik-sosyal dünyasının bir parçası iken halk memurun içinde bulunduğu hiyerarşik mekân ve yetki alanında geniş bir huzursuzluk hissi ile varlığını korumaya zorlanmıştır. popüler devlet söylemlerinin tersine, memur ile halk ilişkisi, olumlayıcı değil gerilimli ve çatışmalıdır. bu çatışma her yerdedir ve her an yaşanmaktadır. sadece, memur ile halk arasında değil, bizzat memuriyetin ara katmanları arasında da oldukça yoğun bir saklı şiddetle karşı karşıyayız.
türkiye istisnacılığı
türkiye’de devletin bu karanlık labirentinin içinde yaşanan şiddet, tehdit, baskı, taciz vs. gibi sayısız gündelik olayların ise aslında “saygı” duyulacak bir “felsefi” zemini hazır ve nazırdır. buna göre, halk, “kendi iyiliği için”, henüz “rahat bırakılmaya” hazır değildir. çünkü, biraz serbest bırakılırsa bunu istismar edecektir. halk, hazır oluncaya kadar, memurun, halk üzerindeki yetkisi ve gücünün sürekli hatırlatılması ve halkın devlet dairelerinde buna uygun bir “terbiye” içinde hareket etmesi sağlanır. sağlanmaya çalışılır. memur ile halk arasındaki saygı, sadakat, güven, samimiyet bu noktada toplumsal sağduyunun içinde değil, devletin ve devlet yetkilisinin açık baskısı ve tehdidi ile sağlanmaya çalışılır. avukat, ayağa kalkmazsa, zorla kaldırılır. çünkü ayağa kalkmaması, bir yetki karşısında “saygısızlık” iması barındırır. öğretmen kravat takmazsa bu, kaymakama karşı saygısızlık işareti hâline gelir. böylece, halk istismar etmemeyi öğreninceye kadar memurlara emanet edilmiş bir “devlet terbiyesi” mekanizması harekete geçer. bu mekanizma, türkiye’nin memurlarını, halkın bütün gündelik hayatında öğretici-eğitici birer “yetkili” ve bir “sosyal otorite” hâline getirir.
bu durum, halk henüz demokrasiye ve adalete hazır olmadığı için bir “hazırlık ve terbiye devresi”ni harekete geçirir. buna göre, türkiye halkı, avrupa halkına benzemez. biz bize benzeriz! türkiye’nin kendine has özellikleri vardır ve hiç kimselere benzemeyiz. bizim, yöneticilerimiz gibi hukukumuz, yargımız ve dahi cumhuriyet savcılarımız da sadece bize özel bir tarihten miras kalmıştır. batı'nın kurumları ve demokrasisinin biz de karşılığı yoktur. demokrasiye bu nedenle henüz hazır değiliz. bu çok tipik bir türkiye istisnacılığıdır ve bütün demokratik kurumların yokluğunun açık itirafıdır. dahası sürekli bir “geçici olağanüstü hâl durumu”nun türkiye’nin devlet kurumlarında varlığını sürdürdüğünün de itirafıdır. eşitsizlik ve hiyerarşi, türkiye istisnacılığı yolu ile böylece normalleştirilir.
halk ve memur (devlet) eşitliği
buna karşılık geçen günlerde, halk-memur karşılaşmasına dair bu geleneği cepheden ihlal eden bir “hukuk olayı” yaşandı. gaziantep 6. asliye ceza mahkemesi'nde, avukatın “devlet terbiyesine” çağrılması gereken bir “nesne” değil, yargılamanın bir “özne”si olduğuna dair tespit yapıldı ve avukat ile savcının aynı seviyede ve birbirine eşit olarak konumlanmasına yönelik bir karar verildi. buna göre, hâkim ile savcının yan yana oturduğu kürsüye, çok tipik bir batılı yargılama ilkesi olan “silahların eşitliği” ilkesi gereğince avukatlar da davet edildi ve türkiye yargı tarihinde ilk defa modern ve eşit bir halk-memur karşılaşması ve çekişmesinin imkânları hazırlandı. tabii ki duruşma salonunda o güne kadar uygulanan oturma düzeni, gerçekte, halk ile devletin siyasal düzen içindeki oturma düzenine tekabül eder. duruşma salonunda avukata reva görülen alt platformdaki yer, gerçekte siyasal düzen içinde halka reva görülen yerle aynıdır. dolayısıyla, duruşma salonundaki avukat ile savcıların oturma düzeninin değiştirilmesi, genel siyasal düzendeki oturma düzeninin etkisini kıran, onun eşitsiz geleneğine yeni bir gelenek imkânı ile cevap veren simgesel bir anlam taşıyordu. tam da bu nedenle, yaşanan bu “hukuki olay”ın halk da ve hâkim ve savcılar arasındaki karşılıkları oldukça farklı oldu. geleneksel uygulamalar ile yeni bir dönem iddiasını barındıran bu hukuki olay arasında açık bir karşıtlık ortaya çıktı ve bu karşıtlık yeni bir çözüm alanı ortaya çıkana kadar sürecek. geleneği devam ettirme ısrarında olanlar otoriteyi tercih ederken, yeni hukuki olayın potansiyeli ise ancak ve ancak yeni ve demokratik bir yargı kültürü ile açığa çıkacaktır.
şüphesiz ki, bu iki yaklaşım, aynı zamanda gündelik kültür ve iktidar oyunları bakımından da farklı tercihlere tekabül etmektedir. dolayısıyla geçmişte ısrar edenleri bir de bu ilişkinin yarattığı samimiyet, güven, saygı ve açıklık gibi hep aradıkları vasıflar bakımından da uyarmak gerekir. geçmişimiz, genel olarak memur ile halk, özelde ise kaymakam ile öğretmen, hâkim ile avukat, savcı ile avukat arasındaki saklı şiddet ilişkisi nedeniyle samimi bir saygı ve iletişim tamamen yok olmakta ve etiyopya atasözünün şu bilgece öğüdünü sürekli hatırlamayı salık vermektedir: akıllı köylü büyük efendinin önünde sonuna kadar eğilir; fakat sessizce yellenir…
anlaşılan o ki, türkiye’nin devlet alanı ve halk-memur ilişkileri, bir süre daha, aşağıdakileri ve ezilenleri, etiyopya atasözünde açıkça dillendirilen strateji ve taktiklere mecbur edecektir. hiçbir saygı içermeyen bir saygı, samimiyet içermeyen bir samimiyet, açıklık ve diyalog içermeyen bir iletişim varlığını sürdürecek ve devletin bu karanlık ve kuytuluk alanı ülkedeki demokrasi ve adalet talepleri için tehdit üretmeye devam edecektir. ama devletteki bu karanlık labirentin böyle devam ettirilemeyeceğini öngörmek için müneccim olmaya da gerek yoktur…
dr. orhan gazi ertekin, demokrasi ve özgürlük için yargıçlar ve savcılar birliği (demokrat yargı) eşbaşkanı.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar