Görüş
Avrupa’nın son ‘hasta adamı’
Yunanistan’daki tasarruf tedbirleri kapsamında kamu sektöründe yapılan kesintiler bir tek polis teşkilatına dokunmadı.

avrupa sömürgeciliğinin doğuya doğru genişlediği günlerde, büyük güçlerin (ingiltere, fransa, rusya ve avusturya) kafa patlattıkları konulardan biri, “avrupa’nın hasta adamı” olarak adlandırdıkları osmanlı imparatorluğu’nun akıbetiydi. iflas eden osmanlı imparatorluğu, bu ve diğer sebeplerle yıkılmak üzereydi.
böylesi bir senaryonun gerçekleşmesinin yaratacağı sonuçlar (ve fırsatlar) konusunda telaşa kapılan büyük güçler, sultan’ın hristiyan tebaasını hasta adamın virüsünden korumayı kendilerine görev edindiler. isyan halindeki yunanların bağımsızlığını talep ettiler ve osmanlılar bu talebi reddettiğinde ordularını gönderdiler.
avrupa ülkelerinin birleşik donanması, ünlü navarin deniz muharebesi’nde, osmanlı ve mısır donanmalarını ezici bir yenilgiye uğrattı ve avrupalı entelektüellere osmanlı sonrası yunanistan’ı, avrupa medeniyetlerinin ‘kurgulanmış’ doğum yeri “hellas” olarak yeniden keşfetme yolu açıldı.
bugün, yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının yaklaşık iki yüz yıl sonrasında, tarih bir kaba güldürü olarak tekerrür ediyor. ülkenin içinde bulunduğu büyük ekonomik sıkıntı, ab’nin birliğini tehlikeye atabilir. yunanistan’ı işaret ederek konuşan almanya başbakanı merkel “üyelerinden birinin ayrılması bir bütün olarak ab için felaket anlamına gelir” diyor. yunanistan krizi çok kısa bir süre içinde avrupa krizine dönüştü.
ab’nin tarihinde ilk defa bir euro bölgesi ülkesi için kararları avrupalı politikacılar ve bankacılarla birlikte washington’dan yönetilen imf veriyor. bu esnada, osmanlı imparatorluğu’nun soyundan gelen türkiye ab’ye tam üyelik için müzakere sürecinde. bugün, yunanistan’ın avrupa’nın ‘hasta adamı’ olduğu söyleniyor ve zamanımızın büyük güçleri bütün çareleri tüketmiş durumda.
suçlu kültür mü, ekonomi mi?
bütün dünyaya teşhir olup her yerden ilgi gördüğü halde yunanistan krizi ile ilgili yapılan toplumsal tartışmaların çoğu yüzeysel, ahlak dersi veriyor ve ceza keser gibi. bir bütün olarak bakıldığında, ‘içselleştirici’ (kültürcü/psikolojik) ve ‘dışsallaştırıcı’ (ekonomik indirgemeci) açıklamalar arasında gidip geliyoruz. neo-liberal küreselleşmenin içselleştirici savunucuları, yunanistan’ı, devlete ve kanunlara saygı duymak, “vatandaşlık görevleri” duygusuna sahip olmak, meritokrasi ve girişimciliğe olumlu yaklaşmak gibi zorunlu psiko-kültürel erdemlerden yoksunmuş gibi görüyor.
içselleştiriciler için, yunanların isyancılık ve yolsuzluk yapma gibi eğilimleri düşünülürse, troyka’nın (ab, imf, avrupa merkez bankası’nın üçlü yönetimi) elinden çıkan tasarruf planları nimet sayılmalı. başbakan yardımcısı ve maliye bakanı venizelos “tanrı’ya şükür, troyka’mız var!” demişti. diğer taraftan, sosyal-vatansever ve batı karşıtı söylemin özel bir karışımı olan dışsallaştırıcı görüş, yunan ekonomisini dünya ekonomisinin ve küresel kapitalizmin (ve onların ülkelerindeki uşaklarının) halis kurbanı olarak tanıtıyor.
kültürcü açıklamaları reddetmek yerinde olabilir, ancak (ulusal) ekonomi saplantısı çok önemli bazı konuları tabuya dönüştürüyor. bunlar arasında, geçtiğimiz on yılda yaşanan tüketim çılgınlığı, (ülkenin servetine muazzam ölçüde katkıda bulunuyor olmalarına rağmen) göçmenlere karşı yükselmekte olan düşmanca duygular ve türkiye ile yunanistan arasında sürmekte olan silahlanma yarışı var.
maalesef, birbiriyle bağlantılı bu öğelerin tümünü içeren bir analiz henüz yapılmadı sayılır. tartışmalar dar görüşlü ekonomistler veya engizisyonculara dönüşmüş politikacılar arasında geçiyor ve onlar da şu anda ulusa refah dağıtmak yerine kabahatli avına çıkmış durumdalar.
‘burayı kim yönetiyor?’
yukarıdaki meşhur soru, ilk olarak 1963 yılında başbakan karamanlis tarafından, demokrasi yanlısı aktivist lambrakis suikastından da sorumlu olan ‘devlet ötesi’ suç çetelerini ima ederek sorulmuştu. bugün, aynı soru ülkenin sokaklarında ve kafelerinde tekrarlanıyor. ancak, bu defa yanıtı eskisinden çok daha net: troyka tasarruf tedbirlerini dikte etmek ve mali politikaları yönlendirmekle kalmıyor, önemli bakanlıklara kararları ve elde edilen sonuçları takip etmeleri için kendi denetleyicilerini de yerleştiriyor.
gariptir ki, 1981 yılından sonra ilk kez yönetime gelen ve bu yolda bol bol bağımsızlık sözü veren iktidardaki sosyalist parti’nin yüksek düzeydeki üyeleri, söz konusu görevlendirmeyi memnuniyetle karşılıyor ve rahatlama ile birlikte şizofreniye işaret eden ifadeler kullanıyor. venizelos, “[troyka’nın] kontrolü altına girdiğimiz için, bölgedeki kontrolümüzü yeniden sağlayabiliriz” demişti.
yapılanlara rağmen, kontrol sadece bir yanılsama; zira kimsenin (ne hükümetin ne de troyka’nın) herhangi bir planı varmış gibi görünmüyor.
aslında, her şey tam da tersini gösteriyor. bu durumu, genel olarak kontrol ve itibar kaybı olarak ifade edebiliriz. hükümet, her hafta, sonuncusu olduğu sözünü vererek yeni bir tasarruf tedbirleri paketi açıklıyor; parlamento bünyesinde yeni kurulan istatistik bürosu, ‘değerlerle oynandığı” iddialarıyla ilgili bir dizi istifa, hukuk davası ve skandalla sarsılıyor; yeni eğitim dönemi başladı, ancak okullarda öğretmen ve öğrencilerde kitap yok; ve ağır bir özelleştirme programından sonuç elde edilmiş gibi görünmüyor.
hasta adamın ‘dış politikası’
2010 yılında kıbrıs, 2011 yılında ise yunanistan yönetimlerinin gazze’ye özgürlük filosu’na karşı giriştiği eylemler büyük şaşkınlık yarattı çünkü her iki ülke, halklarının filistin yanlısı olmasıyla biliniyordu. kıbrıs yönetimi, 2010 yılında, filodaki gemilerin kıyılarına yaklaşmasını yasaklamakla kalmadı, polis ve liman yetkililerini gemilere binmeye çalışan avrupa parlamentosu üyelerini izlemekle görevlendirdi.
bir yıl sonra, yunan hükümeti, yeni filo için yasalara uymayan bir engelleme kararı aldı. birkaç hafta içinde, söz konusu eylemlerin bölgede daha geniş kapsamlı bir değişimin parçası olduğu açığa çıktı. yunanistan ve kıbrıs, israil ile ekonomi, polis, ordu ve istihbarat alışverişi gibi çeşitli alanlarda stratejik işbirliğine girmeye karar vermişti.
1982 yılında kuşatma altındaki beyrut’tan filistin kurtuluş örgütü’nü kurtarmak için yunan gemilerini gönderen bir başbakanın oğlu olarak papandreu’nun, netanyahu yönetimindeki israil’e karşı benimsediği sıcak tutumun sebepleri üzerinde aşağıdaki tahminlerde bulunmak mümkün:
türkiye ile israil’in arasının bozulması (burada insanın aklına, uzağı göremeyen ‘düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ sözü geliyor); papandreu’nun abd’ye tümüyle teslim olması (dedikodulara göre, papandreou’ya önümüzdeki dönem bm genel sekreterliği görevi verileceği sözü verilmiş); freudyen psikanalitik yaklaşım (yine dedikodulara göre, papandreou’nun babasıyla problemli bir ilişkisi varmış) ve yunanistan, kıbrıs ve israil arasındaki münhasır ekonomik bölgeden (eez) yararlanmak gibi stratejik çıkarlar. resmi açıklamada bunlardan sadece sonuncusu dile getirildi.
ülkeler arasındaki ahdin en son ürünü kıbrıs sularında görülebilir. kıbrıs yönetimi şu anda doğalgaz ve daha sonra petrol aramak için sondaj yapmakta ısrar ediyor. papandreu, yunanistan’ın da girit çevresinde ve iyon denizi’nde petrol aramak için sondaj yapacağını açıkladı
bu tür sondajlar büyük riskler arz ediyor. birincisi ve en önemlisi çevre konusunda: kapalı bir deniz olan akdeniz’de meydana gelecek herhangi bir kaza, meksika’daki bp kazasının yarısı büyüklüğünde olsa bile, benzeri yaşanmamış bir ekolojik felaket yaratacaktır. ikincisi ise bölgedeki hassas jeopolitik dengeyle ilgili: eez sınırlarının tek taraflı olarak çizilmesi ve ardından, mısır, türkiye, lübnan ve suriye gibi komşu ülkelerin izni alınmadan petrol aranması gerilimi önemli ölçüde artırabilir.
başbakan erdoğan, yakınlarda kuzey kıbrıs açıklarında benzeri sondajlara başlanacağını ve bunlara türkiye’nin savaş gemileriyle eşlik edeceğini açıkladı. buna karşılık olarak da, yunan ordusu, kıbrıs’a göndermek üzere asker almaya başladı. yunan basınında askerlik hizmetinin dokuz aydan on iki aya uzatılacağı tahminleri yayınlanıyor.
bu tırmanış küçümsenmemeli. sorun, ekonomi nedeniyle yunanistan’ın veya arap isyanları nedeniyle israil’in bölgesel dengeler açısından önemli ölçüde güç kaybına uğramış olması değil. paniğe kapılmış bir hükümetin, komşularıyla sürekli savaş halindeki bir başka ülkeyle taraf olmasından daha tehlikeli bir şey olamaz. böylesi bir işbirliğinin yaratacağı sonuç, en iyi senaryoda bölgedeki silahlanma yarışının artması, en kötüsünde ise topyekun savaş olabilir.
güvenlik güçleri, tasarruf tedbirlerini protesto eden yunanlara sert davranıyor. [endiaferon]
savaş burada: devlet baskısı ve sivil itaatsizlik
yunanistan’daki birçok aile için ise, yoksulluk ve aşağılanma karşısında gündelik bir mücadele olarak savaş başladı bile. sosyal hizmet görevlileri, dünya sağlık örgütü’nden alıntı yaparak dünya genelinde intihar olaylarının en çok artış gösterdiği ülkenin yunanistan olduğunu söylüyor (2007 yılı ile kıyaslandığında, 2008 ve 2009 yıllarında intihar olaylarında yüzde yirmi artış söz konusu).
komünist partisi’nin genel sekreteri, parlamento’da halkı “halka savaş açan hükümete” savaş ilan etmeye çağırdı. papandreu, uluslararası ticaret fuarı’nın açılış konuşmasını yapmak için selanik’e gittiğinde, iktidardaki partinin desteklediği belediye başkanı, 7000 polis konuşlanmasından dolayı şehirde bir “savaş atmosferi” yaratıldığından şikayet etti.
sürmekte olan ancak ilan edilmemiş bu savaşta hükümetin en önemli silahlarını iki gruba ayırmak mümkün: temerrütle tehdit ederek şantaj yapmak ve ağır devlet şiddeti uygulamak. gayrimenkul vergileri, dolaylı vergilerde artış, çalışan ve emekli maaşlarında kesinti, kamu çalışanlarının işten çıkarılması ve (çoğunluğu kârlı) devlet şirketlerinin hızla özelleştirilmesi gibi yeni tedbirlere gerekçe göstermek üzere “tasarruf veya temerrüt” ikilemi her hafta dile getiriliyor. ancak, kesinti bütün kamu hizmetlerine uygulanmıyor.
yeni tasarruf tedbirlerinin arasında, hükümet, polis gücünü 2000 kişi artırdı. gerçekten de, tasarruf tedbirlerinden kurtulan tek kamu alanı polismiş gibi görünüyor. abd görevlileri, ‘acil durumlar’ için yunan meslektaşlarını eğitirken; yunanistan bölgedeki yeni stratejik dostlarından tazyikli su fışkırtma araçları, panzerler, eğitimli köpekler ve yeni göz yaşartıcı gazlar gibi ayaklanmaları bastırmaya yönelik araç ve malzemeleri toplu olarak ithal ediyor.
her şeye rağmen, kamuoyu araştırmaları, şantaj politikalarının etkili olmadığını ve toplu protestolar karşısında polis baskısının çoğunlukla yetersiz kaldığını gösteriyor. bu başarısızlıklar karşısında, türkiye’ye karşı milliyetçi duyguların körüklenmesini hasta adamın bunamasının bir sonucu değil de, ülkede artmakta olan hayal kırıklığı ve engellenme duygularının başka bir yöne çevrilmesi için dikkatlice seçilmiş bir strateji olması düşüncesi oldukça kaygı verici.
tutulmayan sözler ve polis şiddeti karşısında, sivil itaatsizliğin yeni biçimleri de ortaya çıkıyor. meydanlardaki yoğun gösteriler durulmaya başlamış olabilir, ancak bu satırlar yazılırken üniversitelerin iki yüzden fazla bölümü greve gitti ve on dokuz büyük üniversitenin on beşinin dekanı yüksek eğitimle ilgili yeni bir kanunu imzalamayı reddetti; elektrik kurumunun sendikası, hükümetin elektrik faturasına aktarmayı amaçladığı gayrimenkul vergisini toplamayacağını söyledi. dahası, giderek daha fazla insan ‘ödemiyorum’ hareketinin popüler komitelerine katılıyor. bu hareket, karayollarındaki ücret toplama noktalarının açılmasından, otobüs ve tren istasyonlarında bilet makinelerinin bloke edilmesine ve konut kredisi borçları yüzünden bankaların el koyduğu evlerin yeniden satıldığı açık artırmaları engellemeye kadar birçok sivil itaatsizlik eylemine imzasını atıyor.
‘demokrasinin beşiği’ yine tarihe gebe. ancak, beklenen bebeğin bizi doğrudan demokrasi ve toplumsal adalete dayalı bir başka avrupa’ya mı, ortadoğu’da yıkıcı bir savaşa mı yoksa bu ikisinin arasında bir noktaya mı taşıyacağı açık değil.
her halükarda, avrupa’nın son hasta adamı, bu defa, kıtanın geleceğini gerçekten de belirleyebilir.
nikolas kosmatopoulos, zürih üniversitesi antropoloji bölümü doktora öğrencisi. lübnan ve cenevre’de barış uzmanlığında alan çalışmaları yaptı. columbia üniversitesi ve city university of new york’ta misafir öğretim görevlisi olarak ders veriyor.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar