Görüş

Irak çıkmazında Avrupa'nın payı

IŞİD'in bulunduğu noktaya gelişinin iki temel sebebi var: Maliki'nin mezhepçi politikaları ve zengin petrol rezervlerine rağmen ülkede sağlıklı bir ekonomik ve sosyal hayat tesis edilememiş olması. Çözümün anahtarı ise ülke liderlerinin eşitlik, adalet ve kapsayıcılığa dayalı bir ulusal birlik ortamı sağlamasında yatıyor.

Küçükcan'a göre meşru temsil iddiasının aşırı örgütler tarafından çalınması, şiddet örgütlerine karşı tepki ve endişeleri de artırıyor. [Fotoğraf: AP]

"kimin aklına gelirdi?" deniliyor, ama aslında pek çok kişi söylemişti. dünya – özellikle de bizim batı dünyamız – mena (ortadoğu ve kuzey afrika) bölgesinde kimin iyi, kimin kötü olduğuna dair tartışmalara fazlasıyla dalıp gitmişti. zaten bölgedeki iyi, kötü ve çirkine dair bakış açılarımız da, en bariz gerçeği gözden kaçırmamıza yol açacak şekilde, en son gelişme veya teorilere göre değişkenlik gösteriyordu.

siyasetin çoğu kez en belirgin olduğu yer, kati veya soyut meseleler değil, gri alanlardır. ve o gri alanlar, aynı zamanda insani felaketlerin de sıkça yaşandığı yerlerdir.

irak ve şam islam devleti (işid) faktörü (el kaide ve aşırılıklarından artık kurtulduk çünkü), telafer, musul, felluce veya ramadi'de yeni ortaya çıkmış bir şey değil. işid, amerikan kuvvetlerinin irak'tan çekildiği 2011 yılından beri büyüyordu.

fakat bu noktada geçmişe dönüp bakmak lazım. dicle ve fırat bölgesi sakinlerinin, başlarındaki yöneticilerin ve dahi kuklası oldukları yabancı güçlerin isteklerine tabi tutulmalarında, osmanlı imparatorluğu'nun parçalanması ve ardından irak'ta kurulan sömürge yönetiminin rolü olduğuna dair hiç şüphem yok.

öte yandan, 2003'teki irak'a özgürlük operasyonu ve ülkenin baas'tan temizleme (kurumsallıktan uzaklaştırma) sürecinde yapılan zulüm ve yanlışlıklar da durumun daha vahim bir hale gelmesinde pay sahibiydi. abd'nin 2011'de ülkeden çekilmesi ve başbakan nuri maliki hükümetinin sert politikaları da işid'in saflarını genişletmesine yardımcı oldu.

irak'a – ve mena geneline dair – bir olumsuz gerçek de, dünyadaki en büyük petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen, sağlıklı bir ekonomik ve toplumsal hayatın tesis edilememesi. 

'kendi ülkesinde dışlananlar'

bununla beraber, hem ülkeyi yakından tanımama hem de bölge analistlerinin görüşlerine dayanarak şunu söyleyebilirim ki, işid'in, tepesindekilerin zalimce yönettiğini birçok mena toplumundaki yaygın bir sorunun yeni tezahürü haline gelmesinin iki temel sebebi var.

bunlardan ilki; irak başbakanı maliki'nin mezhepçi tutumu. irak'taki şii çoğunluğun, saddam hüseyin yönetimi altında gerçekten zor dönemler yaşadığı doğru. ama paylaşım masasını, kendi ülkelerinde dışlanmış gibi hissetmelerine vardıracak denli, sünnilerden uzaklaştırmak kabul edilebilir bir şey değil.

şiiler, bizzat ayrımcılık ve tecritten çok çekmiş geniş bir toplum olarak aynı şekilde davranmamalılar. oysa maliki'nin yaptığı tam da bu. üstelik bunu yaparken, jeopolitik açıdan irak'taki yerini sağlamlaştırmak isteyen iran'dan da takdir gördü.

irak'a – ve mena bölgesi geneline dair – bir diğer olumsuz gerçek de, dünyadaki en geniş petrol rezervlerinden birine sahip olmasına rağmen, sağlıklı bir ekonomik ve toplumsal hayatın tesis edilememesinde yatıyor. pek çok iraklı hâlâ yoksulluk içinde. böylesine bir yoksulluk, yaygın yolsuzlukla da birleşince öfke, bölünme ve en nihayetinde de isyana neden oluyor. düşmanımın düşmanı, kolaylıkla dostum haline dönüşebiliyor.

irak'ı etkileyen bütün bu faktörleri mena bölgesinin sosyo-politik ve etnik-dini potalarına doldurup suriye, libya, mısır ve hatta yemen gibi komşu ülkelerin de benzer sorunlardan şikayet ettiğini dikkate almamız gerekiyor. bunu gerçekleştirdiğimizde, gerçekleri görmezden gelmenin, başını devekuşu gibi kuma gömmekten öte bir faydası olmadığı da görülüyor. devekuşlarının bu davranışı en azından içgüdüsel bir şey. bizdeki ise çok daha maksatlı.

peki ama devlet kurumlarının çoğunun böyle yok olup gitmesi, kapsayıcı bir vizyonun olmaması ve radikal yobazların yarattığı terör yüzünden en çok acı çeken kim? tabii ki en sonunda mülteci durumuna düşen ve hızlı para kazanmanın peşindeki akbabalara yem olan yüz binlerce sıradan erkek, kadın ve çocuk.

şayet irak, birkaç yıl önce olduğu gibi yine kanını emmeye başlayan bu kısasa kısas şiddet sarmalından kurtulmak istiyorsa, siyasetçiler, ülkede ulusal birliği sağlamalıdırlar. lakin irak'taki tüm farklı toplumlara eşit, adil ve kapsayıcı şekilde muamele edilmeden bu sağlanamaz. ancak o zaman iraklı şii ve sünnilerin, kürtlere ve sayıca az diğer "azınlık" toplumlarına ortaklık için el uzatması mümkün olur.

geçtiğimiz yüzyıllarda yaşanan aşırılıklarda avrupa olarak bizim de sorumluluğumuz ve suçumuz var. 

bulaşıcı şiddet

aksi halde, musul'da ve diğer yerlerde tanık olduklarımız, acımasızca tırmanıp ülkenin diğer bölümlerini rastgele yutabilecek şiddet dalgalarının devamından başka bir şey olmayacaktır. kanser nasıl vücudun bir yerinden diğer yerine sıçrıyorsa, şiddet de öyle yayılır ve irak'ın ne güneyi ne de kuzeyi, radikallik, baskı, mezhepçilik ve öldürücü şiddet karşısında geçilmez olabilir.

o zaman, orta kesimleri istikrarsızlık, terör ve intiharın pençesinde kıvranan, üç renkli bir irak haritası ile karşı karşıya kalacağımız kesin.

fakat irak ile ilgili olarak bahsettiğimiz bu senaryo, belirsiz ve sınır tanımaz bir çöküşün eşiğindeki suriye ve diğer mena ülkelerinin de kaderi olacaktır. kendisini vatansever addeden hiçbir iktidar sahibinin (ne yazıktır ki o iktidar sahipleri de hep testosteron seviyesinin yönlendirdiği erkekler olur) böyle bir kargaşa yaratıp yargı önünde düzgün şekilde hesap vermeden paçayı sıyırmasına izin verilmemelidir.

unutmayalım, geçtiğimiz yüzyıllarda yaşanan aşırılıklarda – sömürgecilik, şiddet, adaletsizlik ve dini hoşgörüsüzlük ile dolu tarihimiz itibarıyla – avrupa olarak bizim de sorumluluğumuz ve suçumuz var. dolayısıyla başkalarına akıl satmaya hiç hakkım yok. daha ziyade, iki yanlışın bir doğru etmeyeceğini söylemeye çalışıyorum. siyasetin eşkıyalarından da, dini aşırılık yanlılarından da kurtulup daha iyi bir hayat sürmek, irak halkının ve tüm mena bölgesinin hakkı.

bu noktada olabildiğince açık sözlü olup kendi menfaatimize bir husustan bahsetmek istiyorum. avrupa olarak, 2. dünya savaşı sonrasında kendi avrupa birliği-dostu kurumlarımız bünyesinde titizlikle çalışıp büyük çaba harcayarak, aksak bir barış kültürü geliştirdik. o nedenle bu tür bir radikallik ve şiddetin bir de geri tepip kıyılarımızı vurmasına ihtiyacımız yok. sonuçta başımızda zaten yeterince sıkıntı yok mu?

dr. harry hagopian, londra'da yerleşik uluslararası avukat, siyasi danışman ve mena (ortadoğu ve kuzey afrika) bölgesi danışmanı. aynı zamanda second-track (ikinci yol) müzakerecisi olarak avrupa kurumları ile yakın işbirliği içinde çalışıyor.

twitter'dan takip edin: @harryhagopian

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Harry Hagopian

londra'da yerleşik uluslararası avukat, siyasi danışman ve mena bölgesi danışmanı. aynı zamanda second-track (ikinci yol) müzakerecisi olarak avrupa kurumları ile yakın işbirliği içinde çalışıyor. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;