Görüş
Netanyahu adlı musibet
Dokuz Türk aktivistin ölümü için özür dilemek yerine Netanyahu ayak diriyor.

başbakan binjamin netanyahu, iyi iş çıkardınız! mavi marmara gemisinde öldürülen dokuz türk aktivist için özür dilemektense ayak diremeye devam ediyorsunuz ve artık ankara’da sizi temsil edecek bir büyükelçiniz yok. böyle giderse, zaten kritik olan israil türkiye ilişkileri yakında tamamen kopacak ve sallantıda olan ürdün dışında bölgede israil’in hiçbir dostu kalmayacak.
mısır'la imzalanmış olan barış anlaşması zor bela halen geçerliliğini koruyor, ancak israil’in mısır’ı artık dost ülke olarak görmesi biraz zor görünüyor. mısır halkı israil’den nefret ediyor. zira halk, bu ülkenin adını duyar duymaz israil’in zahmet edip de iyi ilişkiler kurduğu eski başbakan mübarek’i anımsıyor. israil’in suriye ile olan de facto dostluğu ise başbakan beşar esad iktidarının devrilmesinin ardından son bulacak. esad, siyonist olmamasına karşın suriye-israil sınırının yanı sıra, lübnan sınırında da istikrar sağlayan bir güç unsuru oluşturuyordu.
özellikle hizbullah artık lübnan hükümetinde baskın bir role sahip olduğu için, esad iktidarı sona erdiğinde kuzey sınırında olaylar kızışacak. filistin cephesinde ise netanyahu, eğer filistin bu ay içinde bağımsızlığın tanınmasını birleşmiş milletler (bm) teşkilatına taşınmasına cüret edecek olursa israil’in oslo anlaşması’nı hükümsüz kılabileceği şeklinde bir açıklamada bulundu. diğer bir deyişle, filistin “yeniden” israil’in düşmanı olarak addedilecek.
kısacası, binyamin netanyahu yüzünden, israil’in 1993 yılında imzalanan oslo anlaşması’ndan önceki döneme geri dönüş yapmasına çok az kaldı. hatta mısır’la imzalanan camp david anlaşması öncesi duruma geri dönülme ihtimali de yüksek bir ihtimal. son olarak eklenen bu yeni felaketle ise 1948 yılında kurulan türkiye israil ilişkileri de son bulacak.
normal şartlarda, netanyahu’nun bu hataları bir devlet başkanını istifaya götürmesi gerekir. ancak bu şartlar israil gibi bir ülke için geçerli değil. ülke güvenliği için yarattığı tehdit yetmezmiş gibi, bir de ülke ekonomisine verdiği zarara rağmen görevine devam edebiliyor. (netanyahu’nun “çay partisi hareketi” ekonomisini protesto eden kitlesel halk ayaklanmasını unutmayın.) zira büyük ölçüde sağ kanat koalisyonu tarafından yönetilen israil’de netanyahu sağcı kesimden destek görüyor.
işin en kötü tarafı ise, israil’in komşularıyla yaşamakta olduğu problemlerin hemen hemen hepsinin çözümünün işgalin sonlandırılmasıyla mümkün olmasıdır. öyle ki, israil hükümeti bunca parayı yerleşimciler ve onların fahiş talepleri için harcamasa israil ekonomisi oldukça rahatlayacak.
yeni gerçekler
israil’in propaganda mekanizması durumu farklı değerlendiriyor. onların ısrarlı iddialarına bakılacak olursa, filistin halkının yanı sıra onları destekleyen müslüman ve arap dünyası işgal durumunu pek de umursamıyor. asıl umursadıkları ise israil’i yok etmek; ki biz bu tür sözleri her defasında duyuyoruz. bu iddialarına kanıt olarak ise “filistin asla israil’in devlet olma hakkını tanımadı” sözleri ile dile getiriyorlar.
bu iddialara verilecek tek bir yanıt var; anlatılanlar “koskoca bir yalan”. zira filistin 1967 yılında çizilen sınırlar çerçevesinde israil’in devlet olma ve güvenlik haklarını tanıdığını defalarca ifade etti.
unutanlar için anımsatmakta fayda var; 1993 yılında beyaz saray çimlerinde başkan clinton, başbakan rabin, filistin kurtuluş örgütü başkanı yaser arafat’ın anlaşmaya vardıkları konu işte tam da buydu. bu görüşmede israil filistinlilerin haklarını ve karşılığında filistin israil’i tanıdı. o tarihten bu yana, geçen ay netanyahu’nun, filistin’in konuyu birleşmiş milletler’e taşıması durumunda oslo anlaşması’nı feshedeceklerini ifade etmesine kadar hiçbir taraf bu karşılıklı tanıma durumundan vazgeçileceği tehdidi savurmadı.
peki neden?
aslında filistin’in birleşmiş milletler’e yönelmiş olması israil’in bütün problemlerine çözüm niteliğindedir. devlet başkanı mahmud abbas, filistin’in bu uluslararası kurum tarafından tanınması durumunda her iki tarafı da bölen meselelere ilişkin israil ile müzakerelere başlayacağını belirtti. ancak bu müzakereler bir öncekilerden farklı olarak kendine de bir pay çıkar umudu besleyen yalvaran bir taraf ile güçlü bir devletin arasında değil de iki devletin katılımı ile gerçekleşecek.
netanyahu’nun endişelendiği nokta ise bm oylaması. o ve israil hükümet temsilcileri dünyanın dört bir yanını dolaşarak filistin’in aleyhine oy verilmesini talep ediyorlar. ayrıca israil lobisi ve netanyahu’nun toplu çabaları ise obama yönetimini “hayır oyu” kullanması yönünde ikna etmeye çabalıyor.
her ne kadar israil komşuları arasında fiili ya da potansiyel düşmanlar edinmeye başlasa da, türkiye ile stratejik ilişkileri bitme noktasına da gelse, bölgede iran’la savaşa engel olacak hiçbir devlet kalmamış olsa da, netanyahu’nun statükoyu korumaya çalıştığı aşikar.
yanlış öncelikler
yazdıklarım siz saçma gibi görünebilir, ancak bunun nedeni tam da durumun saçma olması. netanyahu’nun en büyük önceliği işgalin sürmesidir. yerleşimcileri ve aşırı dinci gruplar netanyahu’nun halkı; tel aviv ve hayfa’da yaşayanlar ise değil. israil’in güvenliği netanyahu’yu alakadar etmiyor mu? tabii ki ediyor. ancak netanyahu için, ariel ve el halil’de yaşayan gözü dönmüş yerleşimciler de en az devletin kendisi kadar önem teşkil etmektedir. netanyahu’nun nazarında, arada hiçbir fark yok. (bu bağlamda netanyahu’nun, filistin’in dört bir yanının israil işgalcileri tarafından kuşatıldığını iddia eden filistinli radikallerden pek de bir farkı kalmıyor. netanyahu bu iki durum arasındaki ayrımı yapamıyor.)
netanyahu israil’i tehlike altına atıyor ve bu konuda hiç kimse bir şey yapmıyor. abd başkanı’nın yanı sıra kongre de netanyahu ile iyi geçinme yoluna gidiyor. zira israil lobisi onlara israil (ve bunun karşılığında israil “müttefiklerinin”) desteğini kazanmanın tek yolunun israil başbakanı ne yaparsa yapsın onaylamak olduğunu anlatıyor. işte tam da bu sebepten dolayı filistin bm’ye başvurmalı. netanyahu’nun abd desteği ile baskı uyguladığı avrupa ve abd’nin kendisinin filistin’e hiçbir faydası dokunmaz.
20 eylül’de bm oylamasının yapılması bekleniyor. abd’nin doğru olanı yaparak “evet” oyu kullanması yahut dürüst bir arabulucu rolü üstlenip “çekimser” kalmasını beklemek pek de gerçekçi olmaz. ümit edebileceğimiz en gerçekçi şey ise abd ve israil’in “hayır” oyu kullanan azınlığın içinde kalmasıdır. bu tür bir oylama filistin’i güçlendirirken netanyahu’nun da gözünün korkmasına ve dolayısıyla iyi niyet çerçevesinde müzakereleri yürütmesine neden olabilir.
ancak bu beklentiler gerçekleşmese bile bm, filistin halkının da batı şeria, gazze ve doğu kudüs’te tam bir egemenlik kurma haklarının var olduğunu beyan etmiş olacak. bu noktada tehlike işaretleri belirecek. umarım böylelikle netanyahu israil’e daha fazla zarar vermeden işgal de sona erer.
mj rosenberg, media matters action network medya izleme grubunda dış politika uzmanıdır.
bu makale ayrıca foreign policy matters’da yayınlanmıştır.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar