Görüş
Batılı müdahaleciler neden hâlâ konuşuyor?
Batılı güçler, Ortadoğu krizleri konusunda genel olarak son derece kötü bir karneye sahip olsa da, askeri müdahale yanlıları, ikna diplomasisi seçeneğini tamamen göz ardı ederek, Irak ve Suriye için de ısrarla müdahale öneriyor. Oysa konu Bahreyn, Filistin ya da Yemen olunca eli kolu bağlı oturabiliyor.
![Bernard Henri Levy [AFP]](https://www.aljazeera.com.tr/sites/default/files/styles/aljazeera_article_main_image/public/2014/06/25/Bernard%20Henri%20Levy%20%5BAFP%5D%20main.jpg?itok=bak0gfvr)
ortadoğulu musunuz? rahat olun, çünkü liberal müdahaleciler yardıma hazır. yine. ortadoğu ne zaman manşetlere taşınsa, biliyoruz ki, bu iyi niyetli liberaller konuşmak için hazır ve nazır olabilirler. bu kez de kural değişmedi. kamuoyu ve siyasi karar mercilerinin büyük bölümü, şu anda batı'nın irak'a askeri müdahalesine sıcak bakmıyor (ve bu görüş, belli bazı siyasetçiler tarafından altı iyice çizilerek ifade ediliyor). lakin ingiltere eski başbakanı ve baş müdahaleci tony blair ile onun atlantik'in her iki yakasındaki şakşakçıları, bize yeni bir manevi mücadele ihsan etti.
fakat şunu sormak gerekiyor: neden? eldeki tüm kanıtlar aksini gösteriyorken, nasıl oluyor da batı eliyle yapılan askeri müdahalelerin ortadoğu'ya faydalı bir güç olduğuna inanılabiliyor? ve tamamen batı'nın üstünlük kompleksi üzerine kurulu bu tür manevi misyonları savunanlar, niçin geçmiş dönemlere daha uygun – bununla birlikte, daha az çirkin diyemeyeceğimiz – yanlış zamanlı kavramlardan bahsedip duruyorlar?
ingiltere'deki manchester üniversitesi'nde savaş ve barış çalışmaları alanında ders veren roger mac ginty, sorunun sistemin bizatihiğ kendisiyle bütünleştiği kanaatinde.
"liberalizmin doğası, batılı güçlerin kendilerini her şeyi düzeltebilecek bir güç olarak görmelerine yol açıyor" diyen mac ginty'e göre, liberalizm, halkın ve kurumların daha iyiye doğru değiştirilebileceğine savuncularını inandırıyor. mac ginty, bu durumun, askeri müdahalecilerde "bir şey yapılması şart" şeklinde genel bir inanç yarattığını da ekliyor.
bu inanç, müdahalecilerin niçin müdahalenin kötü sonuçlarının bile aslında olumlu olduğunda ısrar ettiklerini kısmen açıklıyor. mesela fransa eski cumhurbaşkanı nikolas sarkozy'i 2011 yılında nato'nun libya lideri muammer kaddafi'ye karşı başlattığı "insani savaşa" ön ayak olmaya ikna eden fransız felsefeci bernard henri levy'yi ele alalım.
manevi bir başarı mı?
al jazeera'de head to head isimli tartışma programına katılan levy, nato müdahalesinin "kesinlikle manevi bir başarı" olduğu, bundan dolayı gurur duymamız gerektiği ve sonuçların "o kadar da kötü olmadığını" söyledi. peki levy'nin kafasındaki ölçüt neydi? öncelikle, tabii ki libyalılar uzun soluklu ve kanlı bir diktatörlükten "kurtarılmıştı". ayrıca libya'da düzenlenen ilk demokratik seçimlerde "köktenciler" (müslüman kardeşler'i böyle tanımlıyordu) "iktidara gelmemişti."
yani libya'nın her yerini silahlar ve aşırılık yanlısı militanlar sarmış durumda; parlamento bunlara karşı çaresiz; her yere şiddet ve istikrarsızlık hakim; ülke ikiye bölünmenin eşiğinde; ama çok şükür, islamcılar hükümette çoğunluk olacak kadar oy almadı! bu yüzden libya halkı, böylesine mutluluk verici bir noktaya geldikleri için batılı güçlere sonsuza kadar minnettar olmalı!
tarihçi-yazar alex von tunzelmann, müdahaleci görüşlerin halen varlık gösteriyor olmasını, bu görüşlerin "emperyalizmin bir yansıması" olmasına bağlıyor. modern dönemin müdahale yaygaralarını, geçtiğimiz iki yüzyıldaki ingiliz ve amerikan emperyalizmine benzeten tunzelmann, günümüz müdahale yanlılarının hâlâ uygarlaştırma misyonlarını savunarak, "batı'nın gelişmişliğinin nimetlerini, yumuşak bir şekilde dünyanın diğer yerlerine aktarmalıyız. batı olarak, fırtınaları dindirip ışığı yaymak gibi bir yükümlülüğümüz var" yönünde düşündüklerini söylüyor.
tunzelmann'a göre, bu tür "müşfik emperyalizmin" her daim iyi niyetli savunucuları bulunuyor. mesela, ingiltere'nin 20. yüzyıl sonundaki hindistan kraliyet naibi lord curzon, hindistan'ı "sevginin dışında sorumluluk da duyduğu topraklar " olarak nitelendirmişti. curzon'un sorumluluğa yaptığı bu atıf, levy'nin al jazeera'deki programda müdahale karşıtlarının eleştirilerine cevaben "ne yapsaydık? kollarımızı kavuşturup [libya ve suriye'deki] katliamları izlese miydik?" demesine benziyor.
görünürde asil amaçlar taşıyan bu yardım arzusu, işte bu noktada bazı sıkıntılar taşıyor. bunlardan ilki, işgüzar liberallerin, "batı askeri müdahalede bulunmazsa, hiçbir şey yapmamış sayılır" varsayımı ki, bu, batı'nın devreye girip sorun yarattığı veya işlerin daha da kötüleşmesine sebep olduğu zamanların kolayca üstünü örtüyor. dolayısıyla suriye örneğinde, batılı güçlerin muhalefet içindeki aşırılık yanlılarını (körfezli müttefikleri vasıtasıyla) destekleyip silahlandırması, "bir şey yapmak" sayılmıyor.
benzer şekilde, batı, yozlaşmış, mezhepçi ve otoriter iktidarına ve bunun irak halkı açısından yarattığı acı neticelere rağmen irak başbakanı nuri maliki'yi maddi-manevi desteklemekle de "bir şey yapmış" olmuyor.
buna karşılık, müdahalecilerin manevi açıdan üstün yardım arzusunu karşılayabilecek tek şey silah. onların kitabında ikna diplomasisi diye bir şey yok ya da bir ülkeyi kurtarmaya çalışan bir liberalseniz, bu tür zorlayıcı diplomatik girişimler nedense asla işe yaramıyor.
müdahalecilerin itibarı
müdahalecilerin itibarına leke düşüren bir diğer önemli konu da tutarsızlıkları. konu bahreyn, filistin ya da yemen olunca, ne levy ne de blair "bir şey yapmaktan" yana. iyi ama neden? buralardaki mücadeleler, verilecek desteğe o kadar da değmiyor mu? ve bu masa başı askeri uzmanlar, başladıkları işi bitirme; batı'nın özgürlük bombaları durduğunda neler olduğunu takip etme kapasitesine sahip olmadıklarını afganistan ve irak'tan libya'ya kadar pek çok örnekte defaatle gösterdiler.
işin iyi tarafı da var: kimi analistler, batılı müdahalecilerin etkisinin azaldığını öne sürüyor. bradford üniversitesi barış çalışmaları bölümü dekan yardımcısı prof. neil cooper, liberal müdahaleciliğin yükselişinin, soğuk savaş'ın sona ermesiyle bağlantılı olduğunu söylüyor. zira soğuk savaş'ın sonu, ideolojik tartışmayı batı'nın "kazanması" ve abd'nin tek süper güç olarak ayakta kalması demekti.
cooper, "batı'nın ideolojik egemenliği ve abd'nin tek kutupluluğunun damga vurduğu o dönem, özelde amerika genelde batı'ya, soğuk savaş boyunca yapamadıkları tarzda askeri müdahalede bulunma imkanı verdi," yorumunu yapıyor. irak ve afganistan sonrası süreçte 'bu fikrin ciddi biçimde zıvanadan çıktığını' da sözlerine ekliyor.
cooper'ın analize göre, müdahalecilik tartışması yön değiştirirken, liberal kibir ve yaşanan savaş tecrübeleri, batı'nın bu meselelerde karnesinin kötü olduğunun fark edilmesini sağladı. bu aydınlatıcı bir düşünce olmakla beraber, müdahalecilerin ortadoğu konusundaki babacıl vaazlarının asla sona ermeyeceğini tarih bize gösteriyor.
rachel shabi, gazeteci ve 'not the enemy: israel's jews from arab lands' (yale university press, 2010) isimli kitabın yazarı.
twitter'dan takip edin: @rachshabi
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar