Görüş
'Kazanan takım bozulur'
Spor yazarı Uğur Meleke'ye göre, Bilic 'kazanan takım bozulmaz' klişesini umursamamakla doğru bir karar verdi. Meleke, Alex'in vedasını da 'Düşünen adam, futbola veda etti' sözleriyle kaleme aldı.

türk spor camiasının çok sevdiği berbat klişelerden biri de şu: “kazanan takım bozulmaz...” neden bozulmaz ki? aksak giden bir noktayı düzeltmek için illa kaybetmeyi mi beklemek gerek? her türlü galibiyet mükemmeliyet göstergesi midir? o zaman bir kez kazanan takım, 11'i hiç bozmazsa sonsuza kadar kazanacak anlamına mı geliyor sahi?
türk spor medyası olarak dilimizin ne kadar sınırlı olduğunun göstergelerinden biri de bu. bize göre futbolu 3-5 cümleyle açıklayabilirsiniz zaten: “yenemiyorsan yenilme...” “atamayana atarlar...” “kazanan takım bozulmaz...” bu harika(!) klişeleri ezberlediniz mi, türkiye'de teknik direktörlük, spor yorumculuğu, maç spikerliği filan çocuk oyuncağı. ferguson olmak, wenger olmak, mourinho olmak bu denli kolay!
oysa bir takımın yönetimi, 25 futbolcunun idaresi çok daha komplike bir konu. mesele, doğru 11 adamı bulup bütün maçları seri halde kazanmayı umut etmekten daha karmaşık bir mesele. teknik direktörlük, 4-0 kazandığınızda aksaklıkları görebilmeyi; 4-0 kaybettiğinizde doğru işleri ayırt edebilmeyi gerektiriyor. dün de konya'da biliç'le yanal arasındaki en önemli fark buydu: iki takım da bu müsabakaya ligde üçer maçlık galibiyet serileriyle geliyorlardı. ama bu üçer maçlık galibiyet serileri, aslında herşeyin mükemmel olduğunu göstermiyordu.
biliç bunun farkındaydı. karabük maçı 2-1 kazanılmasına rağmen ilk 11'inde iki değişiklik yaptı, sol çizgiyi ismail-kerim'den alıp motta-olcay'a teslim etti. bu hamle hem trabzon'un en büyük hücum organizasyonu üreticisi bosingwa'yı durdurdu; hem de gerilemeye yüz tutmuş bir yıldızı, olcay'ı, tam da zamanında hayata döndürdü. belli ki bazen kazanan takım da bozuluyordu, hatta bazen bu bozma, takıma iyi bile gelebiliyordu!
rakip teknik adam yanal ise kazanan takımını bozmadı; beşiktaş karşısına gençlerbirliği'ni sürklase eden 11'ini çıkardı. oysa trabzon'u uzaktan değil yakından izleyenler, son üç maçlık galibiyet serisinin altındaki ufak uyarı sinyallerini alabiliyorlardı. öncelikle kabul edelim yanal'ın yendiği üç rakip de, galatasaray da, metalist de, gençlerbirliği de en iyi zamanlarında değillerdi; iyi birer savunma sınavı olamamışlardı. başka bir deyişle, trabzon'un savunmasını test etmekten çok uzaklardı. mehmet ekici, özer gibi bazı seçilmişlerin geriye dönmeme tercihleri bu maçlarda fazla göze batmamıştı. yanlış anlaşılmasın, ikisi de harika oyuncular, ama defansif olarak daha fazla çaba göstermeleri gerek.
trabzon'un savunmasında gözükmeyen esas aksaklıksa oyun kurma noktasında idi. bosingwa oyunu kurduğu sürece sorun yoktu ama olcay presle bosingwa kanalını kapatınca trabzon'un geriden çıkma zafiyeti belirginleşti. belkalem ve avraam iyi kesiciler, ama ikisi de oyun kurma konusunda birbirlerinden kötüler. trabzon'un üç yabancı stoperi içinde top ayağına yakışan adam medjani, ama nedense onu da ön liberoda kullanma ısrarlarını sürdürüyorlar. zaten dananın kuyruğu da burada kopuyor.
beşiktaş'ta medjani'nin mevkidaşı olan veli'ye bakın: birinci golde topu kazanıyor, muhteşem bir şut çıkarıyor. ikinci golün de gizli kahramanı o: olcay'ın demba ba'ya yaptığı asistin ulaşmasında ara istasyon vazifesi görüyor. evet, medjani duran toplarda büyük bir silah. ama hareketli oyunda veli'nin yaptıklarını, onun yaptığını gördünüz mü hiç?
üstelik bu sinyaller ilk kez beşiktaş maçında gelmedi. geçtiğimiz hafta gençlerbirliği, maçı kaybettiğini kabul edip cesur oynamaya başlayınca trabzon savunmasını zor durumlara düşürmüştü. bir gol atmışlar, bir golleri de iptal edilmişti. ama belli ki çok değerli ve akıllı bir teknik direktör olan yanal da bu kez o meşhur klişeye takıldı. kazanan takımı bozmadı. ve beşiktaş maçının 35'inci dakikasında kaybeden takımı bozmak zorunda kaldı...
bana sorarsanız, esas mesele kaybeden takımı bozmak değil zaten. kaybeden takımı bozmak doğal. ve belki de mecburi. ama ne zaman kazanırken bozulacak yerleri tespit ediyorsunuz, o zaman gelişiyorsunuz işte...
kaleci fatih, onur'u aratıyor
fatih öztürk, iki sezon önce 1461 trabzon formasıyla fenerbahçe ve galatasaray'a karşı çok iyi iki maç çıkarmış ve türk sporseverleri heyecanlandırmıştı. hak ederek trabzonspor'a geldi, zeki ayvaz'la ikinci kalecilik yarışına girdi ve bu yarışı kazandı. ardından onur'un talihsiz sakatlığı geldi ve kaleyi devraldı. performansı kesinlikle vasatın üstünde ama zaman zaman onur'u da arattığı yadsınamaz bir gerçek sanırım...
fatih zaman zaman onur'u böyle aratınca akla ister istemez zeki ayvaz geliyor. çok değil, yalnızca bir yıl önce a milli takıma çağırılmıştı zeki... trabzon'dan onu çok yakın tanıyan alper boğuşlu, milli takımın da antrenörü olunca zeki'ye ulusal kapılar açılmıştı. sonra ne oldu da zeki, trabzon'dan ayrıldı? ne oldu da şimdi balıkesir'in yedeği oldu acaba? hangi mekanizma alper boğuşlu'yu dahi küstürüp tercihi zeki'den değil fatih'ten yana yaptı? ve bu tercih doğru muydu?
yanıtını bilmek güç... ama şüpheli bir karar olduğu ortada.
ve iki küçük not: sadeliğin ustası sosa'ya nazar değmesin... harika gidiyor. mustafa pektemek'e de büyük geçmiş olsun. o çocuğa da dev bir nazar boncuğu lazım galiba!
post-alex dönemi
bir gün fenerbahçe'nin süper lig almanağı kaleme alınsa, 80'ler-90'lar-alex'li yılar-alex sonrası yıllar diye maddelenecektir muhtemelen. bulunduğu süre boyunca antrenörler değişmiştir, sporcular değişmiştir ama takımlar genelde alex'in arkasına sekiz, önüne de bir adam konularak kurulmuştur. kim gelirse gelsin, kim giderse gitsin, fenerbahçe 4-4-alex-1 oynamıştır.
üstelik türk futbolundaki tesiri sadece teknik değildir, spor adamlığıyla, beyefendiliğiyle de izler bırakmıştır alex de souza. türkiye'ye vedası öncesi marriott otel'deki basın toplantısında sadece bir futbolcu değildi, aynı zamanda bir vatandaştı, bir spor adamıydı; yaşadığı ülke hakkında düşünen/kafa yoran ve fikir üreten bir bireydi alex. türk medyasıyla ilgili yaptığı “burada haberlere imza atılmıyor” teşhisi harikaydı mesela... dikkatli okuyucular hatırlarlar, o günlerde 20 büyük gazetenin yöneticileri buluşmuş ve haberlerinin televizyonlarda/internette kullanılmaması yönünde ortak tavır koymuşlardı. haklılıklarını haksızlıklarını tartışmıyorum; ama aynı 20 gazete yöneticisi, alex'in bu teşhisinden sonra birbirlerini arayıp imza konusunda ortak bir karar almalılardı mesela.
yaşayan efsanenin o sezon oynanan fenerbahçe-beşiktaş maçı öncesi stada alex maskelerinin sokulmamasıyla ilgili yaptığı yorum da derslikti: “demokratik ülkelerde böyle şeyler olmaz. ister beni desteklesinler, ister protesto etsinler; stada sokmak istedikleri şey bir suç aleti değilse bu engellenmemeliydi”.
düşünen adam, futbola veda etti. şüphesiz ki sahanın içi eksildi, sahanın kenarı arttı onunla. dilerim türk futboluna da hizmetleri devam eder, spor adamı olarak.
fenerbahçe içinse bir bakıma post-alex sendromu da ufak ufak devam ediyor demek mümkün. balıkesir'de gerçekten sezonun en kötü maçlarından biri oynandı, zemin berbattı, iklim ve çevre koşulları son derece uygunsuzdu futbola. maçta şuttan fazla kart, pastan fazla faul oldu neredeyse. ve eğer meireles'in o garip ortası gol olmasa, fenerbahçe nasıl atacaktı, bilinmiyor bu sorunun cevabı...
maçın alex'i hatırlatması da bu yüzdendi zaten, çünkü brezilyalı oyuncu sadece bir ofansif orta saha değil, aynı zamanda ikinci santrfordu. sıkışan oyunları golleriyle çözen adamdı. bugün böyle bir anahtarı yok artık fenerbahçe'nin. diego'nun da maçları evinden izlediği bu günlerde üstüne en çok düşünmesi gereken konu bu sanırım: türkiye'de iz bırakmak istiyorsa rakip kaleye gitmeli. sadece asist değil, şut denemeli, gol denemeli. çünkü oynadığı bölge, herhangi bir bölge değil, alex'in bölgesi...
onlar böyle istedi
cumartesi akşamı fenerbahçe'den 3 saat sonra sevinen bir diğer istanbullu da galatasaray'dı. üstelik sarı kırmızılıların sevindikleri tek şey skor değil, güzel de bir oyundu. muazzam bir efor vardı telekom arena'da. muazzam bir istek. muazzam bir çaba. galatasaray'ın uzun zamandır hasret kaldığı arzu vardı, ter vardı sahada.
selçuk top kapmayı hatırlamıştı tekrar! burak pas atmayı, emre çolak koşmayı. demek ki galatasaray'ın bazı futbolcuları açısından unutulan şeylerin istendiğinde tekrar hatırlanması mümkündü. öyle gözüküyordu akhisar önünde.
selçuk, burak, emre gibilerinin isteğine, hamza hoca'nın umut ve bruma'yı 11'de kullanıp kazanması eklenince, haklı bir galibiyet aldı galatasaray. uzun vadenin ne getireceğini kestirmekse güç. sanırım onu bekleyip görmek zorundayız, zira bazı adamların performansı isteyince artıyorsa, istemedikleri zaman kontağı kapatma ihtimallerini de unutmamak gerekiyor...
uğur meleke, milliyet gazetesi spor yazarı.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
kaynak: al jazeera
Yorumlar