Görüş

Aşağıdan gelen ‘sınıf savaşı’ mı?

Amerikalılar pasif hallerinden yavaş yavaş uyanıyor; açgözlülük, yolsuzluk ve yağmacı savaşlara karşı seslerini yükseltiyor.

Konular: Amerika
Maskeli protestocular 'sınıf savaşı' yazan pankartlar taşıyor.
Ülke çapına yayılan protestolar Amerikan siyaseti karşısındaki hayal kırıklığını dile getiriyor. [Reuters]

wall street’teki varlıkları ve kararlılıklarıyla heyecan uyandıran protestocular ve ‘wall street’i işgal et’ gösterilerinin amerika’nın diğer kentlerine yayılması, yıllar süren pasiflikten sonra memnuniyetle karşılanan bir soluktur ve bu hareket, sadece, işbirlikçi kapitalistlerin yasal veya yasal olmayan yollardan gerçekleştirdikleri yüz karartıcı suistimallerle ilgili değildir.

aynı zamanda, irak ve afganistan’daki yağmacı savaşların uzamasına; anti demokratik bir islamofobi dalgasının yükselmesine; zararsız faaliyetleri hiç utanmadan hapsetmeye dayanan bir güvenlik anlayışına itibar edilmesine; serbest fon yöneticileriyle zıt düşmektense işsiz yığınlarla zıt düşmeye razı olan bir başkanlığa ve kendisini göreve getiren insanlara tepeden bakıp onlar yerine, akıl almaz bir şekilde, milyarderleri temsil eden bir kongre’ye karşı bir tepkidir.

peki, söz konusu canlanış; ülke içinde toplumsal refaha, ülke dışında ise (gücünü insansız hava araçlarından almayan) sorumluluk sahibi, hukukla yönlendirilen bir liderliğe adanan, reform edilmiş ve yenilenmiş muteber bir demokrasi umudu getirecek şekilde varlığını sürdürebilecek mi?

amerika’nın sokaklarına taşınan bu hareketin, seçimler ve yönetici kurumlara dayanan gündelik siyasete yönelik derin bir hayal kırıklığını ifade ettiği şüphe götürmez. obama’nın 2008 yılında kazandığı zafer, seçim kampanyasına benzeri görülmedik bir coşkuyla katılan amerika’daki gençlerin son umuduydu. söz konusu kampanya, çok şey vadetmiş ancak vaatlerinin çoğunu yerine getirmemiştir. ancak, obama’nın inandığını iddia ettiği şeyler için mücadele etmeyi reddetmesi ve hatta maiyetindeki danışmanlar ordusuna empatinin ve biraz olsun ilerlemeci bir bakış açısının sesi olabilecek kişileri katmamış olması belki de verdiği sözleri tutmamasından daha kötüdür.

ilk başta rahm emmanuel’i atamasıyla birlikte, obama’nın başkanlığı’nın, (özel menfaatlerin devam ettirdiği) washington’ın eski oyunlarını oynamaya niyetli olduğu zaten netleşmişti. daha yakınlara bakacak olursak, iyice sağa yönelen cumhuriyetçi parti; devletin politikasını ve rolünü zalim ve sorumsuz kamu politikalarının en uç noktalarına itme niyeti giderek yükselen çay partisi; yalnızca cumhuriyetçileri taklit etmek yoluyla hayatta kalmaya çalışan, içler acısı bir durumdaki demokrat parti ve amerikalı büyük şirketlerin önemli ölçüde esiri olan medya; bahsettiğimiz menfaatleri daha da çarpık bir hale getirmiştir.

gündelik siyaseti gösteren bu portre aşağı yukarı doğruysa, amerika’nın sol geleceğiyle birleşen daha radikal bir eğilimin hayat bulması neden bu kadar uzun sürdü? (tabii eğer gerçekten hayat bulduysa.) “wall street’i işgal et” hareketi, en azından, kentli amerikalı gençlerin sıkıntılarını gösteriyor ve yerleşik güçlere, şiddetli bir hoşnutsuzluğun yükselmekte olduğuna dair uyarı sinyalleri gönderiyor. mevcut durum karşısında tehdit edici olduğu gibi, olabilecekler konusunda merak uyandırıyor.

aşırı sağcı radikaller

tabii ki, radikalizm amerikan siyasi sahnesinde yok değil. soğuk savaş’ın bitmesinden bu yana, sağ görüşlüler abd’de çok daha güçlü konumdalar.

bu intiba, neredeyse tutucu eleştirmenleri kadar kapitalist; onlar kadar ordu dostu, vergi düşmanı, göçmen karşıtı ve vatansever olduğunu gösterme telaşı içindeki demokrat parti’nin duruşunu kaybetmesiyle güçlenmektedir. bütün vatandaşların menfaatini gözetecek şekilde hizmet veren, şefkatli bir devleti savunan geleneksel prensipleri rafa kaldırılmıştır. zayıf görünmekten korkan demokratlar, sosyalist görünmekten daha çok korkmaktadır.

sovyetler birliği’nin çökmesinin vahim bir bedeli, devletin sağlık, eğitim ve ülkenin dezavantajlı insanlarının refahını sağlama alanlarında çalışmasının itibar görmemesidir. işte bu nedenle, wall street protestolarının henüz netleşmiş olmayan radikal gündemi (tabii eğer böylesi bir gündem varsa) soldaki bu boşluğu doldurmaya yönelik olacaktır. söz konuşu boşluk, kapitalizmin ideolojik açıdan rakibinin bulunmadığı son yirmi yılda büyük bir rahatsızlık yaratmıştır. 

soğuk savaş dönemi marksizm karşıtlığının miraslarından biri, ülkedeki tutucu gruplarca gülünç bir şekilde kullanılmaktadır. bu gruplar, protestocuların ‘sınıf savaşı’ başlatmak niyetinde olduklarından şikayet etmektedir. gelişigüzel sarf edilen, post-liberal yakıştırmalardan biri olarak ‘sınıf savaşı’, yükselen sağ görüşlü ideologlarca amerika’nın süper zenginleri için düşük bir vergi artışını önerecek kadar “düşüncesiz" olan bazı insanları şeytanlaştırmak için dahi kullanılmaktadır.

wall street’i memnun etmek için (yüzde doksan dokuz oranda) elinden geleni yapan barack obama bile ‘sınıf savaşını’ başlatmakla suçlanmaktadır. liberaller, berlin duvarı’nın yıkılmasının ardından büyük bir ürkeklik içindedir. duvarla birlikte ‘şefkatli toplum’ olasılığı da yıkılmıştır. ister kapitalist olsun ister sosyalist, bu etiket artık rahatsız edici olmuştur. duvarın yıkılmasından sonra (kenara itilen azınlıklar kan ağlarken), bayram eden ve zenginleşen sömürücü toplumsal güçlerin menfaatlerini korumak için mümkün olan her şey yapılmaktadır.

olayları şiddetli bir şekilde eleştirenlerinin işaret ettiği gibi, bir sınıf savaşı yürütüldüğü doğrudur; ancak bu savaşı yürütenler mağdurlar değil ‘sınıf savaşını’ kınayanların ta kendisidir.

geçtiğimiz on yılda, süper zenginler gelirin yukarıya doğru akıtılmasında oldukça başarılı olmuştur. gelir, yoksullardan zenginlere ve süper zenginlere ve hatta giderek daha fazla endişe duyan orta sınıflardan ekonomi piramidinin en tepesinde rahat rahat oturan palazlanmış elitlere doğru akmıştır.

büyük şirketler ve bankaları gözeten deregülasyon, vergi tatilleri, işgücünü tahrip eden taktikler ve hararetli göçmen karşıtlığıyla birleşen ve ülkenin bütün vatandaşlarına yönelen bu saldırı, marksist geleneğin sınırını çizdiği ‘sınıf savaşı’ kavramını tersine çevirmiştir.


new york'ta başlayan gösteriler abd'deki diğer şehirlere hızlı bir şekilde yayıldı. [reuters] 

‘yeni’ sınıf savaşı

bu yeni ‘sınıf savaşı’, devletin dizginleri üzerindeki kontrollerini halihazırda kuvvetlendirmiş olan büyük zenginler adına; vatandaşları haklarından mahrum etmek, yeni düzen’in (new deal) toplum sözleşmesini bozmak ve itiraz edecek olanları zan altında bırakan emniyet uygulamalarına itibar edilmesi için açılmıştır. bu misyonu, 11 eylül saldırılarının gerekli olduğuna inandırdığı baskıcı yasalar ve “yurtiçi güvenlik” uygulamalarının katılığıyla ilişkili olarak, bireysel özgürlüklerin kısıtlanması mümkün kılmıştır.

amerikan parti ve kurumsal siyasetini onaylamayıp, sivil toplumdaki ilerleme yanlısı güçlerin yükselmesinden umut duymak, bu aşamada, wall street protestolarının boşuna ümit veren, arkası gelmeyecek bir hareketten çok daha fazlası olduğu sonucunu çıkartmaktan farklıdır.

yukarıdaki uyarı şerhine rağmen, söz konusu olayların tahrir meydanı’na (ve sürpriz tetikleyicisi tüketim toplumu karşıtı kanadalı adbusters dergisine), özellikle de şiddet karşıtı, lidersiz, programsız, kendiliğinden yükselen, neyle ilgili olduğunu, kim olduğunu ve neyin mümkün olduğunu gün be gün kendi kendine öğrenen bir değerler ve inançlar sistemine büyük bir borcu olduğu çok açıktır.

amerikan sokaklarında polis tarafından öldürülme veya yaralanma riski düşük olduğu için, protestocuların şu anda karşı karşıya kaldığı tehlikeler mısır veya diğer arap ülkelerinde olduğundan çok daha azdır. bunun yanısıra, siyasal ve ekonomik gerçekler her ne kadar hayal kırıcı ve suistimallerle dolu olsa da, acımasız ve yolsuzluklarla dolu bir despotluktan bahsetmiyoruz.

bu nedenle, soyguncu wall street’liler, otuz yılı aşkın bir süre iktidarda kalan zalim despot hüsnü mübarek’in gaddar şahsiyetine benzer güçlü bir birleştirici hedef oluşturmuyor ve bu yüzden de protestoları sürdürülebilir bir harekete dönüştürmek daha zor olabilir.

ancak başka açılardan bakıldığında, wall street’teki tehlikeler ve riskler göründüğünden fazladır. amerika’nın militaristler ve sağ görüşlü milyarderler olarak görülmeye devam etmesinin yarattığı leke, dünyanın dört bir yanında sürmekte olan çok sayıda çatışmayı olumsuz etkilemektedir.

bu amerika, iklim değişikliği, dünyadaki yoksulluk, ağır insan hakları ihlalleri ve nükleer silahsızlanma gibi meselelerle birlikte; filistin halkının kendi geleceğini tayin hakkı ve afganistan, irak ve sefaletin diğer ileri karakollarında barış tesis edilmesi gibi somut konularda ihtiyaç duyulan küresel işbirliğine sırt çevirmektedir.

bu amerika, karbon vergilerine karşı çıkmakta; küresel demokrasiyi teşvik edebilecek bir “halklar parlamentosu”nu ve tehlike altındaki insanların korunmasını jeopolitik manevra olmaktan çıkarıp birleşmiş milletler’in bir görevi haline getirebilecek bir “bm acil durum barış gücü”nü istememektedir.

dünya ise, kendi özgürlük ve adalet hayalini yeniden keşfedecek; pozitif ideallerinin sesini artık duymaz olmasına sebep olan ve onu güçten düşüren uzun kabustan uyanacak bir amerika’ya ihtiyaç duymaktadır.

neticede, hepimiz umut duymalı ve ilgili olmalıyız. umudun kaynakları analizin doğruluğuna dayanır. işte bu yüzden, söz konusu girişim sadece prosedürel olan bir demokrasinin yetersizlikleri ile finans ve büyük şirketlerin uygulamalarının çarpık etkilerine odaklandığı ve hastalığın çaresi olarak devletin reform edilmesi ve hatta denetlenmesiyle ilgilenmediği için memnun olabiliriz. 

derhal görünmeyen bir mesele olarak asıl gerçekleşen şudur: amerikalıların kaderleri üzerindeki gücün merkezi, yörüngesini washington’dan new york ve daha ötesine çevirmiştir. mevcut retoriğin altında; hakları savunan, adalet ve özgürlük talep eden ve insanların, kendi kaderlerinin çizildiği süreçlere müdahil olmasına izin veren asıl demokrasiye yönelik bir arayış vardır.

richard falk, princeton üniversitesi, uluslararası hukuk fakültesinde albert g. milbank emeritus profesörü ünvanına sahiptir. aynı zamanda california üniversitesi, uluslararası çalışmalar bölümü’nde araştırma danışmanıdır. elli yılı aşkın bir süreye yayılan yazarlık ve editörlük hayatında birçok yayına imzasını atmıştır. en son kitabı, 2009 yılında yayınlanan “achieving human rights”tır.

falk, dört yıldır birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörlüğünü yapmaktadır ve iki yıl daha bu görevi sürdürmesi beklenmektedir.

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Richard Falk

abd'nin princeton üniversitesi'nde albert g. milbank emeritus profesörü. aynı zamanda california üniversitesi uluslararası çalışmalar bölümü araştırma danışmanı. 2008-2014 yıllarında birleşmiş milletler’in filistin insan hakları raportörü olarak görev yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;