Blog
‘Otuz yıl nedir ki?’
İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih bölümlerinin ortak düzenlediği ‘Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı sosyal yapısının sonu’ konferansı, yalnızca geçmişe değil bugüne ve geleceğe de ışık tutuyor.

bazen kendi kendime bazen dostlarımı da katarak oynadığım bir tarih oyunu var; o dönemde yaşasaydım, ne yapardım? mesela ikinci dünya savaşı sırasında avrupa’da yaşasaydım ne yapardım ya da 1915-1923 yıllarında istanbul’da yaşayan bir gazeteci olsaydım ne yazardım? bu oyunu oynarken mümkün olduğu kadar o yılların bugüne yansımalarını unutmaya çalışırım ama oyunu daha zevkli hale getirmenin tek yolu tarihi detayları bilmek.
istanbul medeniyet üniversitesi ve istanbul şehir üniversitesi'nin bu hafta düzenlediği ‘birinci dünya savaşı ve osmanlı sosyal yapısının sonu’ konulu konferans tam da bu detaylar üzerineydi.
eğlenceli detaylar, tabii yakalayabilirseniz...
dünyadan ve türkiye’den tarihçiler o dönemin bilinmeyen yönlerini anlattılar. hepimiz ittihat ve terakki cemiyeti’nin o dönemde yaptıklarını genel olarak biliyoruz ama aynı yıllarda taşrada, örneğin kastamonu’da ne yapıldığı konusunda bilgi sahibi değiliz. bu konuyu da sakarya üniversitesi'nden serhat aslaner o dönemdeki yerel gazetelerin yazdıklarından yola çıkarak anlattı.
çok uzun yıllar sonra, başka bir konferansta, belki de benim yazdığım bir haberin alıntılanması düşüncesi doğrusu bir yandan eğlenceli ama bir yandan da tedirgin edici. umarım kimseye, “öff amma da körmüş” dedirtmem. üstelik artık internet var, öyle uzun uzun arşivlerde vakit geçirmeye de gerek yok!
birinci dünya savaşı sırasında kars ve batum bölgesinde yaşananlar, irak şiilerinin tavrı, lübnan marunileri, ermeniler ve tabii ki o dönemde suriye valiliği yapan cemal paşa’nın marifetleri de konferans konuları arasındaydı.
doğrusu konferansın bazı yerlerini de kaçırdım. kaçırdığımı da, birbirlerini genelde onaylama anlamında başlarını sallayarak dinleyen tarihçilerin bazen tebliğlerden sonra ateşli tartışmalara girmelerinden ya da bir sunuş sırasında, ‘umarım size şok edeci gelmez ama...” diye başlayan cümlelerden anladım. ne de olsa tarihçiler bu anda yaşıyor ama biz fanilerden farklı bir zaman ve mekân algısıyla.
‘birinci dünya savaşı yeniden başladı’
konferansın düzenleyicisi medeniyet üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi talha çiçek çay arasında yaptığımız sohbette “birinci dünya savaşı bitmişti ama şimdi yeniden başladı” dedi.
kitap olarak da basılan doktora tezi ‘savaş ve devlet inşası: birinci dünya savaşı’nda cemal paşa’nın suriye valiliği’ olan çiçek şöyle açıkladı bu durumu:
“birinci dünya savaşı sırasında çizilen sınırlar, toplumların etnik, kültürel yapılarıyla uyumlu değildi. meydan okumalarla karşı karşıya kaldığında ulus devletlerin ne kadar zayıf temeller üzerine kurulu olduğunu gördük. birinci dünya savaşı sonrası dönemle karşılaştırıldığında şimdi daha kaotik bir durum var. çünkü birinci dünya savaşı sırasında bölgenin kaderine yön verebilecek aktörler hâlâ vardı, oysa şimdi yok. bir arada yaşama kültürünü sağlayan imparatorluk kültürü de artık yok. üstelik birinci dünya savaşı sırasında bu kadar çok katliam da yaşanmamıştı.”
tarihçiden al gelecek haberlerini
çiçek, birinci dünya savaşı’nın etnik olarak neredeyse saflaştırma ortaya çıkardığını, şimdi mezhepsel ve etnik anlamda ne kadar ağır çatışmalar yaşanırsa yaşansın, toplumların tekrar birbirine karışmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor:
“ulus devletler çağı artık yok. küresel bir dünyada yaşıyoruz. twitter var, facebook var, buna benzer araçlar var. ister istemez etkileşim artıyor. yer değiştirmeler de yaşanıyor. bundan on sene sonra türkiye’de arapça bilen eleman sıkıntısı yaşamayacağız.”
yok mu bu uğursuz gecenin sabahı?
‘bu kadar acıdan sonra, bu kadar çatışmadan ve şu anda tanık olduğumuz bunca saflaşmadan sonra, gerçekten etkileşim yaşanır mı’ sorusuna, tarihçi soğukkanlılığıyla yanıt verdi çiçek:
“yok mu bu uğursuz geçen gecenin sabahı? hiç düzelmeyecek mi? şimdi çok kaotik bir zamanda yaşadığımız için bize öyle geliyor ama kaçınılmaz olarak bu bitecek ve düzen kurulduğunda bir arada yaşama kültürünün yeniden kurulduğu, birbiriyle çok daha fazla etkileşen bir bölge göreceğiz.”
fakat çiçek ihtiyatı da elden bırakmadı. sözünü ettiği yeniden bir arada yaşamanın gelecekte düzen kurulduktan sonra ortaya çıkacak aktörlerin tavrına bağlı olacağını vurguladı. ona göre, bu yeni aktörlerin kimlik inşasını neyin üzerine kuracakları önemli:
“tarihin iki yönü var, neyi unutacaksınız ve neyi hatırlayacaksınız? bu biraz da gelecekteki aktörlere bağlı. ders kitaplarında neyi okutturacaklar? neyin propagandasını yapacaklar? ama yine de küresel dünyada etkileşim üzerine kurulacağını düşünüyorum ben, hem otuz yıl bir tarihçi için çok kısa bir zaman.”
daha yakın gelecek iç açıcı değildir belki
başka bir tarihçi, hilmar kaiser daha yakın gelecek için karamsar. birinci dünya savaşı sırasında osmanlı tarihi üzerine uzman olan ve o dönemdeki ermeni toplumu tarihiyle ilgilenen alman bilim adamı, o yıllarda çizilen sınırların bugüne yönelik yansımaları olduğunu kabul ediyor ama o sınırların iyi kötü yetmiş yıl varlığını sürdürdüğünü de vurguluyor. ona göre, bugün bölgede yaşadıklarımız birinci dünya savaşı’nın bakiyesi olmaktan çok irak’ın işgalinin bir sonucu. fakat altını kalın kalın çizdiği başka bir gerçek de var:
“bu bildiğimiz ortadoğu’nun sonu. mesela artık ortadoğu’da ermeni toplumu kalmayabilir. suriye’den kaçan ermenilerin bir kısmı ermenistan’a gitti ama bir kısmı da türkiye’ye geldi. kamplardalar. ortadoğu’da ermeni toplumu kalmayabilir ama türkiye’de dikkate değer bir ermeni toplumu olabilir.. türkiye'de şimdi olduğundan daha avrupalı olacak bence, çünkü bölgede bölünmeler üzerine kurulmuş yapıların geleceği iktidar pazarlıklarıyla belirlenecek, ama türkiye gibi demokrasinin güçlü olduğu bir ülkede buna halk karar verecek.”
fakat bölgenin diğer ülkelerinin geleceği için kaiser çok karamsar:
“suriye’de esed diktatörlüğünün ömrü uzatılsa bile ki sanmıyorum, deklare edilmemiş ve uluslararası anlamda tanınmamış sınırlar içinde yaşayacak çeşitli gruplar. artık sivil yok ve suriye’de tam bir savaş var. suriye kürtleri, türkiye’nin desteği devam ettiği sürece ayakta kalabilir, çünkü görmemiz gerekir ki, kobani’de işid’e karşı kürtlerin başarısı türkiye’nin desteğiyle oldu.
kaiser’e, kitlesel göçlerin ve katliamların tarihini iyi bilen biri olarak, bugüne bakmanın nasıl bir his olduğunu da sordum. yanıtı kısa oldu: "korkutucu."
“cehennem gibi bir şey. beyrut’taydım buraya gelmeden önce. orası da her an patlayabilir. gerçekten ürkütücü. çok rahatsız hissediyorum kendimi bunları düşününce. hatta benim için travmatik. tıpkı ikinci dünya savaşındaki gibi hedef gözetilerek tam bir yok etme politikası var. radikal unsurlar kendileri gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırır. savaş bittiğinde bir arada yaşama kültürü kalır mı, emin değilim; çünkü o kültüre sahip olan insanlar ya öldürüldü ya da bölgeyi terk etti. üstelik bu saldırıları düzenleyenleri durdurabilecek bir güç de yok. böylesi silahlı bir meydan okuma varken, bana öyle geliyor ki, nato bu işin içine girmek zorunda kalabilir. “
türkiye, avrupa’nın ve müslüman dünyanın incir yaprağı
kaiser kitlesel yer değiştirmelerin de geri çevrilebilecek bir süreç olmadığını düşünüyor ve ekliyor: "kendinizle gurur duymalısınız."
“suriye’den gelenler konusunda tek başınıza bütün avrupa birliği'nden daha iyi iş çıkartıyorsunuz. üstelik bütün avrupa birliği'nden daha zengin değilsiniz. bunu gelenlere yalnızca maddi anlamda barınak sağlayarak yapmıyorsunuz, toplum olarak da sahip çıkıyorsunuz. zengin müslüman ülkeler de yapmıyor bunu. ab mülteci almıyor ama körfez ülkeleri de almıyor. bu anlamda hem ab için hem müslüman dünya için ayıp örten incir yaprağı gibisiniz. bundan sonraki meseleniz, bu insanların entegre olup olmaması. iş, eğitim gibi sorunları. türkiye bu konuda ne kadar istekli ya da ne yapabilir? çünkü şimdiki durum geçici olmayabilir. 1948’deki filistin mülteci kampları gibi durum.”
sahi, bundan çok uzun yıllar sonra, ‘o dönemde ben olsaydım ne yapardım’ sorusu üzerinden tarih oyunu oynayanlar bugünler için ne düşünecek acaba?
Yorumlar