Türkiye
"Susurluk’ta yargı çeteye teslim oldu"
20 yıl önce bugün Türkiye, bir trafik kazasının ardından devlet görevlileri ile suçlular arasındaki ilişki ağına tanık oldu. Devletin müfettişlerinin hazırladığı raporlarda, "çete" olarak nitelenen oluşumlar, "Susurluk skandalı" adı altında karşılık buldu. O dönem, skandalı yakından takip eden gazetecilerden Avni Özgürel’e göre, "Susurluk’ta yargı çeteye teslim oldu".

3 kasım 1996 günü akşam saatlerinde, bursa-balıkesir karayolunun susurluk ilçesi sınırlarındaki çatalceviz mevkii’nde meydana gelen ölümlü trafik kazası, türkiye tarihinin en önemli skandallarından birini ortaya çıkardı. olaya, ‘’susurluk skandalı’’ adı verilmesinin nedeni, yan yana bulunmaması gereken kişilerin bir arada, aynı araçta bulunması, üzerlerinden ve otomobilden çıkanlardı. kaza yapan arabada, dönemin iktidar partisi olan dyp’nin şanlıurfa milletvekili sedat edip bucak, istanbul polis okulu müdürü hüseyin kocadağ, mehmet özbay sahte kimliği taşıyan ve aranan bir suçlu olan abdullah çatlı ile gonca us adlı bir kadın bulunuyordu.
kazadan sadece sedat edip bucak sağ olarak kurtuldu. 1980 öncesi ülkücü gençlik derneği yöneticilerinden olan abdullah çatlı, 12 eylül öncesi bazı cinayetlerden dolayı aranıyordu. 1980 askeri darbesi ardından yurtdışına çıkan çatlı, fransa ve isviçre’de, uyuşturucu bulundurmak suçlarından hüküm giymişti. 1990’da isviçre’de cezaevinden kaçmıştı. kaza yapan araçta bir milletvekilinin ve polis şefinin aranan bir suçlu ile beraber bulunması, olayın ‘’susurluk skandalı’’ olarak adlandırılmasına neden oldu. abdullah çatlı’nın üzerinden, dönemin içişleri bakanı mehmet ağar imzalı ‘’silah taşıma belgesi’’nin çıkması skandalın boyutlarını büyütttü. çatlı’nın ilişkileri mercek altına alındı, yeşil pasaporta sahip olduğu ortaya çıktı. susurluk skandalı’nın büyüyen boyutları, devlet görevlileri ve suçlular arasında yakın ilişkiler olduğunu, ‘’terörle mücadele’’ adı altında yapılan bu işbirliğinin, daha sonra iş adamlarından haraç almaya, hatta işadamlarını öldürmeye kadar gittiğini ortaya çıkardı. skandal konusunda en kapsamlı raporu dönemin başbakanlık teftiş kurulu başkanı kutlu savaş hazırladı. savaş, olay ve kurum bazında hazırladığı raporda değerlendirme kısımlarında şu ifadeleri kullandı:
‘’susurluk, ankara'daki tercihlerden kaynaklanmış, ohal bölgesinde gelişmiş ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay, kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiştir. neticede çok yönlü ve derinliğine bir ilişkiler yumağı oluşmuş, devlet kurumları ve yöneticiler bilerek bilmeyerek devrede olmuşlardır.’’
kutlu savaş, raporunda, öldürülen işadamlarından ömer lütfü topal hakkında, 'abd tipi mafya örgütlenmesi kurduğu tespitinde' bulunarak, ikinci tür bir çete tanımı da yapıyordu:
"konumuz açısından üzerinde durulan ikinci ve birincisinden çok daha etkili çete faaliyeti, bizatihi devlet gücünün ve yetkisinin bu amaçla kullanımı ve organize oluşudur."
yeni birlik gazetesi sahibi gazeteci avni özgürel, susurluk skandalı’nı yakından izleyen gazeteciler arasındaydı. susurluk skandalı’nın ortaya çıktığı dönemde ‘’devlet çetesi’’ manşeti atmaktan imtina etmeyen radikal gazetesi’nin haber araştırma müdürü olan özgürel ile 20 yıl sonra susurluk skandalı’nı konuştuk. özgürel’e göre susurluk skandalı döneminde yargı görevini yapmadı. özgürel tespitini sert bir ifade ile şöyle dile getirdi: ‘’susurluk’ta yargı, çeteye teslim oldu.’’

'devlet öğreniyor ama yavaş öğreniyor'
3 kasım 1996’dan bu yana 20 yıl geçti. 20 yıl önce bugün meydana gelen kaza sonrasındaki gelişmeler, devletin, kanun dışı işler yapmak için kanun dışı kişilerle işbirliği yaptığını ortaya çıkarmıştı. sizce devlet bu skandaldan gerekli dersi çıkardı mı?
susurluk üzerinden 20 yıl geçti. ondan 11 sene sonra hrant dink cinayeti işlendi. devlet öğreniyor ama yavaş öğreniyor. deneye yanıla öğreniyor, her seferinde eli yanıyor. her seferinde bir takım skandal düzeyinde fotoğraflar, belgeler ortaya çıkıyor. cumhuriyet gazetesi’ne bomba atılmasına, danıştay saldırısına bakıldığı zaman belli çevreler tetikçi kullanma alışkanlığı büsbütün terketmiş değil. tabii azaldığını söylemeliyim. susurluk öncesi türkiye bir kangren tablosuydu. bugünkü tabloda yer yer sancılar gözükmekle birlikte, susurluk öncesi tablodan söz edemeyiz. devletin güvenlik birimleri bence epey ders aldılar. son derece demokrat eğilimlerle, düşüncelerle hareket eden emniyet mensupları oluştu, doktora yapmış emniyetçiler çıkıyor. hiçbir şey öğrenemeyen kurum ise yargı. türkiye’de bizim yargı sistemimizin bugüne kadar çözebildiği büyük bir olay yoktur. ben 44 yıllık bir gazeteciyim, türkiye’yi sarsan büyük bir olayın yargı tarafından çözüldüğünü hatırlamıyorum. madımak, 1 mayıs 1977, abdi ipekçi ve uğur mumcu cinayetleri ilk aklıma gelenler. bunların hiçbiri yargı tarafından çözülmüş değil.
buradan ne anlamalıyız? yargı siyasetten mi korkuyor? yoksa devleti koruma refleksi ile mi hareket ediyor?
yargıda o çarkı kullanan, o çarkı manipule eden insanlar lehine kararlar çıkar. ben türkiye adaletinin sonuçlandırdığı bir dava hatırlamıyorum. balyoz, ergenekon davalarına bakın, en sonunda bizim yargı bu işin içinden çıkamadı diye hepsini serbest bıraktık. "o davalardan dolayı tutuklanmış, gözaltına alınmış kişilerin hepsi masumdu" diye ne kadar rahatlıkla söyleyebiliriz.
burada yargının bir kapasite sorunu mu var?
hayır, manipülasyonu var.
kimler yapıyor bunu?
devletin içinde bir takım kompartımanlar var. fetö bu kompartımanlardan küçük bir tanesiydi, devasa bir katar haline geldi. ben bugünkü darbe soruşturmalarından da endişe ediyorum. geçmişte yargıdan bu tür soruşturmalarda gerçeğin ortaya çıkmadığını gördüğüm için endişeliyim. geçmişteki 9 mart, 12 mart darbe girişimleri soruşturulabildi mi? bunları soruşturamayan yargı erki bizi buralara getirdi.

'susurluk yargılamalarından hiçbir şey çıkmadı'
susurluk sonrası açılan davalarda –özel harekât polislerini hariç tutarsak- devlette etkin görevlerde bulunmuş isimler olarak mehmet ağar ve korkut eken dışında yargılanan isim olmadı. onların da kısa süreli cezaevi hayatları oldu. sizce susurluk yargılamalarından sonuç alındı mı?
hayır, hiçbir şey çıkmadı. susurluk döneminde kamuoyunda bir beklenti, bir talep vardı. sonra kamuoyunda bu talep de kayboldu. türkiye kamuoyu bir kabarıp, sonra o duyarlılığını kaybeden bir topluluk. medya ne kadar takipçisi oldu ki bu olayların?
susurluk sürecinde basın olayın üzerine epey gitmişti, iyi bir performans göstermişti ama, değil mi?
ne oldu o performansı gösteren gazeteler? basın dediğiniz bir medcezir hadisesi değildir. watergate’i ortaya çıkaran washington post'tu. o gazete bugün de aynı ilkelere sahip bir gazete. washington post hâlâ aynı gazete, aynı duyarlılıklarla aynı çizgide devam ediyor.
"susurluk’ta, yargı çeteye teslim oldu"
susurluk sürecinde bilgi de üretildi. mit, rapor hazırladı. dönemin başbakanlık teftiş kurulu başkanı kutlu savaş’ın raporu ciddi bilgiler içeriyordu. yargı için epeyce veri de vardı. bu yargı için bir çıkış da olabilir miydi?
tabii olabilirdi. bu bir fırsattı. bu fırsat, her zaman da ele geçmez. elinize geldi, yaptınız yaptınız. yapmadığınız takdirde mesele kartopu gibi büyüyerek, olumsuzluk tablosu olarak önünüze geliyor. özetle, susurluk’ta yargı çeteye teslim oldu. aslında devlet içinden veri de çıktı. eğer çark, meseleyi çözme iradesi görürse akış devam ederdi. bakın, dink cinayetinde, çözüm yönünde bir irade ortaya çıktı, bilgi gelmeye başladı. kişiler belirlendi, şimdi hikâyenin ilişki ağının ortaya çıkması bekleniyor.

'jandarma nezaretinde uyuşturucu nakliyatının yapıldığı bir dönemden bahsediyoruz'
susurluk skandalı tartışmalarında, ‘’askere uzandıkça üstü örtüldü’’ diye bir değerlendirme var. bu değerlendirmeye katılır mısınız?
bir oranda doğru, katılırım. iş sadece poliste kalsaydı daha derine gidilirdi. şimdi şöyle bakmak lâzım. şu anda tsk ile jandarma ayrıldı. jandarma doğrudan doğruya içişleri bakanlığı'na bağlandı. burada önemli olan şu: türkiye arazisinin yüzde 90’ı jandarma bölgesidir. bu, "buraları asker kontrol ediyordu" demektir. buraya değdiğiniz anda işin rengi değişiyor. bu durum şimdi giderek gerileyecek, gerilerse tabii. susurluk, asker ile polisin iç içe geçmişliğinin bir ifadesidir aynı zamanda. susurluk derken, türkiye’de jandarma nezaretinde uyuşturucu nakliyatının yapıldığı bir dönemden bahsediyoruz. yeşil dediğiniz adam asker, sivil, polis, mit. biraz ondan, biraz bundan. böylesi tiplerin sahneye çıktığı dönemdi susurluk. iş adamlarının bunlara teslim oldukları dönemden bahsediyoruz. türk ticaret bankası ihalesinde yaşananları hatırlayın. o dönemde, medyadaki el değiştirmelere baktığınızda bir maskeli balo görüyorsunuz.
artık bunlar bitti diyebiliyor muyuz?
hayır, bunlar bitmiş değil. biz bir inşa süreci yaşamalıyız. burada temel mesele, "başkanlık mı, parlamenter sistem mi?" meselesi değil. ben, başka bir inşa sürecini kastediyorum. bu sistem tartışmasının inşa süreci ile alâkası yok. bir tek ölçü vardır, o da adalet, yani yargı. bugün türkiye’de iş yapan yabancı şirketler eğer sözleşmelere, ‘’isviçre mahkemeleri, alman mahkemeleri yetkilidir’’ diye yazıyorlarsa, bu zaten bizim bu meselede çok yaya kaldığımızın ifadesidir. türkiye, yargının taşlarını yerine oturtacak bir mekanizma bulamazsa işi zor. önümüzdeki fetö soruşturmaları bir ölçü olabilir. toplum bu yargılamaların, hakkaniyet ölçüleriyle, siyasi baskıdan, telkinden uzak, tamamen adalet ve yargı ölçüleriyle yapıldığına kanaat getirirse yol alabiliriz. bu yargılamalar, yargı için büyük bir sınavdır; türkiye için temel olabilir. tabii, işaretler henüz o noktada olmadığımızı düşündürtüyor. türkiye’de yargıtay üyesi olmaya çalışan bir hâkim sistemi var. adalet bakanı, hsyk başkanı olarak sistemin içinde. burada herkes birbirine bağlı. ingiltere’de, amerika’da adam veya kadın, hâkim oluyor, neredeyse ölene kadar orada oturuyor, kimseye eyvallahı olmuyor. bizde maalesef böyle olmuyor. sistemin, en baştan yeniden tanzimi gerekiyor.
muhabirimize ulaşmak için: <irfan.bozan@aljazeera.net>
muhabirimizi twitterdan takip etmek için: https://twitter.com/irfanbozan70
Yorumlar