Görüş

68. yılında İsrail’in karnesi

Temellerini kan, ter ve gözyaşı ile attıkları İsrail Yahudiler’e güven verirken, komşuları için hep endişe kaynağı oldu. Kuruluşundan bu yana ne İsrailliler arasında ne de bölgede çatışmalar son buldu. Bölgede kendine yer açmak için kullandığı şiddet enerjisi, 1948’den bu yana hem İsrail’i hem de bölgeyi yeniden yapılandırıyor.

Filistinliler, İsrail Devleti'nin kurulduğu 14 Mayıs 1948 tarihini “Nekbe” (Felaket) olarak adlandırıyor. [Fotoğraf: Getty Images]

hashoah kelimesi ibranice’de kıyamet manasına gelir. yahudiler arasında bu kelime holokost’u ifade etmek için kullanılır. 2. dünya savaşı’nda kıyameti görmüş bir nesil için dünya üzerinde var olan tek güvenli yer israil’dir. bu yüzden israil’i anlatırken ibranice’de israiloğulları için var olan tek devlet olan haeretz kelimesi kullanılır.

temellerini kan, ter ve gözyaşı ile attıkları bu ülke yahudiler’e güven verirken, komşuları için hep endişe kaynağı oldu. önce araplara sonra ingilizlere daha sonra tekrar araplara karşı savaşan etzel, lehi, palmah’tan oluşan gerilla birlikleri haganah’ta birleşip israil savunma gücü’nü (idf) yani israil ordusunu oluşturdu.

1956’tan 1973’e kadar süren tüm savaşlarda bütün ülke kadınıyla erkeğiyle var olma savaşı verdi. bu savaşlarda israil’in tek vücut durduğunu düşünenler, bu ülkeyi ve tarihini yakinen tanımıyorlar demektir. israil’in kuruluşu sırasında yapılan savaşta bile idf’in kuruluşuna destek veren etzel’le haganah (idf) kendi aralarında mücadele etmek zorunda kaldılar (altalena olayı).

yüzyıllarca duvarların arkasında yaşamak zorunda kalan israil halkı, kendi güvenliğini sağlamak için filistinlileri duvarın arkasında yaşamaya mahkum etti.


israil’de söylendiği üzere bir yerde iki yahudi varsa en az dört fikir vardır. kuruluşundan bu yana ne israilliler arasında ne de bölgede çatışmalar son buldu. var olmak için çatışma, bunun sağladığı adrenalin ve gücünü göstererek korkmadığını ispat etme yarışı israil’in ruhuna işledi. güçsüz ve aciz kaldıkları günlere atıfla hep daha güçlü olmak için savaştılar.

bütün dinamikler israil’in var olmasına karşıydı ve bu durumu 1970’lerde israilli şair yoram taharlev haolam kulo negdeynu (dünya bize karşı)” şarkısında şu sözlerle dile getirdi: endişelenme üstesinden geliriz (lo nora nitgaber)  endişelenme hallederiz (lo nora nistader).

dünya üzerinde şarkılarla bile olsa bütün dünyayı karşılarına almış ve güçlü olmaları gerektiğinin bu kadar farkında olan başka bir millet daha var mı bilmiyorum. ama tamamen dışlanmak israil halkına göre bir tavır değildir. dünya karşısında bile olsa onlarla konuşması gerektiğini bilen israil halkı, “ama bizsiz de yapamazlar” (bladeynu lo yuhlu) diyerek zıtlıkların dengesini kurmayı başarır. 1979 sonrasında mısır’la gelen barış israil’i var olma savaşında bir adım öne çıkarırken, artık filistinliler için yeni bir dönemin başladığının da habercisiydi. filistinli şair mahmud derviş bu yalnız geçirecekleri dönemi “baba ben yusuf’um (ana yusuf, ya ebi), baba kardeşlerim beni sevmiyor (ya ebi ihwati la yuhibbunni)” dizeleriyle dile getirmişti.

israil küçük adımlarla alanını genişletti. haritalara üstünkörü bakanların göremeyeceği şekilde işgal ettiği yerlere yeni göçmenleri yerleştirmek için yerleşimler inşa etti. yüzyıllarca duvarların arkasında yaşamak zorunda kalan israil halkı, kendi güvenliğini sağlamak için filistinlileri duvarın arkasında yaşamaya mahkum etti.

israil ve filistin bu çatışmadan farklı seviyelerde beslendi, öte yandan her çatışmanın yaptığı gibi biraz da yıprandılar. geliştirdikleri bu ikili (communalism ile symbiosis arasında gidip gelen) ilişki her iki topluluğun politik varlıklarını birbirinden ayrı düşünülemez hale getirdi. hem israil hem de filistin milli otoritesi bütün uluslararası aktörlerle görülen ve görülmeyen, politik düzlemden etkilenen aktif ilişkiler geliştirdi. 68 yılda gelişen bu ilişkilerin görülen tarafı, sadece buzdağının ucu demekle sanırım mübalağa etmiş olmam. 

nasıl bir israil toplumu oluştu?

politikalara ve politikacılara bakılarak geliştirilen israilli algısının ne denli yanlış olduğunun da altını çizmek gerek. israil toplumu yeterince yakından baktığınızda birbirinden ayrışan ve dışarıya olduğu kadar kendisine de acımasızca eleştirel yaklaşan insanlardan oluşur.

göç ve göçmenliğin dinamizm sağladığı bu toplum, her gelenin getirdiği yeni kültür öğeleriyle zenginleşir. israil toplumu farklı kültürleri tanımak ve öğrenmek için çabalar. israil’den çıkan edebiyat, müzik ve sanat eserlerine bakıldığında bu kültürel zenginliğin işaretlerini rahatça görmek mümkündür.

“devamlı hareket içinde olmalıyız” fikri, israil’in temelde varoluş felsefesini açıklar. 1980’lerdeki ekonomik kriz sonrasında geliştirilen yeni strateji günümüzdeki müteşebbis israil halkını ortaya çıkardı. kum tepelerinin ve çölün üstünde bir yaşam inşa etmek zorunda kalan israil halkı için ziraat hayâti bir konu haline geldi. aynı zamanda çok bilinen teknolojilerden genetiğe kadar birçok ilke imza atıldı.

kendi kırılganlıklarıyla, sosyal tabakalarıyla ve sorunlarıyla mücadele eden ama asker kökenli bir güvenlik anlayışının hakim olduğu, adrenalinden uyuyamayan atlet misali, çatışmasızlıktan ve rahatlamaktan korkan bir israil var karşımızda. 


israil’in temel dinamiklerinden olan korunma güdüsünün güçlü göstergesi olan israil ordusu (idf) tüm israil toplumunu şekillendirir. sürekli savaş hali ister istemez silah teknolojisinin gelişimini hızlandırdı. israil bu konuda ürettiklerini dünyaya gizli ve/veya açık satarak farklı bir liderlik koltuğuna oturdu.

siber uzayın sivilleşmesiyle artan bağlanmışlık hali ve israil’e karşı pozisyonlanan asimetrik tehditlerin artışı, halihazırdaki aktif koruma refleksini daha da güçlendirdi. son yıllarda bilişim teknolojileri konusunda israil’in yükselişi de dikkat çekiyor. artık lise eğitimine kadar soktuğu siber güvenlik konusuyla birlikte fiziksel ve siber bütün alanları korumak konusunda iddialılar. israil’de karşı konulamayacak ve direnilmeyecek tek kavram güvenliktir. her şey güvenlik için yapılır, hatta “sizin güvenliğiniz için” yapılır.

israil, 68 yıl boyunca iç kırılganlıklarının derinleştiği ve freudiyen anlamda tarihle hesaplaştığı bir dönem geçirdi. toplumsal yapısındaki kırılganlıklar 2011’de sosyal [adalet] protestosu ismiyle bilinen gösterilerle gündeme geldi. başta tel aviv rotschild bulvarı’na kurdukları çadırlarıyla olmak üzere berşeva, hayfa, kudüs gibi birçok şehirde israil’in genç orta sınıfı artan ev fiyatlarını ve yaşam masraflarını protesto etti. eylemler sırasında en çok sevilen parçalardan birisi olan eti ankri’nin milyonlar’ı bu sosyal problemin sınırlarını net olarak çiziyordu: “biliyorum ki para önemli değil. benim gibi milyonlarcası var. parasız...”

kendi kırılganlıklarıyla, sosyal tabakalarıyla ve sorunlarıyla mücadele eden ama asker kökenli bir güvenlik anlayışının hakim olduğu bir israil var karşımızda. adrenalinden uyuyamayan atlet misali, çatışmasızlıktan ve rahatlamaktan korkan bir israil...

çözülemeyen filistin meselesi ve kaybolan güven

islam dünyasının liderliğine soyunan herkes önce filistin’den konuşmayı bir borç bilir kendine. belki de bu yüzden 1970’lerde lübnan’da kendisini ziyarete gelen gazetecilere arafat elindeki bilyeyi gösterir ve masasının üstündeki sürahinin altına bu küçücük bilyeyi koyar. sürahiyi, devrilmemesi için kulpundan tutarken, "sürahi orta doğu, bilye filistin. bizim sorunumuz hallolmadığı müddetçe ortadoğu bir o yana bir bu yana sallanıp gidecek." der.

filistin meselesini çözmek için çabalayan uluslararası sistem, filistin milli otoritesi’ni birleşmiş milletler üye olmayan gözlemci üye olarak tanıtarak ve ülkeyi tanıyarak israil’i sıkıştırmak istiyor. fakat politik düzlemdeki bu çabaların, el-halil’de yaşayan rahaf’ın ya da süreyya’nın yaşam koşullarına hiçbir etkisi olmuyor. bu politik hamleler günden güne filistin meselesinin çözümünde yalnızlaşan israil’i hırçınlaştırıyor ve rasyonel olmayan kararlar almaya itiyor.

öte yandan filistin’e yardım etmek isteyen her ülke bağışlarını israil vasıtasıyla göndermek zorunda. filistin’in elektriği, suyu, telekomünikasyon ağları israil’den geçiyor. bağımsızlık hayalleriyle çelişen bu durum statükoyu derinden etkiler.

iki devlet çözümüne ilişkin tartışmalarının sisyphus mitine döndüğü bu evrede iki aktörün de birbirine güveni ve itimadı kalmadı. vazgeçmişliğin, bıkkınlığın sürtüşmenin ve çatışmanın bıçakla saldıracak düzeye geldiği, yaralının göz göre göre ateş edilerek öldürüldüğü bir ortamda belki de toplumsal manada uzlaşmak sanıldığı kadar kolay değildir.

eğer israil kontrolü ve iktidarı kaybetme korkusunu yaşamasaydı, rand corporation’ın teklif ettiği, filistin’in iki toprak parçası batı şeria ve gazze’yi tren yahut otoban ile birleştirerek bölgenin gelişmesini sağlayacak önerilerden oluşan ark projesi belki de hayata geçirilebilirdi. bu sayede güvenin yeniden tesis edilmesi mümkün olabilirdi.

hep unutulan nokta ise, kudüs/yeruşalayim’in nasıl paylaşılacağıdır. bütün mesele fiziksel bir paylaşımla sonuçlanıyor olsaydı yine de bir ümidimiz olabilirdi. maalesef sembollerin, tarihin ve mitlerin nasıl paylaştırılacağını henüz bilmiyoruz.

israil kuruluşundan bu yana politikalarıyla ortadoğu’yu nasıl etkiledi?

israil kuruluşundan bu yana yabancıları çok sevmeyen bir bölgesel güvenlik düzleminin parçası olmak için çabaladı ve buna da devam ediyor. israil’in bölgede kendine yer açmak için kullandığı şiddet enerjisi, 1948’den bu yana hem israil’i hem de bölgeyi yeniden yapılandırıyor.

israil her dönemde bölgedeki güvenlik dinamiklerini elinden geldiğince kendine göre yeniden kurgular. 


israil’in kuruluşuyla birlikte filistinlilerin büyük bir çoğunluğu yurdundan oldu. filistinliler evlerini ve yurtlarını bırakıp gitmek zorunda kaldıkları bu güne yevmu’l nakba (talihsizlik ya da felaket günü) dediler.

filistinliler lübnan, ürdün ve suriye’ye yerleştiler. bu yeni göçmen grubu lübnan’daki en alt sınıf olan şii işçilerin yaşam şartlarını daha da zorlaştırdı. kendi menfaatlerini koruyabilmek için önce harakat el-mahrumin (mahrumiyet hareketi) daha sonra amal hareketini kurdular. sonra da hizballah’ın temellerini attılar. bütün bu şii organizasyonlar, lübnan’ın iç savaşları sırasındaki parçalanmışlığı daha da arttırmıştır.

filistinlilerin diğer diaspora tercihi ürdün, israil’in kuruluşundan, 1967 ve yom kippur savaşı’ndan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelir. ürdün’le filistinlilerin inişli-çıkışlı ilişkisinin sebebi de israil devletidir. 1970’de filistin halk kurtuluş cephesi’nin new york’tan kaçırılan uçağı ürdün’e indirilmesi kararı yüzünden kral hüseyin bütün filistinlilerin sürülmesi emrini verdi. 1994’te yapılan anlaşma ile israil – ürdün ilişkisi barış temelli olarak yeniden yapılandırıldı. ama ürdün israil istihbarat servisinin saldırılarından kurtulmayı başaramadı.

ürdün’den kaçan kimi filistinliler hayatlarına suriye’de devam ettiler. suriye 1967’deki altı gün ve yom kippur savaşı’nda israil’le savaşmak zorunda kaldı. golan tepesi’ndeki esaslı tansiyon her iki ülke arasında bugün bile devam eder.

suriye ile kısa da olsa kader birliği yapan mısır da israil’le dört büyük savaş yaptı. 1979’da camp david’te enver sedat ile menachem begin arasında imzalanan barış anlaşmasıyla mısır arap birliği’nden uzaklaştırıldı. bölgenin bu iki büyük gücünün bu anlaşmasıyla bölgenin güvenlik dinamikleri yeniden kurgulandı.

israil her dönemde bölgedeki güvenlik dinamiklerini elinden geldiğince kendine göre yeniden kurgular. son günlerde açıklanan panama belgeleri’nde ortaya çıkan gerçekler de bu kurgunun seviyesini açıklamak açısından çok anlamlıdır. belgelerde mart 2015’te yeni suudi kralı selman’ın israil başbakanı netanyahu’nun kampanyasını desteklemek için 80 milyon amerikan doları verdiği iddia ediliyor.

doç. dr. salih bıçakcı, kadir has üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde öğretim üyesi ve orta doğu ve afrika araştırma merkezi (marc) direktörü. 1994’te marmara üniversitesi tarih bölümü’nden mezun oldu. yüksek lisansını marmara üniversitesi türkiyat araştırmaları enstitüsü’nde yaptı. 2004’te israil’deki tel aviv üniversitesi’ndeki doktora çalışmalarını tamamladı. doç. dr. bıçakcı kimlik, güvenlik ve terörizm konusunda birçok akademik projede yer aldı. çeşitli üniversitelerde uluslararası siyasette orta doğu, uluslararası güvenlik, uluslararası ilişkiler teorisi, türk dış politikası dersleri verdi. uluslararası güvenlik, milliyetçilik, siber güvenlik konusunda konferanslarda sunumlar yaptı. aynı konularda farklı akademik dergilerde makaleleri yayınladı.

https://khas.academia.edu/salihbicakci

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Salih Bıçakcı

doç. dr. salih bıçakcı, kadir has üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde öğretim üyesi ve orta doğu ve afrika araştırma merkezi (marc) direktörü. 1994’te marmara üniversitesi tarih bölümü’nden mezun oldu. yüksek lisansını marmara üniversitesi türkiyat araştırmaları enstitüsü’nde yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;