Görüş
2016’da dünya ekonomisi normalleşme yolunda
OECD’nin geçen hafta açıklanan Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, dünya ekonomisi normalleşmeye daha fazla yaklaşacak. Global anlamda üretim ve ticaret artışının Türkiye ekonomisini de olumlu etkilemesi de beklentiler arasında.

oecd’nin dünya ekonomik görünüm raporu geçtiğimiz hafta açıklandı. geçen yıl kasım ayında, oecd’nin 2015 yılı büyüme beklentisi yüzde 3,6 olarak açıklanmıştı. son raporda bu tahmin yüzde 3,1’e çekildi. 2016 büyüme beklentisi ise yüzde 3,9’dan 3,8 oranına düşürüldü. rapora göre oecd ülkelerinde işsizlik bu yıl ortalama 6,9 olurken, gelecek yıl bu oran yüzde 6,6 olacak. aynı dönemde enflasyon ise yüzde 0,7’den yüzde 1,7 oranına yükselecek.
genel anlamda bakıldığında, oecd 2016 yılında dünya ekonomisinin normalleşmeye daha fazla yaklaşacağını öngörüyor. gelecek yıl abd ekonomisinin yüzde 2,8, euro bölgesinin 2,1, oecd ortalama büyümesinin ise yüzde 2,5 olacağı yönünde bir tahmin yapılmış. burada dikkat çeken bir nokta, çin ekonomisinin büyüme hızının yüzde 6,9’dan yüzde 6,6 düşeceği yönündeki beklenti denilebilir.
oecd’nin 2015 yılı büyüme tahminini geçtiğimiz kasım ayına göre önemli oranda düşürmesinin en önemli nedeni, bu yılın birinci çeyrek büyüme rakamının 2008 krizinden bu yana en düşük seviyeye gerilemiş olması görünüyor. bu düşüşte, dünya ekonomisinin yüzde 20’den fazlasını oluşturan abd ekonomisinin ilk çeyrekte negatif büyüme göstermiş olması önemli bir etken oldu. diğer bir faktör ise dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan çin’in çok büyük çaba göstermesine rağmen büyüme hızındaki düşüşü durduramamasıdır.
oecd’nin türkiye tahminini de 2015 yılında yüzde 3,2’den yüzde 3,1 oranına, 2016’da ise yüzde 4’den yüzde 3,9’a indirdiğini izliyoruz. türkiye ekonomisinde bu yılın birinci çeyrek büyüme oranı öncü verilere göre yüzde 1,5 civarında olabilir gibi görünüyor. bu görece zayıf büyüme performansı bu yıla ilişkin tahminleri aşağıya çekmeye başlamıştı. oecd’nin de az da olsa aşağı yönlü bir revizyon yaptığını izliyoruz.
tcmb beklenti anketi’ne ve imf’in dünya ekonomik görünüm raporuna göre, 2016 yılı büyüme beklentisi yüzde 3,6. bu anlamda, oecd’nin 2016 yılı için yüzde 3,9’luk tahmini daha iyimser tarafta kalıyor. oecd’nin genel anlamda 2016 yılı için dünya ekonomisinde görece normalleşme beklediğini belirtmiştik. global anlamda üretim ve ticaret artışının türkiye ekonomisini de olumlu etkileyeceği yönünde bir öngörünün beklentilere yansıdığını izliyoruz.
2008 krizi öncesi dünya ekonomisinin büyüme oranları yüzde 4-5 aralığında seyrediyordu. kriz sonrası bu oranlar yüzde 3-3,5 aralığına geriledi. dünya ekonomisi büyüyor fakat potansiyel büyüme oranlarına yükselemiyor. dünyanın birçok ülkesinde gerçekleşen büyüme oranları işsizliği düşürmeye yetmiyor. örneğin çin ekonomisinin büyüme hızı yüzde 7’nin altına inerse, ülkede işsizlik artmaya başlıyor. oecd’nin çin ekonomisine ilişkin yavaşlama öngörüsü dünya ekonomisi için dikkatlerden kaçmaması gereken önemli bir riske işaret ediyor. benzer şekilde, türkiye ekonomisi yüzde 4’ün altında büyüdüğü zaman işsizlikte yükseliş oluyor. özetle, dünya genelinde potansiyel üretimin gerçekleşen talepten fazla olduğu bir durum söz konusu. buna teknik olarak çıktı açığı diyoruz. oecd dahil birçok uluslararası kurumun büyüme tahminlerini aşağı çekmesinin en önemli nedenlerinden birisi bu görünüyor.
dünya ekonomisinde talep artışını engelleyen üç temel unsur olduğunu düşünüyoruz. birincisi, 2008 yılı ile beraber yaşanan kriz bir borç krizidir. dünya genelinde 1980’li yılların sonundan itibaren deregülasyonları artan, gittikçe serbestleşen sermaye hareketleri hem üreticilerin hem tüketicilerin borçlanmalarında ciddi bir artışa yol açtı. özellikle tüketim talebi büyük oranda borçlanılarak yaratıldı. gelecekte yapılacak tüketim hep öne çekildi. 2008 krizi sonrası artan işsizlik ve buna bağlı olarak gerileyen reel ücretler zaten yüksek borçluluğu olan tüketicinin talebini daha da düşürmesine yol açtı. dolayısıyla, yaşanan krizin bir borç krizi olması genel anlamda talep yetersizliğinin önemli bir nedeni gibi duruyor.
dünya genelinde talep yetersizliğinin ikinci nedeni, gittikçe artan gelir dağılımındaki adaletsizlik sorunu denilebilir. fransız iktisatçı pikkety’nin kapital kitabıyla daha da fazla tartışılan gelir ve servet dağılımına ilişkin sorunlar güney amerika’dan güney doğu asya’ya kadar birçok yerde sokaklara yansıyan sonuçlar getiriyor. reel gelir ve servet kaybı yaşayan orta ve düşük gelir gruplarının tüketimini azaltmaya başlaması doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
üçüncü unsur, demografik bir değişim ile alakalı görünüyor. ikinci dünya savaşı sonrası ağırlıklı olarak 1950 ve 1960’lı yılların başında doğum oranlarında büyük bir artış gözlenmişti. “baby boom” kuşağı olarak da bilinen bu kuşak çocukluklarından başlayarak gelen ve gelmekte olan emekliliklerine kadar ortalamaların üzerinde tüketim artışına da yol açmışlardı. 2008 krizi sonrası bu kuşağın bir kısmının beklentilerinin öncesinde işgücü piyasasının dışında kalmaları, dünya genelinde talep koşullarında yeni bir durum da ortaya çıkarmış görünüyor. ortalama yaşam süresinin artmasıyla bu kuşağın mensuplarının da emeklilik sonrası yaşam beklentisi artmaya başladı. fakat bu beklenti sağlık harcamalarında ciddi bir artış ile birlikte geliyor. dolayısıyla, bu kuşak sağlık harcamalarına daha fazla kaynak ayırıyor ya da ayırmak zorunda kalacağını biliyor. buna bağlı olarak “baby boom” kuşağı servetini ve gelirini kalan ömründe daha dengeli kullanmak için tasarruf eğilimini artırıyor.
diğer demografik bir eğilim de bunun tam tersi genç kuşaklarda izleniyor. genç kuşaklar lüks ve aşırı tüketimden ziyade daha çevreci ve daha az tüketen bir yaşam tarzına doğru ilerliyor. örneğin, avrupa’da otomobil satışları küresel krizin ötesinde nedenlerle de düşüş eğiliminde. bisiklet ya da motosiklete binmek, yürümek ya da toplu taşımayı kullanmak daha fazla tercih ediliyor. bir başka eğilim tek yaşayanların sayısının gittikçe artıyor olması. evlilere göre tek yaşayanların ortalama harcaması çok daha düşük görünüyor. genel anlamda demografik bu değişimler, talep yetersizliğinin önemli bir nedeni olmaya başlıyor.
sonuç olarak, 2008 krizi sonrası talep yetersizliğinin önemli yapısal nedenleri bulunuyor. tarihsel olarak finansal krizlere baktığımızda bu tür borç krizleri borç yapılandırması olmadan kolay çözülemiyor. şu anda yunanistan – ab arasında gündeme gelen borç yapılandırması meselesinin önümüzdeki yıllarda dünya genelinde daha fazla konuşuluyor olması muhtemel görünüyor. gelir dağılımı meselesinin nasıl çözüleceği daha zor bir soru olarak karşımızda duruyor. sorunun varlığı kabul ediliyor ama çözümü konusunda çok fazla görüş birliği yok. servet vergileri konuşuluyor ama çok da destek bulamıyor. demografik gelişmeler ise çok kolay değişecek eğilimler değil. borç yapılandırması ve gelir dağılımı konusunda geliştirilecek adımlar dünya genelinde talebi canlandırmada daha etkili olabilir. oecd tahminlerinde olduğu gibi gelecek yıl dünya genelinde konjonktürel olarak talep toparlanabilir. bununla birlikte, onca parasal genişlemeye ve maliye politikasına rağmen talebin kalıcı ve güçlü olarak arttırılamaması yukarıda bahsettiğimiz yapısal nedenlere dikkat etmemiz gerektiğine işaret ediyor.
twitter'dan takip edin: @erhanaslanoglu
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar