Görüş
Gazeteci ölümlerine bakışta çifte standart
Terör saldırılarının Müslüman kurbanlarının göz ardı edilmesi, aşırılık yanlısı örgütlerin Batı ile İslam dünyasını kastederek kullandığı "biz ve onlar" söyleminin pekişmesine yol açıyor. Teröre yalnızca Batı topraklarında yaşandığında karşı çıkmak, uzak bölgelerde yaşanan terörü umursamadığımız fikrini akla getiriyor.
7 ocak 2015 günü fransız mizah dergisi charlie hebdo'nun paris'teki ofisine düzenlenen korkunç saldırıda 10 gazeteci ve iki polis memurunun öldürülmesi, dünya kamuoyunda büyük infial yarattı. olaydan bir gün sonra, agence france-presse (afp), tunuslu iki gazetecinin irak ve şam islam devleti (işid) örgütünün libya kolu tarafından başları kesilerek öldürüldüğünü haber yaptı. araştırmacı gazeteci sofiene chourabi ve fotoğrafçı nadhir khtari, eylül 2014'te kaçırılmış ve libya'daki işid grubu yaptığı bir açıklamada, iki basın mensubunu "dine karşı savaşan bir uydu kanalına" çalışmakla suçlamıştı. gazetecilerin kafalarının kesilmesi medyada sınırlı yer bulurken, doğrulandığı takdirde, ocak ayını, 2012'den bu yana gazeteci ölümleri açısından en kanlı dönem haline getirdi.
fransa'da da, batı dünyası genelinde de charlie hebdo'ya yönelik saldırı şiddetle kınanıyor; ölen gazeteciler, eserleriyle ifade özgürlüğünün korkusuz ve meydan okur bir tavırla peşinden giden kahramanlar olarak nitelendiriliyor. fakat ifade özgürlüğü için verilen bu savaş, her zaman bir müslüman mücadelesi olarak görülmüyor. oysa gazeteciliği savunurken öldürülen müslüman gazetecilerin sayısına baktığımızda, ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor.
2014 yılında öldürülen 61 gazetecinin yarıdan fazlası müslümandı ve birçoğu irak, suriye, pakistan, somali gibi çatışma bölgelerinde görev yapıyordu. lakin onların pek azı, batılı gazetecilere ya da batılı medya kuruluşlarına çalışan bir avuç müslüman gazeteciye layık görülen saygı ve övgüye nail olabildi.
ifade hürriyeti, doğruyu öğrenme ve anlatma özgürlüğü evrensel bir değer. dolayısıyla bu uğurda kaybedilen müslümanlar da, paris'teki alçak saldırıda yaşamını yitirenler kadar hatırlanmalı.
kimi okurlar, terörizmin paris'te gerçekleştirdiği katliamın hemen ardından, ölen gazetecilerin kimliğine bu şekilde vurgu yapılmasını ahlaki açıdan müphem bulabilir. açıkça söylemek gerekirse, burada inançlar arası bir rekabet söz konusu değil. ama ortada bariz şekilde görülen çifte standart ve tepki gösterirken takınılan seçmeci tavır, terör eylemlerine yönelik ahlaki hesap pusulamızdaki ayrıcalık hiyerarşisini ortaya koyar nitelikte. bu dinamik, ancak batılı gazeteciler hedef olduğunda göze çarpıyor.
örneğin; 2014 yılında james foley ve steven sotloff'un işid tarafından kafaları kesilerek öldürülüşünü gösteren video görüntüleri, dünya basınında manşetlere taşınmıştı. fakat aynı zalimlerin elinde can veren müslüman gazetecilerin ölüm haberleri göz ardı edildi. sotloff'un öldürülmesinden sadece bir ay sonra işid, ekim 2014'te irak sada haber ajansı muhabiri muhammed el akidi'yi vurarak, sama salah aldeen televizyonunda çalışan iraklı kameraman ve fotoğrafçı raad muhammed azaouie'yi ise kafasını keserek öldürdü. bu olaydan da bir ay sonra musul'da 4 iraklı gazeteci daha öldürüldü. haber, manşetlerde kısa süreliğine yer bulurken, ifade özgürlüğü savunucularından ortak bir protesto dahi gelmedi.
terör kurbanlarına eşit saygı
onların bu görünmezliği, terörün koyu tenli, müslüman kurbanlarının, alışıldığı üzere, görmezden gelinmesinin parçası. aşırılık yanlılarının iyice mercek altına alınmayan yabancı düşmanlığının ve "bize karşı onlar" şeklindeki ayrımcı söyleminin hâlâ hakim olup devamlılık göstermesine imkan veren de bu tutum. terör kurbanlarına eşit biçimde saygı gösterip üzülmemek, muazzam bir risk arz ediyor. teröre sadece batı'nın kapısına dayandığı veya batılıları hedef aldığı zaman karşı çıkmak, bizden uzak topraklarda yaşanan terörü o kadar da umursamadığımız anlamına geliyor.
paris'teki katliamı haber yapan batılı gazeteciler, böylesine dehşet verici bir saldırının nasıl olup "burada" – fransa'nın başkentinde, bir batı şehrinde – gerçekleşebildiğine şaşırıyordu. bu tür ifadelerin ortaya koyduğu hakim ve pek sorgulanmamış varsayım şu: terör, batılı olmayanların başına geldiği ya da batı toprakları dışında yaşandığında daha az ürkütücü oluyor. oysa terör, aralık 2014'te çok sayıda öğrencinin katledildiği pakistan'ın peşaver kentinde de, silahlı boko haram örgütünün, paris saldırıları ile aynı hafta içinde 16 köye baskın yaparak 2 bin civarında insanın canına kıydığı nijerya'da da aynı acı ve yaralara sebep oluyor.
müslümanların savaş ve yerinden edilme tecrübesi yaşama ihtimali, diğer tüm dini gruplardan daha fazla. suriye, afganistan, irak ve pakistan gibi nüfusunun büyük bölümü müslüman olan çok sayıda ülke, iç karışıklığın eşiğinde. milyonlarca suriyeli, iraklı ve afgan, zaten belli bir yük altında ezilmiş durumdaki ürdün ve pakistan gibi komşu ülkelere iltica etti. bu ülkelerde şiddetin yol açtığı yıkımdan; okul, cami, restoran ve pazarlarda yapılan acımasız katliamlardan payını almamış tek kişi yok. bununla beraber kimi batılılar, müslüman altyapılı her katilin eylemleri için bu yorgun ve yaralı kesimden ısrarla toplu özür bekliyor.
bu basite indirgemeci eğilim, aşırıcılıkla mücadele ve ifade özgürlüğünün korunmasını inanç ve milliyetin ötesinde, ortak bir savaş olarak gören ezici müslüman çoğunluğu yabancılaştırıyor. öfkemizi ortaya koyarken takındığımız seçmeci tavır, müslümanların acılarını ve kayıplarını görmezden gelirken, yapılan genelleme de tüm müslümanları terör eylemcisi olarak tasavvur ediyor.
terör dehşetinin amacı, bağlamın içini boşaltmaktır. terör, korunma ve intikam arzusunu ateşler. müslümanların topluca suçlanması, şüphe ve ithamların düşünmeden bu kesime yöneltilmesi ve ifade özgürlüğünün sadece batı'ya ait bir değermiş gibi gösterilmesi, aşırılık yanlıları için bir zaferdir. tepkimizi gösterirken sergilediğimiz seçmeci tavrımız, dünyadaki tüm müslümanların halihazırda ya da potansiyel olarak terörist oldukları fikrine de prim kazandırıyor. müslümanlar, sadece içlerinden birkaçı terör adına cinayet işlediğinde akla getirilip binlercesi terör saldırılarında hayatını kaybederken göz ardı edilmemelidir.
rafia zakaria, pakistan'ın ingilizce yayınlanan en büyük gazetesi dawn'ın köşe yazarı. zakaria, indiana üniversitesi'nde siyaset felsefesi üzerine doktora çalışmalarını sürdürüyor.
twitter'dan takip edin: @rafiazakaria
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar