Görüş
Pereira, bir Guardiola hayranı
Maçtan maça ve maç içinde formasyon değiştirmeye bayılıyor. Multi-pozisyon oyuncular kullanıyor, bir futbolcunun görevini değiştirmeyi seviyor. Gösterişsiz futbolcuları pek tercih etmiyor, duran toplarda deneysel işler düşünüyor, maçlara illa ki bir imza atmak istiyor. Pereira belli ki, stil olarak Guardiola’ya ve Mancini’ye daha yakın.

dün gece rize’deki maçtan herkesin aklında muhakkak farklı anlar kalmıştır, bense özellikle iki duran topa takıldım: ilki, 5’inci dakikadaydı. hasan ali sol çaprazdan bir frikik kullanacaktı, nani ona “sen mi atacaksın” şeklinde bir jest yapıp, topun başından ayrılıp sağ çizgiye doğru 40 metrelik bir depar attı. hasan diego’ya, diego nani’ye aktardı. nani’nin ortasıyla sonuçlandı pozisyon... belli ki bunlar önceden düşünülmüştü, belli ki idmanlarda konuşulmuştu, belli ki rakip yanıltılmaya çalışılıyordu...
benzer bir gösteriyi ikinci yarının başında sol açıktan atılan bir kornerde de izledik. diego topun başındaydı, yine yanında nani vardı. brezilyalı futbolcu eğildi, çoraplarını düzeltir gibi yaparken topu nani’nin önüne dürttü ve bir farklı organizasyon daha denedi sarı-lacivertliler... zaten pereira göreve geldiğinden beri fenerbahçe’nin kornerleri genelde paslaşarak kullandığını, duran toplarda rakibi şaşırtacak organizasyonlar aradığını gözlemliyoruz. avrupa’nın büyük liglerinde 50 yaş altı birçok modern teknik adamın yaptığı gibi.
tabii ki bu arayışlar takdire değer. dün olmadıysa bile 2-3 hafta sonra meyve vermeye başlayacaktır bence. ama pereira’nın arayışları bununla kısıtlı değil: portekizli hoca’nın maçtan maça ve maç içinde formasyon değiştirmeyi sevmesi... rize’de de 4-4-2 başlayıp, 4-2-3-1’le bitirmesi... hiç beklenmedik adamları hiç beklenmedik pozisyonlarda kullanması: maç sonu gerekçelendirmeye çalıştı ama ben doğrusu diego’yu göbekte, souza’yı sağda başlatmasını hiç anlayamadım. zaten 45 dakika boyunca ne diego gitti sağa, ne de souza! fenerbahçe adeta tek kanatlı, asimetrik bir 45 dakika oynayıp, eren’in yıldızlaşmasına da katkı yaptı net olarak...
ikinci devrede alper’i sağ açığa koyduktan sonra 30 dakika oyun normalleştiyse de, başlangıçtaki anormallikler fenerbahçe’nin rize’den galibiyetle dönmesine imkan tanımadı. ve pereira’nın bu tarz hareketleri bana fena halde guardiola’yı ve mancini’yi hatırlattı. evet guardiola barcelona’yı-bayern’i, mancini inter’i-city’yi, pereira da porto’yu-olympiakos’u şampiyon yaptılar... ama her üç farklı düzeydeki hoca için de kendi liglerinde yoğun eleştiriler hâlâ sürüyorsa, bunun nedeni deneysel işlere fazla bulaşmaları. çalıştırdıkları takımlarda a planlarını tam oturtmadan, b-c-d planlarını işletmeye kalkmaları. maçlara lüzumundan fazla kişisel imza atmayı denemeleri.
eğer pereira bir an önce a planına yoğunlaşıp, fenerbahçe’de realist bir iskelet kadro ve oyun tanımı oluşturmazsa, sarı-lacivertlilerin tahmin edilenden daha fazla puan kaybı yaşama riskleri var gibi.

40 maçta 1, 60 dakikada 3 sarı kart!
beşiktaş-trabzonspor maçında taktik-teknik analiz, fiziksel performanslar, mbia’nin, cavanda’nın, constant’ın oyunları bir yana... quaresma’nın akıl almaz kırmızı kartı bir yana... bir oyuncu geçtiğimiz sezon porto’da 40 maçta tek bir sarı kart görüp, beşiktaş’la 60 dakikada 3 sarı kart hak ediyorsa, burada net bir niyet farklılığı var demektir.
olimpiyat stadı’ndaki beşiktaş-trabzonspor maçının ilk yarısındaki görüntü, aslında çok beklenmedik bir tablo değildi. geçen hafta sükseli bir 5 gollü galibiyet alan beşiktaş yine topa sahip olan taraf, yine rakibin 3’üncü bölgesinde dolaşan taraf. ama oğuzhanlar, olcaylar, gökhanlar mersin’de buldukları derin boşlukları olimpiyat stadı’nda bulamıyorlar, çünkü karşılarında süper lig’in ilk iki haftasının en iyi oyuncusu var! ne van persie, ne gomez, ne podolski... ligin ilk iki haftasının yıldızı tartışmasız stephane mbia. cumartesi akşamı sağında cavanda, solunda constant’la trabzon kalesinin 35 metre ötesine öyle iyi bir perde koydular ki, nerdeyse mustafa’yla aykut’a iş bırakmadan beşiktaş’ı oralarda durdurdular. böyle iyi bir perdeye karşı sosa bir sihir ortaya koyabilirdi ama belli ki dakika alacak kadar hazır değildi. oğuzhan’ın böyle bir fark yaratmasını bekleyebilirsiniz, ama onun da şutları öyle cılız ki, kaleye gidene kadar zaten genelde sönmüş oluyor. bu kadar yetenekli bir oyuncunun, kendine bu kadar şut fırsatı üretip bu kadar cılız vurması, yeteneklerine ihanet gibi...
ama mbia, cavanda, oğuzhan, constant filan bir yana, quaresma bir yana gerçekten... quaresma cumartesi akşamı öyle şeyler yaptı ki, bu maçın manşetine kendisinin dışında kimsenin çıkmasına imkan tanımadı yine...
aslında 35’inci dakikada yaptığı küçük bir jest, kafaca kendini başka bir ligde gördüğünün göstergesi gibiydi: sağ taraftan sola uzun şandel bir pas aldı. o pası rahatlıkla göğsüne alabilecekken, rahatlıkla kafasıyla kontrol edebilecekken omzuyla pas atmaya kalkması, küçük bir sinyaliydi zaten yapacaklarının. hep söylüyorum: “kimse quaresma’ya yeteneklerini göstermemesini söylemiyor. tabii ki gerektiğinde göstermeli. ama her maçın lüzumlu lüzumsuz her dakikasını solo yetenek gösterisine çevirmemeli. buranın katar, oynadığı takımın lekhwiya olmadığının farkına varmalı.”
ardından 40’larda gördüğü ve görmediği sarı kartlar geldi zaten. yusuf müthiş bir reaksiyonla taç çizgisi kenarından topu kurtarmış, quaresma’ysa topu yitirmenin verdiği sinirle çift dalmış. son derece haklı bir sarı kart... dönüp gideceği, kaybettiği topu ve gördüğü kartı telafi etmeye çalışacağı yerde, yusuf’u ayağıyla itmesi feci bir tercih. orada görmediği ikinci sarı kartı 60’ta bir başka büyük sorumsuzlukla gördü zaten. hakemin düdüğü adeta gözünün içine kadar soktuğu andan sadece 2-3 saniye sonra atışı kullanması, ciddiyetsizliğinin final gösterisi gibiydi.
işin enteresan tarafıysa şu: bu adam geçen sezon porto’da 40 maç oynamış, sadece shakhtar önünde 1 sarı kart görmüş. beşiktaş formasıyla 60 dakikaya 3 sarı kart sığdıran adam, portekiz’de son derece disiplinli oynamış. o zaman bu davranış farklılığının tek bir çözümü var sanırım: şenol güneş ona acilen buranın katar ya da arabistan ligi’ne benzemediğini, formanın garanti olmadığını hatırlatmalı. cezası biter bitmez kesinlikle ilk 11’e dönmemeli. hatta porto’da lopetegui’nin yaptığı gibi, onu bolca kulübede oturtmalı, bir rotasyon oyuncusu olarak kullanmalı.
geçen sezon sporseverler quaresma’yı bayern münih maçlarında ilk 11’de oynamasından anımsıyorlar ama lopetegui o maçlar öncesi mart ayı boyunca quaresma’yı kulübede oturtmuştu, hatırlatayım...
uğur meleke, milliyet gazetesi spor yazarı.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar