Blog
Irak'ta sıradan bir gün
Okula gönderdiğiniz çocuğunuz akşam eve sağ salim dönebilirse çok şanslısınız ya da işinize, okulunuza giderken öldürülmediyseniz. Bağdat'ta bunların olmaması istisna. Ölüm ve şiddet 2003’ten beri hayatın parçası. Ben 14 yaşındaki kızını yalnız büyüten bir anneyim, bir kadınım, bir yazarım, bir Iraklıyım. Bu benim ülkem.

![]() ![]() ![]() |
iki haftadır fakültedeki son sınıf öğrencileri mezuniyet törenlerini erteliyor. iki haftadır annem ve kızım dima'ya arka arkaya birkaç gün karalar giymemin sebebini anlatmakta akla karayı seçiyorum. siyah ceket, bluz ve eteğin üstüne renkli şal alarak durumu fark etmemelerini sağlamaya çalışıyorum.
olan biteni ve günlük yaşantımda karşılaştığım pek çok şeyi onlardan gizlemeyi tercih ettim. zaten yeterince acıları var. dima'nın arkadaşlarının her birinin bambaşka hikâyeleri var. kısa da olsa servisle gitmek zorunda olduğu bir okul yolu var ve bu yol tehlikelerle dolu. anneminse irak'la ilgili havadisleri dinlediği haber saati ve yaşadığımız yerdeki seyyar bakkal arabasının yanında komşu kadınlarla yaptığı sohbetler var.
kızımı youtube'dan şarkılar dinlerken veya okuldaki arkadaşlarıyla, bağdat’taki ya da başka şehirlerdeki akrabalarımızla internetten iletişim kurarken gördüğümde seviniyorum. annem dublajlı türk dizilerini, çevre ya da seyahatle ilgili belgeselleri veya yemek programlarını izlediğinde rahatlıyorum. televizyon ve internet tek çıkış yolu.
bunlar ihtiyaç duyduğumuz doğal hayata bir alternatif sağlıyor. ayrıca anayolların çoğunun kesilmesi, kontrol noktaları, yoğun trafik ve bağdat’ta günlük yaşamının bir parçası haline gelen şiddet sebebiyle görüşemediğimiz dost ve akrabalarla da iletişimi kolaylaştırıyor.
annem en yakın arkadaşının sekiz yıldır hayatta olmadığını bilmiyor. yaşlı kadın torunu kaçırılınca beyin kanaması geçirip vefat etmişti. oysa ölümünden kısa bir süre sonra, evlerini bir başka şehre taşıma sözü vermeleri, satılabilecek her şeylerini satmaları ve eş dosttan toplanan 30 bin doların fidyecilere ödenmesiyle çocuk geri alındı. çocuk eve döndü ancak bu kez her zaman olduğu gibi ninesi karşılamadı onu. haberi annemden gizledik, en yakın dostuyla ailesinin, olaylar sonrasında ürdün'e taşındığına ikna ettik.
doğal bir anne olmaya çalışmak

ebu nizar okula ve öğrencilerin evlerine arka yollardan nasıl gideceğini iyi biliyor. bu arka yollar nadiren açık oluyor, hatta bazen hiç açık olmayabiliyor. böyle durumlarda tek bir yolla yetinmek zorunda kalıyor. ebu nizar her sabah feyruz’un şarkılarını yayınlayan radyoyu açıyor. okulların dağıldığı yoğun çıkış saatlerinde çocuklarımızı hemen servis aracına alabilmek, okul önleri gibi pek çok yerde pusuya yatan çocuk kaçırma çetelerinin şansını azaltmak için okulun dağılmasından yarım saat önce okulun kapısında oluyor.
kızım ilkokulda altı yıl okudu. bu sürede okul kapısının önünden iki kız öğrenci kaçırıldı. bu, bugüne kadar hiç peşimizi bırakmayan bir korku ve endişeye sebep oldu. annelerden biri uyurgezer gibi akşama kadar bölgede dolaşıyor, kapıları çalarak, "ikinci sınıftaki kızımı gördünüz mü?" diye soruyordu. annesi ve yaşlı dedesi dışında kimsesi olmayan çocuğun fidyesi, çevredekilerin topladıkları parayla ödendi. küçük kız böylece annesine kavuşabildi.
daha az endişeli bir yaşam için
2006 yılını 2007’ye bağlayan günlerde, iraklı kadınların o dönem yaşadıklarını anlatmak, tanıklıklarını ortaya koymak üzere 'open shutters iraq’ (açık objektifler irak) adlı bir fotoğraf projesi başlatmıştık. irak’ın farklı şehirlerinden 15 kadınla şam’da üç hafta beraber kalmış, hikâyelerini paylaşmış ve onlara fotoğraf eğitimi vermiştik. işte o evde bizimle kalan genç kadın gazeteci serva'nın 2009’da, sokak ortasında annesinin gözleri önünde silahlı kişilerce öldürüldüğünü ne annem bilir, ne de kızım. onlara daha az endişeli ve acılı bir yaşam fırsatı sağlayabilmek ümidiyle çoğu şeyi kızım ve annemden gizliyorum. annem ve kızım trafiğin eve geç dönmeme sebep olduğunu bilir ancak son 10 günde abdullah ve muhammed'i kaybettiğimi bilmezler.
abdullah son sınıfta öğrencimdi. ölümünden birkaç saat önce kendisiyle konuşmuştum. felluce'de oturuyordu. hem abdullah hem de felluce ve ramadi'den bazı arkadaşları o bölgede durum iyice kötüleştiği için ilk sınava gelememişti. bağdat'a döndüklerinde sınav olmaları için bir tarih belirlemiştim. abdullah sınavla ilgili bilgi almak için beni tam fakülteden ayrılırken koridorda yakalamıştı. ona herkesin ertesi günkü sınava gelip gelemeyeceğini sordum, o da “diğerleriyle ilgili kesin bir şey söyleyemem ama ben yarınki sınava kesin geliyorum.” dedi. fakat abdullah ne ertesi gün, ne de daha sonra okula gelebildi.
hep tebessüm eden, tuhaf bir utangaçlıkla sorulara cevap veren yakın dost bir daha da gelemeyecek. onu geri getiremem. tıpkı babasının vefatından ve ağabeyinin el kaide tarafından öldürülmesinden sonra baktığı yatalak annesi ve iki küçük kardeşi gibi…
okulda en son konuştuğumuz gün öğleden sonra tatildi. abdullah hem hasta annesini görmek hem de mezuniyet fotoğrafı için giyeceği kıyafeti almak üzere bağdat'tan felluce'ye gitmişti. abdullah annesini göremedi, mezuniyet fotoğrafını çektiremedi. çünkü yolda bir keskin nişancı, otobüsün şoförünü öldürerek içindeki gençlerle birlikte araca takla attırmak istemişti. nişancının mermisi şoförün tam arkasında oturan abdullah'a isabet etti.
kanı hafife alan kültür
öğrenciler mezuniyet fotoğrafı çekimini ve kutlamayı erteledi. kutlama yerine abdullah için fakültede anma töreni düzenledik. abdullah'ın ölümünün üzerinden daha 10 gün geçmemişti ki gazeteci arkadaşımız dr. muhammed bedivi işine giderken, cadiriye bölgesindeki cumhurbaşkanlığı muhafız alayı’nda görevli bir asker tarafından aramızdan alındı. şu an bile muhammed'in bu şekilde öldürülmesini aklım almıyor. zira ölümü bomba yüklü bir aracın patlaması, susturucu bir silahtan çıkan mermi, irak şam islam devleti (işid), el kaide’nin saldırısı sonucu ya da insanları fidye için kaçıran bir çetenin üyelerince gerçekleştirilmedi. trajik olan, muhammed'i herhangi bir cezai yaptırıma tabi olmayacağı bilinciyle kanı hafife alan bir anlayışın öldürmesiydi.
arkadaşlarım, öğrencilerim, akrabalarım tanıdığım hemen herkes aynı şeyi hissediyor: idam kararı çıkmış, infaz edilmeyi bekleyen ve son saatlerini geçiren bir mahkûm gibi yaşıyoruz. bu yüzden muhammed'in ölümü çok üzücüydü.
muhafız alayı’ndaki subayın muhammed'le girdiği öfke dolu sözlü tartışmadan sonra işlediği cinayet, irak devletindeki zalim yönetimin yansıması; en üst tabakasından en alttaki memura kadar bu böyle.
var olan sistem, sizi kendi nüfuz alanı içinde her an hakir görüyor ve aşağılıyor. bu zalim iktidarı caydıracak hiçbir güç de yok. subay, silahına uzanırken, muhammed gibi savunmasız birinin karşılaştığı aşağılamaya nasıl böyle meydan okuduğuna inanamıyordu. subay, muhammed’in başına kurşunu sıkıp onu sokak ortasında öldürdüğü an onun için olay orada bitti. öncesini, sonrasını hiç düşünmedi.
muhammed'in yakınları katil teslim edilene kadar cansız bedeninin yerden kaldırılmasına karşı çıktı. katil kürt olduğu için, konu merkezi yönetim ile kürdistan bölgesi arasında çatışmalara dönüşebilir endişesiyle, iktidardaki partilerden müdahaleler oldu. cumhuriyet muhafızlığı binasına sığınan katil getirilene kadar muhammed, kanı asfaltı boyamış vaziyette dört saatten uzun süre yerde kaldı. ancak bu, dostum muhammed'i eşine ve kızına geri getirmediği gibi sebepli sebepsiz herhangi bir tartışmada insanların hayatının ve saygınlıklarının çiğnenmesinin önüne geçmedi.
irak’ın 2003’te amerika tarafından işgal edilmesinden sonra bu topraklarda biri öldürüldüğünde, bu kişi ‘ya amerikan uşağı olduğu ya da amerikan işgaline karşı koyduğu için öldürülmüştür’ algısı yerleşti. ölen kişinin mazisi ve kariyeri hakkında soru işaretleri oluşmaya başladı. bölge ülkelerinin de, irak'ta destekledikleri gruplar ve siyasi partiler kanalıyla çekişmeye dâhil olması, kartları yeniden kardı.
bunun sonucunda, ustaca tasarlanan bomba yüklü araçlarla katliamlar yapıldı. işçilerin toplandığı mekânlar, fakir insanların uğradığı halk lokantaları ve pazarlar, otoparklar, ibadethaneler ve resmi kurumlar hedefteydi. tabii bir de kurbanın ve celladın mezhepçi kimliklerini öne çıkaran organize kaçırmalar ve işkenceler!
çocukların üçte biri okula gitmiyor
kızım dima gelecek ekim ayında 14 yaşını bitirecek. feyruz'un sesi hâlâ ebu nizar'ın kornasından önce geliyor. ancak ben evin duvarları dışında kızımı bensiz; ninesi, halası veya babası yanında olmadan düşünemiyorum. tıpkı bu ülkedeki çocuklarımızın üçte birinin okula gidemediğini kabullenemediğim gibi.
bir yere giderken bazen toplu taşıma araçlarına biniyorum. her gün kadın, erkek, farklı yaşlarda, farklı meslek ve eğitimde pek çok insanla karşılaşıyorum. araç bir anda mini bir parlamentoya dönüyor adeta. şoför veya herhangi bir yolcu sokaktaki bir şey hakkında yorum yapıyor veya kontrol noktalarından şikâyet ederken, bir işe yaramadıklarını, söylüyor; bazen de radyodaki bir haber birini kışkırtıyor. iki kişi arasındaki konuşma ansızın herkesin davetsizce katıldığı toplu bir konuşmaya dönüşüyor. artık herkes konuşanın ağzından çıkan ilk yorumdan sonra bu kişinin milliyetçi mi, dinci mi veya hangi partiden olduğunu tahmin etme deneyimine sahip.
ancak bu konuşmalarda, çocuklarını ve eşlerini kaybetmiş annelerin ve eşlerin hikâyeleri ya da sosyal işler ve çalışma bakanlığı’na göre yüzde 23'e varan işsizliğin gölgesinde, ailelerin geçici olarak belirlenen maaşı almak için resmi dairelerde yaşadıkları sıkıntıların pek yeri olmuyor. bakanlık yaşlılık, engelleri ve ya yetim olmaları sebebiyle çalışamayan insanlara yaptığı basit yardımları organize etmekte başarısız.
birleşmiş milletler çocuklara yardım fonu’nun (unicef) tahminlerine göre, irak’ta yetimlerin sayısı 5 milyon 700 bine varıyor. bu destek enflasyon, gıda ve hizmet fiyatlarının artışıyla karşılaştırıldığında önemsiz görülüyor. 2013 ağustos’unda tanıştığım arkadaşım ümmü ali, dul ve 18 yaşın altında dört çocuğu var. bu durumunu ispatlayan resmi belgeleri çıkarmaya çalışıyor. günler önce bana 1 mayıs’ta, kendisinin ve çocuklarının aylık 140 dolara denk gelen maaşını çekmek için bir kart alacağını söylemişti. fakat bu para, tenekeden yapılmış derme çatma gecekondu evinden çıkıp, küçük bir ev kiralaması için yeterli değil.
ümmü ali’nin dört çocuğundan biri de 15 yaşındaki fatıma. ümmü, kızının eğitimini tamamlayabilmesi için evlenmesine onay verme düşüncesini zihninden uzak tutmaya çalışıyor. ama evin ve okulun ihtiyaçlarını karşılayamıyor. bu zor şartlar da fatıma’nın ortaokul üçüncü sınıfı bitirdiğinde evlenmesi fikrinin ümmü’nün aklından silinip atılmasına engel oluyor. arkadaşıma fatıma'nın eğitimine destek vermeye hazır olduğumu söylediğimde, bana “irada artık yoruldum. daha fazlasını kaldıramıyorum.” dedi.
ümmü ali'den duyduklarım şaşırtıcı değil. ben bunu her gün yıllardır tanıdığım ya da tanımadığım pek çok insanın yüzünde görüyorum, sesinde hissediyorum. ancak kızımın bana “anne seni ne üzdü?” diye sorması, bir an durup bu yaptığımın ne faydası olduğunu düşünmeme sebep oluyor.
dokuz yaşındaki kızınızı evlendirir misiniz?
kızım geçenlerde bana arkadaşlarından birinin facebook hesabına koyduğu bir fotoğrafı gösterdi. fotoğrafta 8 mart’ta bağdat'taki kehramane meydanı'nda pek çok kadın ve erkekle birlikte görülüyorum. başbakan nuri el maliki’ye yakınlığıyla bilinen fazilet partisi’ne bağlı adalet bakanı’nın bakanlar kurulu’na sunduğu dokuz yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesini öngören yasa tasarısını eleştiren dövizler taşıyorduk. tasarının başka maddeleri de hem kadınları aşağılıyordu hem de adil değildi. arkadaşlarla birlikte insanlara yasayı eleştiren broşürler dağıtıyor, askeri araçlarıyla hızla yanımıza gelen kıdemli subayı, “biz hükümete karşı gösteri yapmıyoruz.” diyerek burada biraz daha durmamıza müsaade etmesi için ikna etmeye çalışıyorduk. kıdemli subayın da bir baba olduğunu anlayınca, küçük kızının evlendirilmesine onay verip vermeyeceğini sordum. böyle bir fikri hayal etmekten dahi rahatsız oldu ve yüksek bir sesle bana yanıt verdi: “kızım üniversiteyi bitirdi ama sadece evlenmiş olsun diye onu evlendirmeyi hiç düşünmüyorum!” orada bir saatten fazla kalmayacağımıza dair söz verince izni de aldık. ertesi gün yasa tasarısını sunan bakanın mezhebinden bir din adamı yasa tasarısını eleştirip gösteri yapan kadınları sapkınlıkla suçladı.
bana ve benim gibi kadınlara karşı olan din adamının sözlerini düşünürken, kendi dünyamdan uzaklaştırmaya çalıştığım kızımın sesi kulaklarımda çınlıyordu. üniversite öğrencilerine kadın çorabı ve kokulu mendil satmak için üniversite kapısının karşısındaki kaldırımda yere serilmiş, siyah giyimli, yaşlıca kadınların yanından geçerken, küçük kızlar da trafik ışıklarında sakız satıyordu.
o küçük kıza baktım ve duyacağı bir ses tonuyla “evet, yoruldum ancak umut bir seçenek değil, ayakta kalabilmek için bir zorunluluk.” dedim.
irada el cuburi, yazar, bağdat üniversitesi medya koleji’nde akademisyen, eski gazeteci, araştırmacı, kadın hakları savunucusu, aktivist.
Yorumlar