şansölye angela merkel’in "almanya’da ‘multikulti’ öldü" sözlerinin üzerinden 3 yılı aşkın bir süre geçti. bu, aslında atılan tüm adımlar, uyulan tavsiyelere rağmen ülkedeki milyonlarca göçmen kökenlinin bireysel ve kurumsal olarak kabul edilemediğini de gösterdi.
metrodaki bilet kontrollerinin çoğunlukla esmer ve göçmenlere uygulandığına dair şikayetler, alman olmayan isimlere sahip insanlara ev kiralanmaması, göçmen kökenli milletvekilerinin memleketlerine dönmeleri için gönderilen tehdit içerikli temsili uçak biletleri, başörtülü kadınlar ya da esmer tenlilerin yanından geçerken yere tükürenler, polisin göçmenlerin olduğu bölgelerde fiili olağanüstü hal uygulaması. göçmen kökenlilerden dinlediğimiz örnek sayısı oldukça fazla.
‘emniyet ve yargıya gözlemci tavsiyesi’
irkçılık ve hoşgörüsüzlüğe karşı avrupa komisyonu’nun (ecri) yeni yayınladığı rapor da almanya’nın hem eyaletler hem de federal hükümet düzeyinde atması gereken adımların olduğunu ortaya koyuyor.
almanya bu saldırıların sayısında azalma olmaması nedeniyle 2012’de 426 sayfalık bir eylem planı hazırladı. ecri’nin raporu bunu memnuniyetle karşılıyor, ancak 113 maddelik raporda özellikle farklı kökenlerden gelen göçmen çocuklarının ayrımcılığa karşı korunması için tavsiyeler dikkat çekiyor. göçmen çocukların kendi potansiyellerini kullanabilmeleri için eğitim kademelerinin her aşamasında cüretlendirilmeleri, hatta 2012’deki ulusal eylem planı’nın yeniden güncellenmesi tavsiye ediliyor. ayrıca ayrımcılık şikayetlerinin değerlendirilmesinin tamamen alman polis ve savcılara bırakılmaması, hem emniyet hem de yargıya bu şikayetleri takip edecek farklı göçmen gruplardan irtibat görevlilerinin yerleştirilmesini öneriyor.
‘medyada olumsuz göçmen imajı’
ecri, 1990’larda nazi damarının güçlü attığı, göçmenlere saldırıların yoğun olduğu aşağı saksonya eyaletine de özel bir vurgu yaparken, "eyaletin başsavcısı aşağı saksonya’daki kamu çalışanları arasında ırkçılık ve ayrımcılığa karşı farkındalık düzeyinin düşük olduğunu not etti" uyarısını yapıyor. ecri’den alman medyasına da eleştiriler var. son araştırmalara göre göçmen kökenli toplumun yüzde 50’sinin medyada olumsuz gösterildiğini belirten kurum, medyadaki göçmen kökenlilere atfedilen bazı ifadelerin yabancı düşmanlığını teşvik ettiğini vurguluyor.
‘türklerin dörtte biri ayrımcılığa uğruyor’
liljeberg araştırma kurumu’nun 2013’te yaptığı ankete göreyse 1011 türk katılımcıdan dörtte biri gündelik hayatlarında sırf görünüşleri yüzünden sözlü saldırıya uğruyor.
peki ayrımcılığın kaynağı ne? almanlar ne düşünüyor?
bunun kısmi yanıtlarıysa 2012’de leipzig üniversitesi’nin yabancı düşmanlığı üzerine yaptığı ankette yatıyor. ankete katılan almanların yüzde 36’sı "yabancılar buraya bizim refah sistemimizden faydalanmak için geliyor" dedi. katılımcıların yüzde 33’üyse "eğer işleri yoksa göçmenler hemen ülkelerine gönderilsin" görüşünde. anket sonuçlarından en düşündürücü olanıysa katılanların yüzde 11’inin "naziliğin ülkeye olumlu etkisi olduğunu" düşünmesi. leipzig üniversitesi sonuçları yayınlarken, durumun ayrımcılığı da aşıp artık "kaygı verici ırkçılık" boyutlarına ulaştığını belirtiyor.
milletvekillerine tehdit
istatistikleri güncellemek için ayrımcılıkla ilgili raporları tutan federal hükümetin ayrımcılıkla mücadele bürosu ile temasa geçtik.
2013 yılında 2156 kişi ayrımcılığa uğradığına dair şikayette bulunmuş. şikayetçilerin dörtte biri etnik kökeni nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor.
bundestag yani alman federal parlamentosu’na girip siyasette temsil hakkı kazanmış göçmen kökenli vekillerle de durumu konuştuk. farklı bir ülkede yeni bir başlangıç yapmanın zorluklarını teslim eden vekiller, almanya’ya özel durumları da dile getirdiler.

 ayrımcılık hep vardı. buraya geldiğimiz ilk günden itibaren vardı. biz tam o ayrımcılığı yerine oturtamıyorduk. artı zannediyorum o biraz da o ekonomik ilişkilere de bağlıydı. yani insanlar kendilerini ekonomik olarak -özellikle burada beyaz almanları kastediyorum- kendilerini iyi hissettikleri zaman daha insancıl oluyorlar. bu daha da kötüye doğru, kriz yaklaşınca sorunu başkalarında aramaya çalışıyorlar. yani asıl krizin kökeni, nedeni, nereden kaynaklanıyor; kapitalizmle ilgisi var, büyük işverenler mi bizi işten çıkarıyor? o gözle bakmıyorlar. o orada çalışacağına, bak ben çalışabilirim gözüyle bakıyorlar, oradan kaynaklanıyor. artı, zamanla sadece günlük bir ırkçılıkla karşılaşmıyorsunuz. daha çok devlet kesimlerinde, devlet dairelerinde kanunlar yani yabancılar kurumsal olarak ayrımcılığa maruz kalıyor. bunlar yasal olarak var. sadece yasaların dışında bir devlet kurumundaki memur sana ırkçılık yapmıyor. bu ırkçılık yasalar ile de korunuyor. yabancılar yasasını ele alalım. bu yasa insanları 1., 2., 3. sınıf insan kategorisi yaratıyor. belli bazı sigortalar mesela yabancıları almıyor. bunlar da kurumsal ırkçılık sayılabilir. bunun dışında ırkçılığı sadece sağ partilere mesela aşırı sağcı partilere indirgemek de doğru değil. demokratik partiler içerisinde olup da ırkçılık yapan kimseler de var. lakin onlarca yapılan ırkçılık fikir özgürlüğü, düşünce özgürlüğü olarak değerlendiriliyor. bu konuda zaten federal almanya birleşmiş milletler (bm) irkçılıkla mücadele komisyonu'ndan ihtar da aldı. bu tür görüşlere sadece fikir özgürlüğü kapsamında bakmamak lazım. bunun altında ırkçılık yatıyor. ben kendim şahsen gündelik hayatta da karşılaştığım ırkçı muamelelerden rahatsızlık duyuyorum. 
|

 benim kişisel deneyimim ayrımcılık yapan pek çok insanın olduğu yönünde. nefret mesajları aldığımda bunları kamuoyu ile paylaşıyorum. bunlar bazen o kadar aptalca olabiliyor ki, bunlara sadece gülüp geçmekle yetiniyorum. benim iran’da doğduğum ve büyüdüğümü içeren mesajlar. mesela ‘seni pislik arap, kendi ülken olan türkiye’ye git’ gibisinden mesajlar. bunlar coğrafya bilgisi olmayan insanlar. bunları ciddiye almaya çalışıyorsunuz ve elbette ki ciddiye alınmalı lâkin burada mühim olan bu insanların hayatınıza egemen olmasına ya da baskı altına almasına izin vermemek. dünya üzerinde resmi makamların hakkında konuşmak istemedikleri 3 fenomen var. doping, yolsuzluk ve irkçılık meseleleri. almanya’da da bu böyle. alman tarihinde yaşananlar nedeniyle ayrımcılık meselelerinin konuşulması ve ırkçılığa karşı mücadele verilmesi her birey için bir görev olmalı. ben de bunun için çalışıyorum. bir taraftan ben milletvekili sıfatım nedeniyle ayrıcalıklı bir konumdayım. bu husus, benim bütün hayatımı etkilemiyor. ama diğer yandan nsu örgütü (neonazi yeraltı örgütlenmesi) tarafından işlenen terör cinayetlerine baktığımızda, hiç kimse birkaç yıl önce böyle bir vakanın almanya’da gerçekleşebileceğine ihtimal vermezdi fakat şimdi biliyoruz ki devlet kurumları o kadar aciz kalmış ki, bu örgüt cinayetlerine devam edebilmiş. bunun bilincine varmalı ve işimize devam etmeliyiz. bu hususları bundan böyle daha hassas ele alacak güvenlik ve istihbarat kurumları oluşturmalıyız. şimdilerde biliyoruz ki istihbarat yetkililerimiz bu cinayetlerdeki ırkçı motifleri göz ardı etmiş ve bu da kanıtlandı. bu ülkede yani almanya’da çok sayıda ırkçılık olayı yaşanmakta ve buna karşı mücadele etmek zorundayız. 
|

çocuklar dünyaya gelince bir milletin çocuğu olarak değil çocuk olarak ülkeye gelir. almanya’da da yaşayan insanlar ilk başta insan olarak yaşıyorlar. buranın, bu devletin bir parçası olarak yaşıyorlar. o yüzden ama bazıları her zaman bizim siyah saçımızı, doğduğumuz yeri görüyor. yani ne dediğimizi duymuyor ama kendilerinin sadece farkettiği şeyleri görüyorlar. ben de siyasal hayatımda olsun, özel hayatımda olsun bazı şeyleri yaşıyorum. bu bazen ev ararken mesela ‘siz yabancısınız, yeterince paranız var mı’ sorularıyla muhatap oluyorsunuz. bankadan kredi alırken, işyeri ararken her gün yaşadığımız günlük yaşamda yaşadığımız bir ayrımcılık var. bugün biz buranın insanıyız, burada bu hakları biz hak ettik. vergimizi burada veriyoruz.
mesela alman basınından biri bana bir soru sordu. ‘sizin 4 yaşında bir kızınız var. kendisini bir müslüman ve bir türk olarak nasıl hissediyor?’ diye… yani bu sorunun ne kadar aptal olduğunu kendisi bile fark etmedi. 4 yaşındaki bir çocuğa ilk başta damgasını vurup, sadece 4 yaşında bir çocuk olduğunu görmemezlikten geldi. bu damga ile tabii ki bir taraftan yaşamak zorundayız. öbür taraftan da ama biliyorsunuz bizim türkçe’de güzel bir lafımız vardır. ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin. bu diyardan gidemediğimize göre bu deveyi güdüyoruz.  |

her başlangıç gibi benim de almanya’daki başlangıcım kolay olmadı. türkiye’den buraya geldiğiniz zaman burada birtakım haklarınızın olmadığını görüyorsunuz. örneğin ben üniversite mezunu birisi olarak buraya geldim. türkiye’de yaptığım eğitimi üniversite kabul etmesine karşın çalışma piyasasında kabul edilmedi. ama genellemeler yapmak bence doğru değil. burada kurumsal ayrımcılık derken bulunduğunuz kurumlara da bağlı. vardır, yoktur gibi bir kesinlikten çok gündelik hayatta yaşadığınız birtakım olaylardan yola çıkarsanız var. örneğin siz adınız ali olarak bir yere mühendis olarak başvurduğunuzda notunuz 1 -buradaki en iyi not- olsa da iş görüşmesine çağrılmıyorsunuz. böylesi benzer birçok olayları duyuyoruz. adını değiştirip tekrar alman adı ile başvurduğu zaman aynı yere iş görüşmesine çağrılması söz konusu bu kişilerin. buradan yola çıkarak kurumsal bir ırkçılık var demek ne kadar doğru o tartışılır. mutlaka böylesi olaylar vardır.
|
Yorumlar