Görüş
Ortadoğu'da artan Avrupa etkisi
Avrupa'nın Ortadoğu'ya daha fazla müdahil olmasında en büyük etken, Washington'ın bölgedeki etkisinin ağırlıklı olarak ABD Başkanı Obama'nın dış politika doktrini sebebiyle erozyona uğramış olması.

amerika birleşik devletleri, halen ortadoğu'daki birçok önemli çatışmanın bir numaralı batılı aktörü olsa da, uluslararası arenada sessiz sedasız bir değişim yaşanıyor.
isviçre'nin lozan şehrinde iran ile p5+1 ülkeleri (abd, rusya, ingiltere, fransa, çin ve almanya) arasındaki müzakereleri izleyen diplomatlar, tahran'ın nükleer programının denetimine dair daha sert bir tutum izlenmesini isteyen fransa'nın önceki turlara göre çok daha bağımsız bir rol üstlendiğine dikkat çektiler. paris, birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nden kapsamlı bir karar çıkması yönündeki çalışmalarda da başrol oynayacak.
fransa'nın bu şekilde ön plana çıkması, avrupa'nın özellikle de akdeniz'in güneyindeki komşularına dair daha etkin bir dış politika oluşturma gayretinin bir parçası.
ortadoğu'daki istikrarsızlık, avrupa'yı doğrudan etkileyen bir durum. akdeniz'in kuzey kıyılarına ulaşan göçmen sayısında muazzam bir artış var.
zayıflayan amerikan etkisi
fakat avrupa'nın ortadoğu'ya daha fazla müdahil olmasında en büyük etken, washington'ın bölgedeki etkisinin ağırlıklı olarak abd başkanı barack obama'nın dış politika doktrini sebebiyle erozyona uğramış olması.
müdahale karşıtı bir kampanya yürüten obama, irak'taki amerikan varlığını büyük ölçüde sona erdirirken, afganistan'daki asker sayısını da azalttı.
abd, işid ve diğer radikal grupların yükselişiyle kaybettiği nüfuzunu bir nebze geri kazanmaya çalışsa da gücünde bir azalma olduğu aşikâr.
ortadoğu'daki artan avrupa etkisinin fiiliyata nasıl yansıyacağı konusunda tahmin yürütmek için henüz çok erken. avrupa, bölgedeki çoğu ülkenin en büyük ticaret ortaklarına ev sahipliği yapıyor, fakat bu finansal rolünü yıllardır siyasi nüfuza dönüştürebilmiş değil.
kongre'den yükselen seslere rağmen ortak bir dış politika denemesi yapabilen abd yürütme organının aksine, avrupa, zaman zaman dış politika konusunda zıt açıklamalar yapıyor. brüksel bu sesler arasında birlik sağlamak için büyük gayret sarf etse de, avrupa birliği'nin (ab) egemen üyeleri olarak her ülkenin kendi bağımsız görüşü var. bu görüş ayrılığı kendisini en çok filistin konusunda belli ediyor. ab üyeleri ile filistin arasındaki diplomatik ilişkiler, filistin devletini resmen tanıma ve karşılıklı büyükelçi bulundurmaktan, resmî olarak tanımama ve ilişkileri düşük seviyeli diplomatik misyonlar üzerinden yürütmeye kadar çeşitlilik gösteriyor.
brüksel'deki ab merkezi, tüm üyeleri tek bir görüş etrafında birleştiremediğinde, genellikle bazı üye ülkelerin -özellikle de kurucu niteliği taşıyan, büyük çaplı olanların- lider rol oynamasına izin veriyor.
fransa'nın rolü
fransa'nın bm güvenlik konseyi'nden filistin konusunda karar çıkarma girişimleri, avrupa'nın fransızların öncülüğünde üstlendiği bu yeni role dair şimdiye dek verilmiş en büyük sınav olacak. fransa, filistinliler ile israilliler arasında zımni bir anlaşma sağlar ve abd'nin de bunu veto etmesini engellerse, bu yeni rolün işe yaramaya başladığı görülecek.
israil lobisinin washington ve ülke genelindeki etkisi göz önüne alındığında, abd'nin filistin-israil sorununu çözmeye yönelik girişimlerdeki rolünden vazgeçeceğini düşünmek zor.
fakat israil'in askerî ve stratejik müttefiki olarak kalsa bile, obama-netanyahu arasında önemli sonuçlar doğurabilecek anlaşmazlık nedeniyle, washington'ın ülkeye siyasi kalkanlık yapma görevinden sembolik olarak çekilmesi de gayet mümkün.
nitekim obama, new york times köşe yazarı tom friedman'a verdiği bir saatlik röportajda bu görüşü son derece açık bir biçimde dile getirerek, abd'nin israil'in güvenliğini savunma konusundaki değişmez tutumunu yineledi. israil'in önde gelen köşe yazarlarından nahum barnea da beyaz saray'ın müşterek savunma anlaşmasını geliştirmeyi ve israil'in komşuları karşısındaki askerî avantajını teminat altına almayı ciddi şekilde istediğine dikkat çekti.
obama'nın, israil ordusunu desteklemekle beraber, devam eden işgale ve tel aviv'in iki devletli çözüme gitmeyi reddetmesine siyasi açıdan arka çıkmadığı da açık.
jeopolitik liderlik
avrupa'nın ortadoğu'daki rolünü artırması ve bu bağlamda fransa'nın filistin devletinin tanınmasını esas alacak şekilde filistin-israil barış sürecini yeniden canlandırma girişimlerine öncülük etmesi, sadece bölgede değil, dünyanın birçok ülkesinde de memnuniyetle karşılanacaktır.
bu yeni hamlenin başarısı ise büyük oranda washington ve tel aviv'e bağlı. abd'nin iran anlaşmasının imzalanmasına uzanan kritik süreçte bölgedeki politik oyunlarına devam edip, buradaki rolünü -bilhassa da güvenlik konseyi'ndeki veto hakkını- kongre'nin nasıl tepki vereceği şöyle dursun, netanyahu ve çevresinin nasıl davranacağı ile ilişkilendirmeye çalışacağından endişe ediliyor.
bu heyecanlı uluslararası oyunu izleyen filistinliler ise en zayıf halka olduklarını hissediyor. taraflar arasındaki muhtelif anlaşmalardan fayda sağlamaları muhtemelse de, oyunun ne şekilde yol alacağı üzerinde -özellikle de abd bölgede kilit rol oynamayı sürdürüyorken- pek bir etkilerinin olmadığı ortada.
bu bakımdan jeopolitik liderliğin abd'den avrupa'ya geçmesi, filistinliler ve davaları açısından çok daha cazip olabilir.
daoud kuttab, filistinli ödüllü gazeteci ve eski princeton üniversitesi öğretim üyesi.
twitter'dan takip edin: @daoudkuttab
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar