Suriyeli Mülteciler

Hiç konuşmadan geçen gün

Ahmed Türkçe bilmiyor. Çalıştığı kaportacıda günü konuşmadan geçiriyor. Eve dönme umudu yok. Al Jazeera Türk dijital dergi Suriyeli çocuk işçilerin hikâyesine tanıklık etti. Son durak Gaziantep.

Konular: Suriye
Gaziantep'te sanayi bölgesinde çalışan pek çok Suriyeli var. Ahmed de onlardan biri. [Eren Aytuğ]

 

gaziantep'te kamyonların, tamir, torna ve kaynak atölyelerinin, oto yıkamacıların gürültüsünün yanık demir kokusu ve tozla karıştığı kalabalık bir sanayi sitesinde buluyoruz kendimizi. yanımızdan yağlı simsiyah bir motor parçasını el arabasıyla taşıyan küçük, kirli bir çocuk geçiyor. köşede gördüğümüz bir oto yıkamacıyla sohbete başlıyoruz. 

“burada suriyeli çocuklar çalışıyormuş” diye giriyoruz lafa. “her yerde çalışıyor suriyeliler. aha bende var iki tane” diyor, iki genç adamı işaret ederek. dolaşmaya devam ediyoruz. bir başka sokağın köşesinde bir oto kaportacıya dalıyoruz. orada muhammad mirayşi ile tanışıp sohbet ediyoruz. çalışan suriyeli çocukları aradığımızı söyleyince, “benim kardeşim var. o da ileride bir kaportacıda çalışıyor” diyor. bu arada kaportacının sahibi ötedeki bir fırında da suriyeli küçük çocukların çalıştığını anlatıyor.

fırına girdiğimizde, fırından çıkarılan ekmekleri bir karton kutuya toparlayan 10 yaşında bir suriyeli çocukla karşılaşıyoruz. fırın sahibinden, çocuğun babasının yakında bir kebapçıda çalıştığını öğreniyoruz. türkiye’ye kaçak geldiklerini söyleyen baba çocuğun hikâyesini paylaşmamıza izin vermiyor. etraftan suriyeli ailelerin tedirgin olduğunu ve çocukların çalıştırılmalarının başlarına dert olmasından korktuklarını anlıyoruz.

onlardan ayrılıp muhammed’in kardeşini görmeye gidiyoruz. kaportacıya girdiğimizde, önünde bir kamyon, bir de araba park etmiş olan dükkânın çırağı ahmed mirayşi’yi içeride bir köşede aletleri temizlerken görüyoruz. ağabeyi bizi ahmed ve ustası ile tanıştırıyor.

ağabeyinin az önce 16 yaşında dediği ahmed bize18 yaşında olduğunu söylüyor. türkiye’ye gelmeden önce de çalışıyormuş. ailesi kalabalık. savaş nedeniyle iyice yoksullaşmışlar. “halep’te sanayi çok gelişkindi. biz okula bile gitsek küçük yaştan çalışırız. ben aslında şaseciyim. babamla küçük bir dükkân açmıştık. borç, harç ama başkasının yanında çalışmaktan iyiydi” diyor. 

kaportacıda çalışmaya başlayalı dört ay olmuş. işini konuşurken ustası araya giriyor ve ahmed’den şikâyet ediyor. “sabah 07.00’de burada olması gerekirken, sabah 08.30'da ancak işe gelebiliyor.” ahmed türkçe konuşan ustasının ne dediğini anlamıyor, yüzüme bakıyor. arapçaya çeviriyorum şikâyeti. utangaç gülüyor, çürük ön dişleri görünüyor, beyaz yüzü kızarıyor. “suriye’de bizim kendi işimizdi. sabah 09.00’da işbaşı yapardık. bazen daha da geç giderdim” diyor.

 

 

hiç konuşmadan geçen gün

bütün gün dükkânda nasıl anlaştıklarını soruyorum. o türkçe bilmiyor, ustaları arapça. “bütün gün susuyorum” diyor. “ahraz gibiyim, işaretle anlaşıyoruz. mecbur değilsek konuşmuyoruz. bir, iki kelime de türkçe öğrendim. idare ediyorum.” 

ahmed haftada 100 lira kazanıyor. ustası ondan şikâyet etse de ustasının iyi bir adam olduğunu, ona iş öğrettiğini, yol parası ve öğle yemeği verdiğini söylüyor. bir yandan tamir ettikleri kamyon tamponunu zımparalarken çıkan tozdan kaşında ve saçında biriken beyaz tozları çırpıyor. onlar zımpara yaparken dükkânı dolduran bembeyaz boya tozu gün ışığında tabaka gibi yükseliyor. soluyacak hava kalmamış gibi hissediyorum ben ama onlar maskesiz çalıştıkları halde durumu yadırgamıyor.

o gün iş yavaş, ustası bizim de hatırımıza ahmed’i akşam saat 19.00 gibi bırakıyor. “ağabeyine söyle, gelsin de bugün erken çıkın” diyor. ahmad anlamıyor, yüzüme bakıyor. arapçaya çeviriyorum. o da ağabeyine haber vermeye gidiyor. ahmed ve muhammed akşamları eve beraber gidiyor. iş gecikirse, ustaları bazen arabayla bırakıyor. diğer zamanlarda, antep çarşısı yakınlarındaki evlerine otobüsle gidiyorlar. 

akşam karanlığında onlar eve dönmek üzere yola koyuluyor, biz de arkalarından.

evde bizi anne ve babası karşılıyor. altı kardeşler, ahmed en küçükleri. aile aslen azazlı ama uzun zamandır halep’te yaşıyorlar. 

Türkiye'deki Suriyeliler ve çocuk işçiler

  • türkiye'deki suriyeli sayısı 900 bini aştı. (afad nisan 2014)
  • 220 bin civarında suriyeli kamplarda yaşıyor. (afad)
  • türkiye’deki suriyeli sığınmacı nüfusunun en az yüzde 50’si 0-18 yaş aralığında. (unicef türkiye)
  • 0-18 yaş aralığındaki suriyelilerin en az üçte birinin okul çağında. (unicef türkiye)
  • suriyeli çocuk işçilerle ilgili istatistik çalışması yok.
  • türkiye'de 6-17 yaş grubundaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bini çalışıyor.(tüik 2012)
  • çalışan çocukların yüzde 50,17’si okula gidemiyor. (tüik 2012)

anneye ayrıca ihtimam gösterildiğini fark edince, hasta olup olmadığını soruyorum. araya girip, “biz türkiye’ye annem için geldik aslında” diyor. bir süre önce anne hasna mahmud doktordan dönerken yakınına tank bombası düşünce ağır yaralanmış. önce halep’te bir hastanede tedavi görüyormuş, ancak anlattıklarına göre hastane muhalifler tarafından bombalanarak yerle bir olunca, baba ahmed ve muhammad’e “gidin bize türkiye’de kalacak yer, kendinize de iş bulun” demiş. yaklaşık sekiz ay önce gaziantep’e gelmişler.

ahmed ev bulmakta zorlandıklarını ama önceden gelen bir akrabanın yardımıyla bu eve yerleştiklerini anlatıyor. eve her ay 450 tl kira ödüyorlar. iki kardeşin maaşı kira ve masrafları karşılamaya yetmiyor. baba uzun süre iş aramış ama yaşlı olduğu için bulamamış.

ahmed'in en büyük sıkıntısı çok erken kalkmak ve konuşacak, arkadaşlık edecek kimsesinin olmaması. 

“suriye’yi yeniden inşa etmek yüz yıl alır” diyor. geri dönebileceklerinden umutsuz. o yüzden burada önce türkçe öğrenmek gerektiğini düşünüyor. “o da zamanla olacak, mecbur” diyor.

akşam yemeği hazırlanıyor, sofranın etrafında toplanıyoruz yerde. sofradan şükürlerle kalkıyoruz, ahmad sessizce köşeye uzaklaşıyor. bilgisayarı açıyor. çok da uzun sürmüyor, yemeğin üzerine günün yorgunluğu da çökünce, ahmad ve ağabeyinin gözler kapanıyor. izin istiyoruz, toparlanıp çıkıyoruz. kapıya kadar arkamızdan geliyor, nezaketle uğurluyor bizi apartman kapısından. “inşallah suriye’ye döneriz de selametle, orada gelin bizi ziyarete, biz de sizi daha iyi ağırlayalım diyor.” veda ederken “inşallah” diyebiliyoruz sadece.

 

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;