Görüş
Ortadoğu'da laik-İslamcı uzlaşması mümkün mü?
Anayasa, iktidara kim gelirse gelsin katılım, devletin niteliği, siyaset, ekonomi ve toplum idaresi konularındaki anlaşmazlıkların çözülmesi etrafında bir sosyal sözleşme konumuna geliyor. Türkiye ve Tunus modellerinde yaşanan tam da bu.
![Yeni bir şans [Getty]](https://www.aljazeera.com.tr/sites/default/files/styles/aljazeera_article_main_image/public/2014/11/18/Yeni%20bir%20%C5%9Fans%20%5BGetty%5D%20main.jpg?itok=Kmptd49B)
tunus deneyimine kaldıracağından fazla ağırlık yüklemek yanlış olabilir veya erken görülebilir. ama tunus'un pilot deneyimi, islamcı ve laik-sivil siyasi hareketlerin (farklılık, rekabet ve hatta çekişme zemininde bile olsa) birlikte yaşayabileceğini ortaya koydu. islamcı hareketin, baskın fikirlerini gözden geçirebileceğini; demokrasi ve iktidar değişimine dair kabullerini olgunlaştırabileceğini; siyasi moderniteyi içselleştirebileceğini; zamana, gerçeklere ve dünyaya uyum sağlayabileceğini gösterdi.
tunus’taki geçiş sürecinin, 26 ekim 2014'te gerçekleştirilen parlamento seçimleriyle beraber sonlara gelmesi bu bağlamda anlaşılabilir. seçimler, nahda hareketi ve onun müttefiklerinin desteklediği yönetim altında yapıldı. yine bu yönetim gölgesinde özgürlüklere saygı gösterilmesi, kadının yerinin güçlendirilmesi ve tunus'un 'yurttaşlık, halk iradesi ve hukukun üstünlüğüne dayalı sivil bir devlet' olarak görülmesini tesis eden bir anayasa çıkarıldı.
nahda lideri raşid gannuşi, tunus anayasasını dünyadaki en iyi anayasalardan biri olarak değerlendirdi: "tunus, bugün dünyaya ve dostlara islam ile demokrasi arasında bir çelişkinin olmadığını, islamcıların farklılık hakkını, kültürel çeşitliliği, siyasi çoğulculuğu, vicdan özgürlüğünü, kadın haklarını, özgür toplumu, adaleti ve kalkınmayı tesis eden tüm evrensel değerleri savunan güçlerin başında geldiklerini ifade ediyor." (mısır şuruk gazetesi, 27 şubat 2014).
nahda'nın, islamcı hareketlerin bazı çıkış noktalarını gözden geçirmesinden aynı anlam çıkarılabilir. gözden geçirmeler öyle noktaya vardı ki nahda başkan yardımcısı abdulfettah moro, 'çözüm islam' sloganının anlamsız olduğunu belirterek açıkça ve defalarca gözden geçirilmesini istedi: "çünkü insanlar özgürlük, adalet ve daha iyi bir yaşam istiyorlar. bu da islam'ın özüdür." (al jazeera tv, çağın tanığı programı, 19 mart 2014). gannuşi de (nahda'nın ikinci sıraya gerilemesine rağmen) parlamento seçimleri sonrası ardından, "tunuslular hem kendileri hem de araplar için yeni bir demokrasi tarihi yazıyorlar." dedi.
tunus'ta (ve hatta belki fas ve öncesinde türkiye deneyiminde) karşılaşılan islamcılık tarzı, yeni bir islamcı hareket modeli tesis edebilir. söz konusu modeller, ılımlı islamcı hareketlerin, doğal şartlarda ortaya çıkan siyasi gelişmeler karşısında inatçı tutum almadıklarını, demokratik süreç ve laik hareketler ile birlikte yaşayabileceklerini ispatlıyor.
burada en önemli çıkarım şudur: cezayir ve mısır'daki şartların ve siyasetin gelişim düzeyinin belirlediği modeller birer kader değildir. ortada, dini ve laik hareketler için genel çıkarlar (toplumların çıkarı) ve özel çıkarlar (bu hareketlerin kendi toplumlarındaki konumunun güçlendirilmesi) açısından daha iyi ve uygun başka seçenekler vardır. üzerinde durulması gereken husus, ülkelerimizde dini ve laik hareketler arasında yıllardır kızıştırılan çekişmenin, kendilerine zarar verdiğidir. despot rejimler, laik-islamcı çekişmesinden istifade ettiler ve birçok faktörden beslendiler. bu faktörler şöyle sıralanabilir:
1) özgürlüklerin kaybolması ve bireyin özel alanına el konulması.
2) arap toplumlarının siyasetten ve siyasi katılımdan mahrum bırakılması.
3) kurumsal, yurttaş temelli ve hukuka dayalı devletin kurulmasının engellenmesi.
4) aynı anda hem devlete hem topluma nüfuz eden totaliter yönetim biçiminin egemenliği.
sorunun aslında laik-islamcı çekişmesinden ziyade bu çekişmenin marjinalleştiren, hatta dışlayan politikalar yüzünden sonu gelmez bir ölüm kalım savaşına dönüşmesiyle ortaya çıktığı aşikar. dikkat çeken nokta, paradoksları ve zararlı sonuçlarıyla yıllardır süren laik-islamcı çekişmesinin şu iki temel meselenin anlaşılmasını engellemesidir:
i) laik-islamcı kavgası, arap dünyasındaki siyasi veya fikri olguların hazır, eski ve nihai kalıplara göre klişeleştirilmesine dayanan bir bakış açısından kaynaklanıyor. oysa gerçekler, bu olguların değişimlere boyun eğmesi yanında kendi oluşumları ve kaynakları içinde çeşitliliği ve çoğulculuğu içerdiğini gösteriyor.
aslında tek bir laik hareketten söz edilemeyeceğini gözlemleyebiliriz. laik hareket; solcu, milliyetçi, liberal ve ulusalcı hareketlere dağılabiliyor. sayılan hareketlerden her biri de ılımlıları ve aşırıları, gerçekçileri ve ideolojik yaklaşanları bünyesinde barındırıyor. hat boyunca, despotluğun yanında ve karşısında duran taraflar da bulunuyor.
çoğulculuk, çeşitlilik ve farklılık, islamcı hareketler için de geçerli. islamcı hareketler içinde sufi tarikatlar, selefi ve davetçi hareketler yer alıyor. reformcu ve aşırı, sivil ve cihatçı hareketler de yelpazede mevcut. her hareketin içinde farklı ekoller, referanslar ve eğilimle bulunuyor. ayrıca içlerinden bazıları despot rejimlerin yanında yer alırken bazıları da bu rejimlerin karşısında duruyor.
ii) laik, solcu ve milliyetçi hareketlerin devlet, toplum, yurttaşlık ve bireysel özgürlük noktasında iktidardaki sicilleri temiz değildir. ideolojik ve ütopik yaklaşım sergileme açısından laik, solcu ve milliyetçi hareketler, dini hareketlerden hiç geride kalmazlar.
sözgelimi, dini hareketler bakış açılarını gökten aldıklarını iddia ettiler. laik, solcu ve milliyetçi ideolojiler ise (savunucuları tarafından değişmez, mutlak ve nihai gerçekler olarak görülmeleri sonrası) neredeyse yeryüzünde 'din' haline geldiler. arap dünyasında devlet ve yurttaşlığın tesis edilememesinin sorumlusunun da laik, solcu ve milliyetçi ideolojilerle sarılı sistemler olduğu gerçeğini hatırlatmalıyız. zira arap dünyasında totaliter rejimlerin kurulmasının sorumlusu, bu ülkelerin hiçbirinde iktidara gelemeyen islamcı hareketler değil, o sistemlerdir.
dini ve laik hareketler arasındaki ideolojik anlaşmazlık veya kamplaşma, her iki hareketin de kendi bünyesinde farklı tutumlar içerdiği ve şu üç meseleyle ilgili tutumlarını netleştirmelerinin gerekli olduğu gerçeğini engelliyor:
devletin niteliği: hiçbir ayırım gözetmeksizin ve sebep ileri sürmeksizin özgürlükleri ve eşitliği teminat altına alan bir anayasaya uygun kurumsal, yurttaş temelli ve hukuka dayalı bir devletin tesisi.
demokrasi seviyesi: kuvvetler ayrılığı ve iktidar değişimi ilkesinin yerleşmesi.
özgürlükler ve kimlikler: bireysel özgürlük ve yurttaşlık meselesine anlayışla yaklaşan islamcı hareketler yok değil. örneğin; şeyh raşid gannuşi'nin şu açıklamasında aynı anlayış görülebilir: "islam'da teşri (yasama) tarihini bilen hiç kimse, yaşam şekillerini (yemek, giyim kuşam ve içme gibi) zor kullanarak ve tehditle değiştirme hakkını kendisinde bulamaz. allah insanı özgür yaratmıştır ve hiçbir otoriteye insanları (cennet için dahi olsa) boyun eğdiremez. (ingiltere'de arapça yayımlanan mecelle dergisi, 3 ekim 2011).
mısır müslüman kardeşler hareketinin siyasi kolu hürriyet ve adalet partisi yöneticisi ve (feshedilen) parlamento başkanı saad ketatni, kadın ve başörtüsü konusundaki tutumlarını şöyle tanımlıyordu: "ne müslüman kadınlara ne de başkalarına başörtüyü dayatmayacağız. müslüman kadına davet ve tavsiyede bulunabiliriz. müslüman kadın başörtünün farz olduğunu biliyor ancak yasalarla dayatmak kabul edilemez."
aynı çerçevede kahire'deki el ezher üniversitesi'nin haziran 2011'de yayımladığı bir belge, dini ve sivil hareketlerin anlaşma bağlamında ileri bir adım olarak görülebilir. belge, ana hatlarıyla modern, demokratik, anayasal, ulusal devletin tesisi; doğrudan serbest seçimlere dayalı demokratik sistemin baz alınması; temel özgürlükler sistemine bağlılık gibi gayet önemli noktalar içeriyordu.
suriye müslüman kardeşler hareketi, mart 2012'de tüm vatandaşlara özgürlükleri ve eşitliği garanti eden sivil ve demokratik bir devlet kurma çabasından bahsettiği 'ahit ve misak' adlı bir belge yayınlamıştı.
buradan anlaşıldığı üzere farklı hareketler arasında eleştirisel ve nesnel bakış açısı üzerinden ilişki kurulmalıdır. siyasetin hata yapabilecek ve doğruyu bulabilecek beşeri bir eylem olduğu gerçeğiyle irtibatlı olarak dini hareketler için geçerli görülen laik hareketler için de geçerlidir. insanlar, tutumları ve pratiklerini belirli bir kültür düzeyi ve toplumsal arka planlarla sergilerler. ister laik hareketlere mensup olsunlar ister islamcı, bu tür tutumlar ve arka planların insanların çıkarları ve arzularına boyun eğmesi de sır değil. bu da farklı hareketlere yönelik dışlayıcı tutumların bırakılıp birlikte yaşama dönülmesi; hata, eleştiri ve yönlendirilmeden uzak bir hareketin olmaması demek. herhangi bir hareketin turnusol testi; siyasi çalışmaya girebilmesi, yönetime katılması ve sorumluluk verilmesinde saklıdır.
bu hususta islamcı hareketlerin yekpare değil çeşitli ve birden fazla olduğunu unutmamalıyız. islamcıların iktidar deneyimleri de laik, solcu ve milliyetçi hareketler gibi pek iç açıcı değil. iran, irak, somali ve sudan'da (keza lübnan'da hizbullah, gazze'de hamas'ın deneyimlerinde) otoriterlik ve özgürlüklerin kısıtlanması sorunlarında yaşanan buydu. ancak islamcı hareketlerin başarısızlığı yine de laik, solcu, milliyetçi ve liberal hareketlerin arap bölgesinde despot rejimlerin egemen olmasındaki sorumluluklarını unutturamaz. onların (özgürlüklerin kısıtlanması ve arap toplumlarında siyasetin katledilmesi anlamında) islamcı-sivil hareketin kökünün kazılmasını kabul etmelerini de... özgürlük bölünemez ve bir hareketin kökünün kazınmasını meşrulaştırmanın, bir başka hareketin kökünün kurutulmasını meşrulaştıracağını görmemek olmaz.
şimdi (tekfire/aforoz etmeye inanmayan ve şiddeti benimsemeyen) islamcı-sivil hareketin, toplumun parçası olarak siyaset hakkını savunmamız noktasıda, onun imajının da bazılarının inandığı parlaklıkta olmadığını gözlemlememiz önemli. iran'daki 'velayeti fakih' sistemi modeli ve lübnan'daki hizbullah ile bu ikisinin etrafında dönen yapılar, bugün siyasal islam'ın başını çeken hareketleri teşkil ediyor. yani iran gibi bölgesel bir devletin peşinden giden ve arap ülkelerindeki toplumların çıkarlarını göz ardı ederek bu devletin çıkarları kapsamında faaliyet gösteren milisvari siyasal islam modellik yapıyor.
diğer yandan el kaide, irak ve şam islam devleti (işid), nusra cephesi gibi aşırı, tekfirci islamcı güçler; mısır'da nur partisi; despot rejimlerin teorisyenliğini yapan veya onları meşrulaştıran, minberlerde onlar için dua eden alimler ve müftüler bulunuyor. üstelik böylesi eğilimler, islamcı ve laik farklı akımların birarada yaşadığı tunus, fas, türkiye, malezya ve hatta hindistan'daki başarılı deneyimlere baskın geliyor. bu durum sadece islamcı hareketlerin değil, müslüman toplumlar ve arap ülkelerindeki tüm siyasi deneyimlerin sorunu.
sözün özü; taraflarla ideolojik veya kimliğe dayalı eski ve hazır klişeler doğrultusunda ilişki kurmak yanlış. temel kriter, her hareketin özgürlük, adalet, eşitlik, yurttaşlık, demokrasi, iktidar değişimi ve hukuka başvurulması gibi konulara yönelik tutumuyla değerlendirilmesi. aynı konuların siyasi hesaplar, çekişmeler ve dengelerin üstünde bir anayasa dahilinde korunması gerektiği aşikar. ki çoğunluğun veya azınlığın hesaplarına boyun eğmeyecek kurucu değerler konumundaki bu meseleler, seçimlerin galibi partinin çıkarları veya tutumlarıyla örtüşmemesi halinde sümenaltı edilmesin.
anayasa, iktidara kim gelirse gelsin (islamcı veya laik parti) katılım, devletin niteliği, siyaset, ekonomi ve toplum idaresi konularındaki anlaşmazlıkların çözülmesi etrafında bir sosyal sözleşme konumuna geliyor. söz gelimi türkiye ve tunus modellerinde yaşanan tam da bu.
peki mısır ve cezayir'in acı deneyimlerini aşabilecek miyiz? acaba yeni bir islamcı hareket modeliyle karşı karşıya mıyız? islamcı ve laik hareketler arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açılabilir mi? bugünün gündemini bu sorular oluşturuyor.
macid keyali, filistinli siyasetçi ve yazar. 1954 yılında suriye'nin halep şehrinde doğdu. şam üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. filistin ve israil konularında araştırma, analiz ve eleştiriler kaleme alan keyali'nin, '48 filistinlileri ve intifada', 'büyük ortadoğu: göstergeleri ve paradoksları', 'çözüm ve nihai çözüm konuları' adlı kitapları bulunuyor.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar