Komşu ülkeler Gazze'deki suçlara göz yumuyor | Al Jazeera Turk - Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Türkiye ve çevresindeki bölgeden son dakika haberleri ve analizler

Görüş

Komşu ülkeler Gazze'deki suçlara göz yumuyor

Dünya, İsrail-Filistin meselesinin gerçek niteliğini fark edip, Filistinlilerin mücadelesine boykot, yatırım azaltma, silah ambargoları ve yaptırımlar yoluyla daha aktif bir uluslararası dayanışma kampanyası ile destek vermelidir.

Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil Amr, Amerikan heyeti ile birlikte İsrail için en uygun ateşkes şartlarını bulmaya çalışıyor. [AFP]

israil'in gazze'de işlediği çeşitli suçların korkunç görüntülerine karşı dünyadan gelen karmaşık tepkilerin hiçbiri, arap dünyasındaki çoğu hükümetin, tel aviv ile suç ortaklığı yapmasından daha şaşırtıcı değildi. bölge halkları arasındaki yakın kimlik bağlarını oluşturan etnik, dinsel, kültürel ve tarihsel ortaklığın derecesi, bu ülkelerin siyasi tutumunu bilhassa hayret verici kılıyor.

filistinlilerin, siyonist hareketin saldırıları yüzünden geçen yüzyıldan beri kendi topraklarında maruz kaldıkları haksızlık, acı ve sömürüye karşı uzun zamandır duyulan yoğun muhalefet duygusu dışında hiçbir mesele, arap halklarını böylesine birleştirmemişti. 

filistin'deki çilenin erken safhalarında komşu arap hükümetlerinin, sonuç vermese dahi, güçlü bir dayanışma sergiledikleri de unutulmamalı. söz konusu ülkeler, ilk olarak 1948 yılında israil devletinin kurulmasını engellemek, sonrasında ise 1967 ve 1973 yıllarında israil'in varlığına meydan okumak içinortak savaş vermişler ve kaybetmişlerdi. fakat arap hükümetleri seviyesindeki bu dayanışma, artık çok uzaklarda kalan ironik bir anı konumunda.

resmi söylem düzeyinde israil'e karşı hasmane bir tavır takınılıp filistin'in acısı paylaşılsa da, işler buradan öteye geçmiyor. şu da bir gerçek ki, bugüne kadar pasaportunda israil damgası bulunan hiç kimseye giriş izni vermemiş pek çok arap ülkesi mevcut.

mısır eski cumhurbaşkanı enver sedat'ın 1981 yılında uğradığı suikast, pek çokları tarafından, onun filistinliler için adaleti sağlamadan israil ile barış yapma istekliliğine karşı bir halk tepkisi olarak yorumlanmıştı. batılı medya organlarının gözlemine göre, sedat'ın kahire caddelerinden geçen cenazesini çok az mısırlı izledi. zira katledilmiş lider, utanmadan mısır'ın düşmanı ile uzlaşmaya çalıştığı için halk nezdindeki saygınlığını yitirmişti.

resmi söylemde israil'e karşı hasmane bir tavır takınılıp, filistin'in acısı paylaşılsa da, işler buradan öteye geçmiyor.

by Richard Falk

her şeyden öte, filistinlilerin hâlâ süren kendi kaderlerini tayin mücadelesi, ortadoğu halkları, hatta tüm dünya tarafından, neredeyse soykırıma varan ağır haksızlıklara karşı filistin halkının verdiği bir güç ve kurtuluş mücadelesi olarak görülüyor.

filistin mücadelesinin, gazze'de son dönemde yaşanan korkunç olaylara tepki gösterme boyutunda kalmak kaydıyla, sadece israil ile onun amerikalı ve avrupalı müttefiklerine karşı değil, bölgedeki işbirlikçi arap hükümetlerine karşı da yürütülmesi giderek daha fazla şart olacaktır.

meydana gelen son gelişmeler karşısında sadece türkiye ve katar'ın sorumlu davrandığını da gözlerden kaçmamalı. türk başbakan recep tayyip erdoğan, diplomasi kandırmacalarının ardına gizlenmeden, dokunaklı bir şekilde konuşarak israil'in gazze'de yaptıklarını suç olarak nitelendiriyor.

brezilya ve şili gibi, bölgenin binlerce kilometre uzağındaki latin amerika ülkeleri bile en azından büyükelçilerini geri çekerek israil'in tavırlarından duydukları rahatsızlığın derinliğini gösterdiler. kendilerini dünya medeniyetinin merkezi ilan eden avrupa ve kuzey amerika'dan tek bir hükümet dahi, şu ana dek, bu küçük rahatsızlık ifadesinin bir benzerini yapmadı.

tüm bu hususları birlikte ele aldığımızda, arap ülkelerinin ya israil lehine yeşil ışık yaktığı ya da yaşananları açıkça görmezden geldiğini gözlemliyor olmak, durumu ahlaken acı verici ve siyaseten esrarengiz kılıyor.

israil saldırılarının kanunsuzluğu ve filistin halkının ızdırabı ortadayken, bu tür diplomatik onaylar yoluyla işbirliği yapmak veya olanlara duygusuzca sessiz kalarak rıza göstermek, en iyi ifadeyle arap ve islam kimliğini ihlal etmek, en kötüsü ise filistin halkına karşı yürütülen soykırım gibi şiddete akıl almaz şekilde suç ortağı olmaktır.

dünyanın hemen hemen her yerinden gelen ateşkes çağrılarına rağmen, israil'in katliamlara devam etmesi, büyük ölçüde binyamin netanyahu hükümetinin perde arkasında mısır ve suudi arabistan tarafından "başladığı işi bitirmesi" yönünde teşvik edilmesine bağlanıyor. mısır ve suudi arabistan'ın işinin bitmesini istedikleri de tüneller ve roketler değil, "yılanın başı" olarak gördükleri hamas. israil saldırılarının sıkılığı ve büyüklüğüne rağmen bu eğilimde olmak, en duygusuz siyasi tasavvurlar hariç, herkesi şok ediyor.

şüphesiz, o arap hükümetlerinin, yasal ve ahlaki açıdan kabul edilemez ve siyasi açıdan kendi kendilerine zarar veren tutumları, lanetlenmeyi hak ediyor. ama bu davranışların altında yatan nedenleri, mümkün olduğunca net bir şekilde anlayıp açıklamak da şart.

düşmanımın düşmanı

arap işbirlikçiliğinin temel nedeni, arap hükümetlerinin, müslüman kardeşler ve onun bir kolu olarak gördükleri hamas'a yönelik nefret ve korkusunun; israil'e, onun bölgedeki saldırılarına ve hatta müslümanların kudüs'teki kutsal mekanlarına el koyup kontrol altında tutmasına karşı duydukları öfkeye bile üstün gelmesi. bu ön değerlendirme, soruyu bir adım daha öteye taşımakla beraber, bunun neden böyle olması gerektiğini kavrayabilmemizi sağlayacak herhangi bir kavrayış sunmuyor.

siyasal islamı tabandan gelen meşruiyeti yüzünden kurulu düzene karşı bir tehlike olarak algılayan arap dünyası, müslüman kardeşleri de siyasal islamın başlıca dışavurumu olarak görüyor. arap rejimleri, nereden baksanız 1979 yılında şah rejimini deviren iran islam devrimi'nin patlayıcı gücündeki tesirler yaratmasından itibaren, bu gerçekten korku duyuyor.

bahsi geçen devrim süreci, arap dünyasında, özellikle de halklarını uzun yıllar boyunca zalimce baskı altında, sefalet içinde yaşatırken, kendileri ayrıcalıklı bir hayat sürmüş vicdansız seçkinleri besleyen monarşi rejimleri arasında ciddi sarsıntılara yol açtı. geneli amerika birleşik devletleri ile aynı safta yer alan bu rejimler, bugün hâlâ istikrarı koruma ve değişim çağrısında bulunan tüm sesleri susturma takıntısı içinde.

bu bakımdan hamas, söz konusu arap hükümetlerinin tercih ettiği geleceğe karşı ciddi tehlike arz eden bir unsur olarak değerlendiriliyor. her şeyden önce; onlarca yıldır süren baskılara rağmen siyasal islam ateşini canlı tutmayı başarmış ana teşkilatları konumundaki mısırlı müslüman kardeşler ile hamas arasında tarihi bağlar mevcut.

ikincisi; gerek 2006 yılında kazandığı seçim zaferiyle gerekse daha yakın zamanda israil'in saldırı ve katliam taktiklerine gösterdiği direnç ve direnişle, gazze halkının sesi olarak meşru ve kalıcı bir unsur olduğunu ispatladı.

üçüncüsü; sünni bir teşkilat olan hamas, uzun bir süre şii iran devleti ve lübnan'daki şii örgüt hizbullah ile suriye'deki alevi rejim ile son derece yakın siyasi ilişkiler kurarak mezhep sınırlarını aştı. bu ilişkiler her ne kadar son dönemde bölgede yaşanan gelişmeler ışığında zayıfladıysa da, varlıkları bile riyad'daki sünni şovenistleri endişelendirmeye yetiyor.

siyasal islamı tabandan gelen meşruiyeti yüzünden kurulu düzene karşı bir tehlike olarak algılayan arap dünyası, müslüman kardeşleri de siyasal islamın başlıca dışavurumu olarak görüyor.

by Richard Falk

mısır'ın ihaneti

elbette bunun arka planında, arap dünyasının 2011 yılında otoriter rejimlere karşı yaşadığı ayaklanma deneyimi var. bilhassa da mısır'da hüsnü mübarek'in devrilip, ardından da mısır genelinde müslüman kardeşler ve selefi adaylara çok daha yüksek oy desteği gelmesi.

körfez ülkeleri, washington'ın mübarek rejimini alaşağı eden halkçı dalgayı geri püskürtmek için yeterince adım atmamasından dolayı hayal kırıklığına uğradıklarını gizlemediler. mübarek, tıpkı 30 yıl önce iran şahı rıza pehlevi'nin yaptığı gibi, körfez liderlerine istedikleri tek siyasi hediyeyi sunuyor, yani vatandaşlar nezdinde istikrarın korunmasını sağlıyordu.

dolayısıyla 2013'e gekindiğinde fırsat çıkıp bocalama içindeki muhammed mursi yönetiminin general abdulfettah sisi liderliğindeki karşı devrimci bir darbe ile devrilmesinden birçok ülke memnuniyet duydu. bunlardan memnuniyetleri tavan yapanların, israil ve suudi arabistan gibi görünüşte birbirine zıt siyasi aktörler oldukları da sır değil.

milyarlarca dolar para yardımı ile darbecilerin imdadına koşan suudi arabistan ve birleşik arap emirlikleri, böylelikle yeni rejimin ekonomik açıdan yumuşak bir iniş yapmasını ümit ediyordu. bunun mısır halkının çoğunluğuna, ülkenin daha iyi yönde değişmekte olduğuna dair güven vereceği umuluyordu. oysa yeni liderin, daha önce eleştirilen mübarek rejiminin yöntem ve usullerine geri döndüğü aşikardı.

insanı hayrete düşüren, bu arap destekçilerin, sisi liderliğindeki askeri hükümet kahire'de hükümet karşıtı gösterileri kanlı bir şekilde bastırıp, hatta pek çok müslüman kardeşler üyesini öldürüp suç işlerken gözünlerini bile kırpmamaları. müslüman kardeşler'e adeta savaş açan sisi, grubun yasa kapsamında "terör örgütü" olarak nitelendirilmesi, üyelerinin yargılanması, hatta toplu halde idam cezasına çarptırılmasını sağlarken, ölçek olarak mübarek dönemindeki suiistimalleri kat be kat aşan devlet suçları işledi.

demokrasi çağrıları ile stratejik açıdan arap baharı öncesi statükonun sağladığı istikrara muhtaç olması arasında kalan washington, pragmatik bir yaklaşımla gerilimleri görmezden gelip sessizliğini korusa da, onlar bile mısır'daki yönetimin aşırılıklarından utandı.

iran örneği ve bölgesel istikrar efsanesinin çöküşü

bu model iyice belirgin hale gelinceye dek, 1979 yılında sürgünde bulunduğu fransa'dan yeni kurulan islam cumhuriyeti'nin başına geçmek üzere iran'a dönmeye hazırlanan ayetullah humeyni'nin paris'teki buluşmamızda yaptığı bazı yorumların alakasını kavrayamamıştım. katı görüşlü bir imam olan humeyni, o dönemde iran'da yaşananın ulusal bir devrim olduğu yönündeki hakim fikri son derece net bir dille reddediyordu.

görüşmemiz sırasında defaatle "bu bir iran devrimi değil, islam devrimidir." demişti. suudi arabistan'daki hanedanlık rejiminin yozlaşmış ve batı güdümlü olduğunu ifade eden humeyni, bunun da en az iran'da devrilen şah rejimi kadar gayrimeşru bir yönetim olduğu ve ileriki siyasi girişimler açısından meşru bir hedef teşkil ettiği görüşündeydi.

iran'daki devrim, ister ulusal ister ideolojik bir olgu olarak algılansın, bölgedeki istikrarı derinden tehdit eden bir gelişmeydi. tabandan gelerek, hem bölgenin hem de batı'nın iç değişime karşı dayanıklı olarak gördüğü iran monarşisini parçalayan siyasi bir hareketti.

diğer bir deyişle, yalnızca iran'da statükonun temelleri yıkılmakla kalmamıştı. bu yıkılış, geniş çaplı bir kültürel meşruiyet taşıyan halkçı ayaklanmalar ile gelmişti. o kültürel meşruiyet, 2011'deki arap ayaklanmalarının akabinde yeniden su yüzüne çıkarak bölgeye korku saldı.

irak ve şam islam devleti'nin (işid) tehlikeli yükselişi de ayetullah humeyni'nin verdiği temel mesajı pekiştiriyor. işid'in hilafet ilan etmesi, tam da bu düşünce tipine uygun bir hamle. bu açıdan, arap dünyasının bir dizi bağımsız devlete bölünmesi, avrupa medeniyetinin tek gerçek siyasi toplum olan islam ümmetini karıştırıp yok etme yönündeki bir dayatması olarak görülüyor.

israil'in paralel evreni

israilli stratejistler, bölgesel öncelikler konusunda yıllardır görüş ayrılıkları yaşasalar da, ana hedeflerin genel hatları üzerinde fikir birliği içindeydiler. israil'in tercihi, hem kendisine dost hem de istikrarlı ülkelerden oluşmuş bir ortadoğu idi. nitekim iran, 1978-79 yıllarında beklenmedik bir şekilde altüst oluncaya kadar, israil'in en sevdiği ülkelerden biri olarak kaldı.

dünya halklarının, sorunun gerçek niteliğini görerek, filistinlilerin mücadelesine daha aktif bir uluslararası dayanışma kampanyası ile destek vermesinin vakti geldi de geçiyor.

hem dost hem de istikrarlı komşuların olmadığı yerde ise tercih, resmi açıdan soğuk, hatta hasmane ilişkiler içinde olunan, ancak filistin meselesinde çoğunlukla kenarda kalan ülkelerden yanaydı. kral hüseyin yönetimindeki ürdün, mübarek liderliğindeki mısır, körfez devletleri ve özellikle de suudi arabistan buna örnek gösterilebilir.

bu tür bir istikrar da mümkün değilse, en iyisi, son yıllarda suriye ve bir dereceye kadar irak örneklerinde olduğu gibi, siyaseten düşman olunan bir ülkede çatışma yaşanmasıydı. yani israil, kendisine karşı (israil damgalı pasaportları dışlama gibi tavırlarla ya da birleşmiş milletler'de (bm) yapılan konuşmalarla) düşmanca bir söylem içindeki bölgesel oyuncularla yaşayabilirdi. lakin siyaseten kendisine düşman olmalarının yanında filistin'deki direnişin müttefiki olarak da görülen ülkelerle yaşaması imkansızdı.

israil'in 2001 sonrasında abd'nin irak'a saldırması için perde arkasından baskı yapması da; son yıllarda washington'ın iran ile karşı karşıya gelmesi için elinden geleni ardına koymaması da bu yüzden.

gazze ve hamas konusuna gelince, arap ülkelerinin israil'in yaklaşımına uygun bir çizgide olması, siyasi açıdan paha biçilmez bir lütuf diyebiliriz. israil bu sayede, çatışmanın yol açtığı yıkım ve kıyım ne kadar büyük olursa olsun, dünyanın geri kalanı uluslararası hukuk ve ahlaka dayanarak saldırıları ne kadar kınarsa kınasın, askeri gündemini alan sınırı olmaksızın hayata geçirme imkanı buluyor.

abd ve "yaveri" bm genel sekreteri bile baskılara dayanamayıp ateşkes sağlanması için ağırlığını koydu. ama bunu da ancak mısır'ın şiddete son verme çabasından çok bir halkla ilişkiler çalışmasını andıran, amirane diplomatik girişiminden sonra ve yine israil'i eleştirme cesaretini gösteremeden yaptı. bu kritik etki, hamas'ın önüne "ister beğen ister beğenme" diyerek konulan, hareketin liderlerinin bile medyadan öğrendiği, bir önceki ateşkes önerisinde görülüyordu.

taraflar arasında 72 saatlik ateşkes ilan edilmesini öngören (ki o ateşkes, anlaşmanın ardından bozuldu) öneride de aynı tavra tanıklık ettik. israilli ve amerikalı müzakereciler, hamas temsilcileri ile aynı masaya oturmayı reddedip buna rağmen o masadan bir anlaşma çıkacağını umuyorlar.

israil, roketlerden ve tünellerden bahsederken, yürüttüğü büyük çaplı askeri operasyonu, sadece hamas'ı değil, tüm filistinlileri hedef alan, ceza niteliğinde bir hamle olarak nitelendirenlerin sayısı artıyor. daha açık bir şekilde desteklenen bir diğer cezalandırma gerekçesi de, filistinlilerin haziran 2014 başında ulusal birlik hükümeti kurma cüreti göstermeleriydi. hamas'ın yok edilmesi, filistinlilere boyun eğdirip işgalin kalıcı olduğunu kabul ettirmenin bir yolu olarak görülüyor.

gazze'de yaşanan bu korkunç olaylar ışığında, her şeyden öte, filistin halkı ve tüm ortadoğu'nun geleceğinin, çatışmaya adil bir çözüm bulunmasına bağlı olduğunun anlaşılması gerekiyor.

abd dışişleri bakanı john kerry'nin öncülüğündeki görüşmelerin fena halde çuvallaması, israil'in filistin halkına yolun sonunda bağımsız bir devlet vadeden diplomatik girişimlerle artık hiçbir şekilde ilgilenmediğini kesin biçimde ortaya koydu. israil parlamentosu knesset de, şimon peres'in ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna sıkı bir tek devletli çözüm yanlısı olan likud üyesi reuven rivlin'i getirerek, bu itirazını net biçimde gösterdi.

dünya halklarının, sorunun gerçek niteliğini görerek, filistinlilerin mücadelesine daha aktif bir uluslararası dayanışma kampanyası ile destek vermesinin vakti geldi de geçiyor. mümkün olduğunca çok sayıda ülke, her alanda boykot, yatırım azaltma, silah ambargoları ve yaptırımlarla mücadeleye destek vermeli.

richard falk, birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörlüğü görevini 2008'den beri sürdürüyor. abd'nin princeton üniversitesi uluslararası hukuk fakültesi'nde albert g. milbank emeritus profesör ünvanına sahip. aynı zamanda california üniversitesi, uluslararası çalışmalar bölümü araştırma danışmanı. elli yılı aşkın bir süreye yayılan yazarlık ve editörlük hayatında birçok yayına imza attı.

twitter'dan takip edin: @rfalk13

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Richard Falk

abd'nin princeton üniversitesi'nde albert g. milbank emeritus profesörü. aynı zamanda california üniversitesi uluslararası çalışmalar bölümü araştırma danışmanı. 2008-2014 yıllarında birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörü olarak görev yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;