Görüş

Filistin ve İran bağlamında Netanyahu'nun zaferi

İsrail'de Binyamin Netanyahu'nun seçim zaferini sadece Filistin merceğinden değerlendirmemeli. Likud ile ABD'deki Cumhuriyetçi Parti'nin İslam dünyasına yönelik askeri yaklaşımları arasında bir koordinasyon olma tehlikesi de gözden kaçırılmamalı.

İsrail'de 17 Mart 2015 genel seçimlerini mevcut Başbakan Netanyahu'nun liderliğindeki Likud Partisi'nin kazanması, beklenmeyen bir sonuçtu. [Fotoğraf: AP]

israil'de 17 mart 2015'te düzenlenen genel seçimlere yönelik ilk tepkim, filistin dayanışması açısından başbakan binyamin netanyahu'nun bu yetkiyi elde etmesinin arzu edilir bir şey olduğu yönünde. neden? çünkü saygınlığını çok uzun süre önce yitiren oslo barış sürecinin artık gerçekten işlevsiz olduğunu tüm taraflara mümkün olan en açık şekilde gösteriyor.

fakat ikili görüşme çağrısının, liberal siyonistlerin safında yeniden canlandırılmayacağını düşünmeyin. likud adına çalışanlar da dahil, israilli yorumcular, doğrudan müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesini israil'in olumlu karşılayacağını söylüyorlar. likud hükümeti dışişleri bakanı yardımcısı tzachi hanegbi'nin ifadesiyle, müzakerelerin yeniden başlamasından memnuniyet duyacaklardı çünkü bu her iki tarafın da yararınaydı.

filistin halkına yönelik olarak süren baskılar ve bu kesimin en temel haklarının bile tanınmaması konusunda sorumluluğu paylaştırmaya çalışma eğilimi, sorumluluğun değerlendirilmesinde sözümona objektif ve dengeli olan ideolojik liberal siyonistleri en açık şekilde anlatan örnek.

by Richard Falk

sahiden öyle mi? son 22 yılda israilliler, batı şeria'yı kararlılıkla yavaş yavaş ilhak edip doğu kudüs'ü etnik temizlikle geri dönüşü olmayan bir noktaya getirirlerken, bu müzakerelerin filistinlilere nasıl bir faydası oldu acaba?

netanyahu'nun seçim kampanyasının son günlerinde sarf ettiği, "benim iktidarımda filistin devleti diye bir şey olmayacak!" sözlerinin utancına gelince, bu mesele bir kenara bırakılabilir. hepimiz biliyoruz ki bibi lakaplı israilli lider, seçim kampanyası yapmakla bir ülkeye hükümet etmek arasındaki farkın bilincinde, pragmatik biri. israil'in önemli düşünce adamlarından grin grinstein'ın da belirttiği gibi, netanyahu artık seçimden galip çıktığına göre, dikkatleri ülkeye bıraktığı mirasa çevirecek ve israil'in uluslararası alanda yalnız kalmasını önlemek isteyecektir. nitekim grinstein da netanyahu'nun iki devletli çözüm seçeneğine geri dönebileceği ihtimalini göz ardı etmiyor.

ben de aynı fikirdeyim – en azından söylem ve fırsat bağlamında. israil'in iki halkın eşitliğine dayalı, kendi ayakları üzerinde durabilen bir filistin devleti konusunda asla istekli olmadığı zaten uzun zamandır belli. oysa bu, iki devletli bir uzlaşmaya dayalı, sürdürülebilir bir barışın olmazsa olmazı.

inkâra son

isaac herzog ve tzipi livni liderliğindeki siyonist birlik seçilseydi, liberal siyonistler bayram eder, washington-kudüs ilişkilerinde iyi niyet ve hükümetler arası uyum yeniden sağlanırdı. şu anda bile siyonist liberallerin önde gelen isimlerinden new york times gazetesi köşe yazarı roger cohen, netanyahu'nun aşırılık yanlısı eğilimlerini dizginleyecek bir ulusal birlik hükümeti fikrini destekliyor. israil cumhurbaşkanı ve likud üyesi reuven rivlin'in seçim sonuçlarına göre bir birlik hükümeti kurulmasını isteyeceğine dair haberler var. tarihi filistin'de tek devletten yana, bariz bir aşırı siyonist olsa da, rivlin, netanyahu'nun aksine israil'in ulaştığı tüm sınırlar içinde yaşayan filistinliler için insan hakları ve eşitliği savunan bir isim.

haham michael lerner gibi ilkeli liberal siyonistler ve hatta saygıdeğer haaretz köşe yazarı gideon levy, netanyahu'nun yeniden seçilmesini hem israil'in yönetim politikaları açısından taşıdığı anlam hem de ülkedeki ırkçılık ve militarizme dayalı hakim siyasi kültürle ilgili olarak bize anlattıkları bakımından kesin bir felaket olarak değerlendiriyor. bunun aksine, ideolojik liberal siyonist thomas friedman ise ortaya çıkan tabloda (gerek hamas gerekse de filistin yönetimi olmak üzere) filistinlileri de eşit ölçüde suçluyor. kendisinin new york times için kaleme aldığı makalesinde kullandığı şu yanlı ifadeleri bir düşünün:

gerçi suçun tamamını netanyahu'nun üzerine yıkmak yanlış olur. netanyahu'nun tabanının oluşmasında kendisinin yaptıkları kadar, geçtiğimiz yaz hamas'ın başlattığı, israil'in ana havalimanının dibine roketlerin isabet ettiği o akıl almaz gazze savaşı'nın ve filistinlilerin geçmişte israilli başbakanlar ehud barak ve ehud olmert'in iki devlete dayalı tekliflerine burun kıvırmalarının da payı var.

filistin halkına yönelik olarak süren baskılar ve bu kesimin en temel haklarının bile tanınmaması konusunda sorumluluğu paylaştırmaya çalışma eğilimi, sorumluluğun değerlendirilmesinde sözümona objektif ve dengeli olan ideolojik liberal siyonistleri en açık şekilde anlatan örnek.

dolayısıyla gazeteci ali abunimah ve israilli yazar gilad atzmon gibi, filistin'in adalete kavuşması için mücadele veren en saygın isimlerin, güya merkezci muhalifleri yerine netanyahu ve likud'un iktidarda kalmasının daha iyi olacağı yönünde hemfikir olmaları sürpriz değil. bu kesimin iyimser görüşlerine göre, netanyahu'nun zaferinin, en azından krizin diplomatik yollardan çözülebileceği yönündeki oslo kaynaklı yanılsamaları sessizce gömmesi ve israil'in gerçek emelleri konusunda batı kamuoyunun gözünü açması gerekiyor. ki bu da dünya genelindeki insanlara filistin sorunu'nun pozitif bir şekilde sonuçlanmasının şu aşamada bir diplomasi değil, mücadele meselesi olduğunu hatırlatmakta. olumlu bir gelecek için filistinlilerin uluslararası hukuk kapsamında haklarının tanınması yönünde bir meşruiyet savaşı verip kazanmaları gerek. (palestine: the legitimacy of hope isimli yeni kitabımın temel argümanı da bu. bu konuda ayrıca abunimah'ın the battle for justice in palestine adlı kitabına da bakılabilir.)

iran ile uzlaşmanın önünde engel

ancak netanyahu'nun zaferi, sadece filistin merceğinden değerlendirilemez. netanyahu denetiminde bir dış güvenlik politikasının daha geniş çaplı bölgesel meseleler açısından doğuracağı olası neticeler de, likud ile abd'deki cumhuriyetçi parti'nin islam dünyasına yönelik askeri yaklaşımları arasında bir koordinasyon oluşma tehlikesi de gözden kaçırılmamalı. bu, en bariz şekilde, iran ile yaşanan gerilime istikrarlı bir çözüm bulma ihtimalini etkiler. netanyahu-cumhuriyetçi parti yaklaşımı hakim olursa, iran'daki iç dengelerin daha sert bir çizgiye kayması; iran ve ortadoğu'nun diğer bölgeleri üzerindeki baskının artarak, bu ülkelerin nükleer silah edinme fikrine daha fazla yaklaşması şeklinde iki olumsuz etki doğuracaktır. bu da muhtemelen ortadoğu'da nükleer silahların yaygınlaşarak bir silah yarışının baş göstermesine ya da yeni bir yıkıcı savaşın patlak vermesine neden olabilir.

netanyahu'nun filistin ve iran meselelerini birbirinden ayırarak, filistin bağlamındaki zaferinin avantajını yaşarken, diğer yandan da ortadoğu'da barış dolu bir geleceğin hayati bir parçası olarak nükleer silahsızlanmadan yana bir hareketi seferber etmesinin bir yolu var mı? 

by Richard Falk

elbette işleri daha ziyade poker mantığıyla gören netanyahu-cumhuriyetçi parti ittifakı, bahisleri daha da arttırdıkları takdirde iran'ın oyundan çekileceğini düşünüyor. oysa bu pek akla yatkın bir varsayım gibi görünmüyor. iran'ın benzeri görülmemiş düzenlemeleri kabul edip nükleer seçeneğinden vazgeçerek batı ile uzlaşma yolundaki çabaları başarısız olursa, artık dümeninde daha katı tutumlu bir yönetim bulunan tahran, neden ılımlı olan seleflerine kıyasla yumuşamaya daha istekli olsun?

bu açıdan bakıldığında, haham lerner'in netanyahu'nun zaferini israil ve dünyanın geri kalanı açısından önemli bir felaket olarak görmesini, ortaya atılan blöfler henüz politikaya dönüşmese de yabana atmamak gerek. üstelik şu anki durum, abd'de 2016 yılında yapılacak başkanlık seçimlerini bir cumhuriyetçinin kazanması halinde olacaklara kıyasla çok daha tehlikesiz. öte yandan, demokrat hillary clinton'ın da, seçimlerden galip çıkarak başkanlık koltuğuna oturması halinde, üslup ve daha düşük önemli meseleler haricinde netanyahu'nun yaklaşımına meydan okuyacağından pek umudum yok. fakat en azından clinton'ın iran ile silahlı çatışma fikrini destekleme ihtimali düşük.

clinton başkan bile olsa, netanyahu hükümeti iran konusundaki tutumunu değiştirmeyecektir. neden? çünkü iran kozu, netanyahu hükümetine büyük fayda sağlayarak, hem israillilerin korkularına oynamasına hem de dikkatleri filistin halkına karşı makul ve yasalara uygun hareket etmemekte direten israil'den başka yöne kaydırmasına imkan verdi. diğer taraftan netanyahu'nun kendi yaptığı propagandaya kanıp iran'ın israil'in güvenliği ve belki de ayakta kalması karşısında gerçek bir tehdit teşkil ettiğine sahiden inanıyor olması da kuvvetle muhtemel. bu olumsuz koşullar ışığında, şu noktada iran hükümetine beklemekten başka tavsiye verebilir miyim? bilmiyorum. şayet netanyahu seçimden adamakıllı mağlup çıkmış olsaydı, abd başkanı barack obama hâlâ görevdeyken bir anlaşmaya varabilmek için mümkün olan her şeyi yapmak mantıklı olurdu. ancak şu anda üzerinde anlaşma sağlanan ne varsa reddine yol açmak, olabilecek en kötü alternatif senaryoyu seçmek demek.

bu sebeplerden dolayı, netanyahu'nun seçim zaferi, filistin ulusal hareketi açısından ne denli yararlı görünürse görünsün, iran ile olan anlaşmazlığın çözümü bakımından kesinlikle bir başarısızlık. netanyahu'nun bu iki meseleyi birbirinden ayırarak, bir yandan filistin bağlamındaki zaferinin avantajını yaşarken, diğer yandan ortadoğu'da barış dolu bir geleceğin hayati parçası olarak nükleer silahsızlanmadan yana bir hareketi seferber etmesinin bir yolu var mı? öyle görünüyor ki filistinliler için adaletin sağlanmasını, her iki halkın da barışa kavuşmasını ve iran konusunda yapılan korku tellallığı ve savaş tehditlerinin son bulmasını isteyenlerin karşı karşıya olduğu zorlu mesele işte bu.

richard falk, abd'nin princeton üniversitesi uluslararası hukuk fakültesi'nde albert g. milbank emeritus profesörü. aynı zamanda california üniversitesi uluslararası çalışmalar bölümü araştırma danışmanı. birçok kitap ve makaleye imza atan falk, 2008-2014 yıllarında birleşmiş milletler filistin insan hakları raportörü olarak görev yaptı.

twitter'dan takip edin: @rfalk13

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Richard Falk

abd'nin princeton üniversitesi'nde albert g. milbank emeritus profesörü. aynı zamanda california üniversitesi uluslararası çalışmalar bölümü araştırma danışmanı. 2008-2014 yıllarında birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörü olarak görev yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;