Görüş

AKP iktidarında dış politika: ‘Altın Devir’ ve Arap isyanları sonrası

Türkiye, Arap isyanlarının ardından dünyanın dikkatini üzerine çekti. Ne var Ankara, Orta Doğu'nun güç dengesini doğru okumayarak, hepsi Müslüman olsalar da farklı çıkarları bulunan bölge ülkelerinin siyasetlerinin yönünü isabetle tayin edemedi.

Erdoğan ve Gül haftalık görüşmelerini perşembe günü bu kez yemekte yaptı. [Fotoğraf: AA-Arşiv]

sosyal bilimlerin başlıca meselelerinden birisi, herhangi bir gelişmede yapısal unsurlar ile iradi müdahalelerin etkisini ölçebilmektir. karl marx’ın, ‘lui bonapart’ın 18 brümeri’ başlıklı analizi, tarihi insanların yaptıkları ancak “serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarla” yaptıkları önermesiyle başlar. dış politikada da bir ülkenin verili koşulları, tarihi, coğrafyası ile o ülkeyi yönetenlerin iradi tercihleri arasındaki ilişkinin niteliği, o dış politikanın analizi açısından önem taşır.

türkiye’nin 2002-2011 tarihlerinde dünya sistemi içinde giderek yükselen bir profile sahip olduğu, daha aktif bir dış politika izlediği, bu politikanın geleneksel kalıpların dışına çıktığı hakkında türkiye ve dünyada genel bir kabul var. devrimci sayılabilecek yönelim, adalet ve kalkınma partisi (akp) dönemine rasgeliyordu. bundan dolayı da dış politikanın, esasen akp ve onun dış politikasının teorisyeni prof. dr. ahmet davutoğlu’nun eseri olduğu da düşünülüyor.

akp ve davutoğlu’nun türk dış politikasını kavramsallaştırma ile balkanlar ve orta doğu'da yakın ilişkiler geliştirmedeki katkıları yadsınamaz. fakat bir ülkenin dış politikası, küresel ve bölgesel koşullara rağmen, o ülkenin yapısal açıdan bu yeni politikaya yönelmesini sağlayacak unsurlar var olmadan bunca radikal bir şekilde değişemez.

bu nedenle türk dış politikasının yakın dönemdeki “altın devri” değerlendirilirken, değişiklikler kadar sürekliliklere de bakmak gerekir. soğuk savaş’ın bitmesinin hemen akabinde dönemin cumhurbaşkanı turgut özal’ın şartların olgunlaşmaması nedeniyle hayata geçiremediği yeni dış politika arayışı ve 1997-2002 yıllarında dışişleri bakanı olarak görev yapan ismail cem’in son dönemindeki açılımları unutulmamalıdır.

akp dönemi türk dış politikasının altın devri (2002-2011)

bu arka plan üzerinde türkiye’nin dış politika profilinin yükselmesi, belli bir bölgesel ve uluslararası konjonktürde gerçekleşti. söz konusu konjonktürü belirleyen unsurlar; 11 eylül saldırıları (2001), irak savaşı (2003) ve bölgedeki yeni güç dengesiydi.

abd’nin irak savaşı’nın sonuçlarını kontrol edememesi, irak’ın bir şiddet sarmalına girmesine yol açtı. savaşın bölgesel sonuçlarından biri de iran’ın nüfuz kazanmak suretiyle suriye ve lübnan’da hizbullah ile filistin’de hamas üzerinden doğu akdeniz’e uzanan bir güç haline gelmesiydi. abd’nin saddam hüseyin rejimini devirmesiyle irak coğrafyasında yüzyıllardır sünniler lehine var olan iktidar dengesi de değişiyor, iran bu coğrafyada yaklaşık üç yüz yılın ardından söz sahibi oluyordu.

irak savaşı’nın yarattığı yeni bölgesel gerçeklikler, iran kadar türkiye’ye de yaradı. ankara, irak’taki gelişmelere yakından müdahil oldu. tüm gruplarla iletişim kurabilmesinin avantajıyla bir dönem sözü geçen bir aktör haline geldi. abd’nin büyük baskılarına rağmen iran ve suriye ile ilişkilerini kesmedi, tersine ekonomik olarak hem bu iki ülke hem de bölgenin geri kalan aktörleriyle bağlarını yoğunlaştırdı. iran ile batı arasında arabuluculuğa soyundu. suriye ile israil arasında bir barış anlaşması imzalanması hedefinde, israil’in 2009’daki gazze saldırısıyla temasların kesilmesine kadar hayli mesafe kat etti.

komşularla sıfır sorun ilkesi doğrultusunda türkiye, ekonomik entegrasyonun önünü açacak adımlar attı. pek çok ülkeyle vize zorunluluğu kalkınca ticaret serbestleşti. gerek bölgede çok sükse yapan türk dizileri gerekse sıklaşan karşılıklı ziyaretler neticesinde türkiye’nin yaşam tarzı, demokrasisi, refahı ve bunların sağlanmasında etkisi olduğuna inanılan avrupa birliği (ab) üyelik sürecinden beslenen yumuşak güç, ülkeyi bir çekim merkezi haline getirdi.

bu dönemdeki politikanın temel yaklaşımı, türkiye’nin kendisini çevreleyen bölgelerde merkez ülke olduğuydu. bu kavramla, türk dış politikasında köklü bir geleneği temsil eden kendi başına hareket etme arzusu öne çıktı. yükselen profille beraber tarihsel, siyasal ve stratejik birikimi nedeniyle türkiye’nin özerk bir hareket alanına sahip olarak siyaset üretmesi istendi.

şaban kardaş’ın belirttiği gibi (makalenin orijinal metni), “bugünkü konjonktürde batı ile ortaklık ankara’nın yeni meydan okumalarla baş edebilmesini ve manevra alanını genişletmesini sağladığı ölçüde değerli bir araçtır. kendisi bizatihi değerli olduğundan değil. stratejik özerklik arayışı hala türkiye’nin liderliğinin uluslararası ilişkilere yaklaşımında kolay kolay yok olmayacak şekilde önemli bir yer tutuyor.”

dünyanın stratejik merkezinin doğuya doğru kayması, türkiye’nin çevresindeki bölgelerde güç boşluğu bulunması zaten ankara’nın önüne bir hareket alanı açıyordu. bu yapısal avantaj türkiye’nin özgün nitelikleriyle (yani laik-demokratik-kapitalist-nato üyesi bir müslüman ülke) birleşince arzulanan hedefe ulaşılması da kolaylaşıyordu.

yumuşak gücü ön plana çıkaran bu dönem politikalarının zayıf tarafı, güvenlik boyutuydu. son derece ince işlenmiş kavramlarla dış politikasını tanımlayan, yumuşak gücünün yardımıyla bölgeyi ve komşuları dönüştürmeye çalışan türkiye’nin kapsamlı bir güvenlik politikası yoktu. buna bağlı olarak da suriye örneğinde görüldüğü gibi caydırıcılık imkanları da ya yoktu ya da kısıtlıydı.

arap isyanları sonrası oluşan yeni konjonktür

2011’de başlayan arap isyanlarından sonra türkiye’nin çevresindeki iklim bir kez daha ve öngörülmeyen bir yönde değişti. demokrasi talebiyle ayaklanan genelde kentli kitlelerin arzuladıkları dönüşüm gerçekleşmedi. tunus dışında demokratik sürecin devam ettiği “arap baharı” ülkesi kalmadı. körfez kaynaklı karşı devrimci dalganın katkılarıyla mısır’da temmuz 2013’te darbe yaşandı ve ülke eski rejime dönüş yaptı. libya’da devletin çökmesiyle şiddet coştu. suriye ise kendi dinamiklerine terk edilmediğinden hem bölgesel (iran-suudi arabistan-türkiye), hem de küresel (abd-rusya/çin) bir güç mücadelesinin kanlı, insanlık açısından utanç verici alanına dönüştü.

türkiye, arap isyanlarının ardından doğal olarak dünyanın dikkatini üzerine çekti. yumuşak gücü, yani demokratik ve batı sistemi içinde müslüman bir ülke olmasından dolayı kendisine “model” olma rolü bile biçildi. bu dönemdeki siyasette halkların ceberut rejimlere karşı isyanını desteklemek doğru ve ahlaki tavırdı. ne var ki ankara, orta doğu'nun güç dengesini doğru okuyamadı. her ne kadar hepsi müslüman olsalar da çok farklı çıkarları bulunan bölge ülkelerinin siyasetlerinin yönünü isabetle tayin edemedi. daha da ironik olan ise abd’nin irak’taki varlığının aslında türkiye’nin manevra alanını genişleten bir etki yaptığının, amerikan askerleri irak’tan çekildikten sonra daha iyi anlaşılmasıydı.

bunun da ötesinde kanımca ankara iki hata daha yaptı:

1) mart 2011’de suriye’deki isyanın başlamasına kadar hassasiyetle sadık kaldığı mezhepler üstü politikasından, baas rejimini barışçıl bir çözüme ikna edemediği için vazgeçti. suriye iç savaşı’na doğrudan taraf oldu ve sınırlarını muhalif gruplara kullandırttı. üç yılın sonunda sünni cihatçı unsurların en önemli destekçilerinden birisi olduğu yargısı dünyada yerleşti.

2) akp’nin ideolojik yakınlığı nedeniyle mısır’da müslüman kardeşler iktidarına fazlasıyla angaje oldu. bunun sonucunda ahlaken ve siyaseten doğru olan darbeyi kınama tavrı, retoriğin çok sertleşmesi nedeniyle mısır ile ilişkilerin kopmasına yol açtı. üstelik türkiye ile suudi arabistan etrafında kümelenmiş körfez ülkelerinin arasını açtı, batı ile ilişkilere yeni bir tatsızlık unsuru ekledi.

mısır’daki darbeden kısa süre önce, haziran 2013’te gerçekleşen gezi parkı protestoları ise türkiye’nin son on yılda itinayla oluşturduğu demokratik imaja onarılamayacak derecede zarar verdi. gezi parkı eylemlerine akp iktidarınca gösterilen tepki, polisin kullandığı şiddet ve buna verilen hükümet desteği ve olaylar boyunca kullanılan dil, türkiye’nin orta doğu için bir demokratik hatta liberal model olma imkanlarını da sıfırladı.

ciddi bir dış politika başarısızlığını yansıtan bu manzara, ahlaken doğru yerde durulduğu gerekçesiyle “değerli yalnızlık” diye bir kavramla tevil edilmeye çalışıldı. ne var ki bu laf oyunları, dış politikanın ciddi bir bocalama dönemine girdiği ve günü kurtarmaya odaklandığı gerçeğini değiştirmiyor.

en azından türkiye’nin çevresindeki gelişmeleri birinci dereceden etkileyebilecek bir ülke olduğu iddiası ciddi bir darbe aldı. öyle ki geçmiş dönemin en başarılı siyaset açılımı sayılması gereken ‘irak bölgesel kürt yönetimi ile olan ilişkileri bağdat’a rağmen yürütme arzusu’ da gerek irak merkezi hükümeti gerekse de abd’nin tavrıyla akamete uğradı.

cumhurbaşkanı abdullah gül’ün birleşmiş milletler genel kurulu (24 eylül – 4 ekim 2013) sırasında new york’taki temaslarından aldığı havayı hükümete yansıtmasıyla türkiye’nin dış politikasında biraz daha fazla tevazu ve ihtiyat gözlenmeye başladı. başbakan recep tayyip erdoğan’ın ocak 2014’te ziyaret ettiği japonya’da “türkiye’nin bölgesel ve küresel güç olma hedefi yok.” demesi, suriye’de ve irak’ta siyasetin değişmeye başlaması, bu yöndeki işaretler.

dış politika son dönemde abd ile daha yakın bir işbirliği içinde götürülürken, yine washington tarafından çok arzulanan kıbrıs’ta çözüm ve israil ile normalleşmenin gerçekleşme ihtimalinin artması çizgiyi belirliyor. ne var ki türkiye’nin füze savunması için çin’den sistem almaya karar vermesi ve bu kararın henüz değişmemesi de ankara-atlantik ittifakındaki ilişkilerin yeni bir ayara ihtiyaç duyduğunu da gösteriyor.

ancak asıl dikkat edilmesi gereken nokta, mevcut uluslararası ve bölgesel konjonktürün 2000’li yıllardan çok farklı olmasıdır. rusya’nın ağır jeopolitik hamleleriyle batı ve abd’nin çaresizliğini veya bu oyunu oynama isteksizliğini gözler önüne sermesiyle sert gücün dönüş yaptığına tanıklık ediyoruz. hali hazırda rusya, batı’ya karşı ukrayna/kırım hamlelerini yaptı ve kısa vadede bundan dolayı bir sıkıntı yaşamayacak. suriye’de ise müttefikinin devrilmesini engelledi. israil dahi kırım konusunda rusya’yı kınamadı.

rusya’nın 2008’de gürcistan işgali ve 2014’te kırım’ın ilhakı üzerinden karadeniz’de gücünü artırması, türkiye’nin karadeniz politikalarını etkiledi. ankara, moskova ile ilişkilerini korumak ve batı ittifakıyla ters düşmemek arasında ince bir çizgide ihtiyatlı bir politika izliyor. gelecekteki gelişmelerin bu hassas dengeyi bozma ihtimali var. o durumda da türkiye’nin zaaf gösteren ittifakını mı yoksa rusya’yı mı tercih edeceği gibi bir soru önümüze çıkabilir.

keza körfez ülkeleri ve iran, orta doğu’daki gelişmelere ağırlıklarını koydular. abd, george bush yönetimi sırasında rejimini devirmek istediği iran ile barack obama yönetiminde verimli gözüken nükleer program müzakerelerine oturdu. bu müzakerelerin sonuca varması halinde orta vadede bölgesel stratejik dengenin değişeceği, dünyayla barışık bir iran’ın türkiye’nin bölgedeki jeopolitik ağırlığının bir kısmını götürmesi beklenir.

sonuçta demokrasinin yaygınlaşmasının pek önem taşımadığı, mısır deneyimi ardından siyasal islam’a açılmış kredinin kesildiği, jeopolitiğin dönüş yaptığı bir dünyada türkiye’nin de dış politikasını gözden geçirmesi gerekecektir.

geçen dönemin avantajlı koşullarında yapısal unsurların önemini küçümsemenin sonucu, türkiye’nin kapasitesinin üzerinde bir güç projeksiyonuna teşebbüs etmesi şeklinde tezahür etmişti. aynı hatayı yeni dönemde tekrarlamamak gerekiyor.

bundan kaçınmanın yolu da kırım/ukrayna ve suriye/abd-iran yakınlaşması ardından şekillenen jeopolitik ve stratejik gerçekliği, ideolojik ve hayalci olmayan şekilde okumaktan geçiyor.

soli özel, kadir has üniversitesi, uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi. türk dış politikası, türkiye siyaseti, türkiye - abd ilişkileri ve orta doğu siyaseti konularında birçok akademik çalışma, gazete ve dergi makaleleri kaleme aldı.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Soli Özel

kadir has üniversitesi, uluslararası ilişkiler bölümü öğretim görevlisi.robert koleji'nde liseyi tamamladıktan sonra abd'deki benington koleji'nde ekonomi ve sosyal bilimler bölümü'nde lisansını, johns hopkins üniversitesi, yüksek uluslararası etüdler bölümü'nde (school of advanced international stu Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;