Görüş
Ferguson kararının gösterdiği Amerika
ABD'deki ırk ayrımcılığı sorununun kökeninde, siyahların insan olarak görülmemesi yatıyor. Amerikalıların önemli bir bölümü, medyanın da yaptığı haberlerle buna çanak tutmasıyla, siyahları hayali karakterler olarak görmeyi yeğliyorlar.
ferguson ile ilgili tüm tartışmalar aynı kısır döngü içinde sürüyor. biz istediğimiz kadar twitter hashtagleri açalım, konuyla ilgili istatistikleri sayıp dökelim, son dönemde ölen (aralarında 12 yaşında bir çocuğun da bulunduğu) siyahlardan bahsedelim, hiçbiri işe yaramıyor. en sonunda çenemizi kapamamız söyleniyor. amerikan sosyal medyası şu anda ırkçılıktan bahsetmeyi bırakmamızı isteyen öfkeli beyazlarla dolu.
fakat öyle görünüyor ki herkes, şahsen keşfettiğimi düşündüğüm asıl meseleyi kaçırıyor: siyahlar, insan değil. hatta kimilerimizin kullanmaktan hoşlandığı tabirle, insan müsveddesi bile değiller. siyahlar, görünüşe göre sadece hayali birer yaratık – bir şeytan, bir vahşi ya da bir çizgi roman karakteri.
bu filmi daha önce görmüştük
abd'nin ferguson kentinde michael brown isimli 18 yaşındaki silahsız siyah bir genci vuran beyaz polis memuru darren wilson'nın, büyük jürinin 24 kasım 2014 pazartesi günü verdiği kararla yargılanmasına gerek olmadığına hükmedildi. karar öğleden sonra saat 13'te onandığı halde, kamuoyuna akşam saat 21’e kadar duyuru yapılmadı.
peki, yetkililer kararı açıklamak için neden akşama kadar beklemişti? gece kalabalığı kontrol etmenin daha zor olacağını ve yakılan ateşlerin, polisle protestocular arasındaki çatışmaların gece çekimiyle gündüze nazaran daha dramatik görüneceğini bildikleri için mi? siviller ve polisler dahil binlerce insanın hayatı, sırf halkla ilişkiler ve dikkat dağıtmak adına riske mi atılmıştı?
sonunda istediklerini de elde ettiler. bölgedeki bir bina yandı; bu da haber kanallarına "ferguson yanıyor" manşetiyle haber yapmak, barışçıl bir biçimde protestosunu sürdüren binlerce insan dururken sadece yağmacılara odaklanmak, yanan polis arabalarını haber yaparken baş şüphelinin beyaz bir erkek olduğu yönündeki polis raporlarını dikkate almamak için mazeret oldu.
ferguson'daki olayların gidişatını izlemek, arkadaşınızın sonunu söylediği, üstüne üstlük kötü bir filmi izlemek gibi. o yüzden kararın ardından yayınlanan makalelerde, brown'un 9 ağustos 2014’te vurulmasını takip eden ilk haftalardaki o ısrarcılıktan eser yok.
sonuçta bunların hepsini daha önce de görmüştük, değil mi? beyaz polis, siyah serseriyi vurur; siyah serseriler ayaklanır; al sharpton (siyah din adamı ve aktivist) çıkıp bir şeyler söyler; insanlar her şeyi unutur; jenerik akmaya başlar.
dolayısıyla amerikalı olmayanların, abd'deki gerçek hayatı hollywood filmlerindeki gibi vahşi sanmasına şaşırmamak gerek – zira burada hayat çoğu zaman öyle. lakin bu, haberlerde siyahları şeytanlaştırma konusundaki kötü alışkanlığımızın başka ülkelerce de benimsendiği anlamına gelmiyor.
michael brown ile ilgili yabancı kaynaklı haberleri izlediğimizde bunu daha iyi görüyoruz. mesela japonya'da yayınlanan haberlerde, ölen gence bir saygı ifadesi olarak "brown-san" deniyor. meksika, brezilya ve tayvan'da brown'dan hep "genç adam" diye bahsediliyor. yani diğer bir deyişle, brown, bir insan olarak görülüyor.
ancak abd medyası, bizi michael brown'un "bir melek olmadığı" yönünde uyarıyor. gencin, rap şarkıları yaptığını öğreniyoruz. oldukça uzun boylu (yani katili kadar uzun) ve biraz fazla kilolu olduğu (ki bu da onu ürkütücü biri yapıyor) hatırlatılıyor. fox news, brown'un gerçekten üniversiteye gitmeye hazırlanıp hazırlanmadığı konusunda şüphe yaratmaya çalışıyor. genç adamın sahip olabileceği her tür insani yön, bize içindeki o korkunç canavarı göstermek adına yok ediliyor.
şeytanlarımızı öldürmek
michael brown'u vuran polis memuru wilson, olayla ilgili ifadesinde, kurban için "o şey, şeytana benziyor[du]" ifadesini kullandı. yani brown sadece bir "şeytan" değil, aynı zamanda bir "şey"di.
diyelim ki, wilson'ın dili sürçtü ve yanlışlıkla "o" yerine "şey" dedi. fakat burada vatandaşların hayatını korumaya yemin etmiş bir adamdan söz ediyoruz. üstelik mümkün olan en iyi medya eğitimini almak için haftalarca zamanı vardı. brown olayı, en tarafsız şekliyle söylemek gerekirse, son derece hassas bir mesele.
kaldı ki kamuoyunun gözü önünde, ölmüş bir gençten bahsederken "şey", "şeytan", "tehdit" gibi ibareler kullanmanın kötü bir fikir olduğu, wilson'ın ya da onu eğitenlerin aklına gelmiyorsa, bu durum, ferguson polisinin vatandaşlarla etkileşiminde belki de yanlış bir şeyler olduğunu göstermez mi?
ama bunların hiçbirinin önemi yok; çünkü michael brown bir insan değildi. o bir şeytan ve belli ki bir çizgi roman karakteriydi.
wilson, ifadesinin bir bölümünde brown için "adeta gittikçe şişerek kurşunların arasından koşuyordu; sanki ben ateş ettikçe çıldırıyordu." diyor.
"şişmek" derken neyi kastettiği hakkında ise kimsenin en ufak bir fikri bile yok gibi. ben bu terimin daha önce sadece sporla ilgili olarak kullanıldığını duydum. sporcular, sezon başladığında daha kaslı ve rekabetçi olabilmek için sezon dışında daha fazla yemek yiyip egzersiz yapar ya, işte o anlamda.
fakat bir kez isabet alan bir insanın vurulduktan hemen sonra o şekilde "şişmesi" de, bunu kurşunların arasından koşmaya hazırlanmak için yapması da olacak iş değil. aslına bakarsanız wilson'ın söyledikleri kulağa bir ifadeden ziyade yeşil dev hulk (the incredible hulk, 2008) filminin senaryosundan alıntı gibi geliyor.
dürüst olmak gerekirse, wilson'ın hikayesi bana bir şey ifade etmiyor; ama artık gerçeği asla bilemeyeceğim, çünkü bir yargılama olmayacak. o yüzden de korkarım ırkçıların söylediklerine katılmak zorundayım. belki de wilson'ın o gün gördüğü, bir insan değildi. caddede bir yerde belki de bir insan vardı, ama wilson onu görmedi. onun gördüğü bir şeytandı ve bu yüzden onu suçlamak zor. zira öyle görünüyor ki, bizim de tek gördüğümüz bu.
siyahlar ölüyor olabilir, ama beyaz aktivizmi hâlâ canlı
amerikan gençliği olarak bize yöneltilen hakaretlerden biri de, çok duyarsız olduğumuz ve toplumsal bir hareket başlatma kapasitesine sahip olmadığımız yönünde. bu kesinlikle doğru değil. amerikalılar, örgütlenme kabiliyetlerini kaybetmedi. son aylarda internet üzerinden oldukça etkileyici iki kampanya düzenledik. bunlardan biri, als hastalığı konusunda farkındalık yaratma amaçlı ice bucket challenge, diğer ise video oyunu severlerin başlattığı gamergate. ilk kampanya kapsamında milyonlarca kişi, bir kova dolusu buzlu suyu başlarından aşağı dökerken çektikleri videoları internette yayınlayarak, als hastalığının tedavisi için bağış toplamaya çalıştı.
"etik gazetecilik" adına düzenlenen gamergate kampanyasında ise (çoğu kadın düşmanı) bir grup video oyunu sever, intel ve adobe gibi çok uluslu şirketlerin, teknoloji ile ilgili önemli medya sitelerindeki sponsorluklarını çekmelerini sağladı. her iki hareket de ağırlıklı olarak beyazlar tarafından yürtüldü.
lakin beyaz internet aktivistlerinin, şirketleri taraflı haber programlarına sponsor olmaktan vazgeçirmeye ya da polis zulmüne son vermek için bağışta toplamaya yönelik geniş çaplı bir hareket başlatmalarını beklemek çok mantıklı değil. üstelik polis zulmü konusunda tam tersi bir tablo da gördük. "darren wilson'a destek" adıyla açılan kampanya kapsamında, yarım milyon dolar para toplandı. hatta kimi bağışçılar, "normal amerikalıları, saldırgan ve ilkel vahşilerden koruduğu" için wilson'a teşekkür ediyordu.
netice itibarıyla, pek çok amerikalının, video kamera önünde kafasından aşağı bir kova dolusu buzlu suyu memnuniyetle boca ederken, birileri brown olayının kötü idare edilmiş olabileceğini öne sürdüğü anda öfkelendiği bir çağda yaşıyoruz. başka bir deyişle, nüfusun ciddi bir bölümü, siyahları insan saymanın yaratacağı duygusal rahatsızlığa katlanmaktansa, [kafasından aşağı buzlu su dökerek] hipotermi, kalp aritmisi, hatta ölüm riskine maruz kalmayı tercih ediyor.
amerikalılar bunun yerine siyahları hayali karakterler olarak görmeyi yeğliyorlar; böylece siyahlardan beklediğimiz şeyler gözümüze daha akla yatkın görünüyor. bizi eğlendirmelerine bayılıyoruz ama onlarla komşu olmak istemiyoruz. yüksek sesle şarkı söylemelerini lakin sessizce ölmelerini istiyoruz.
bundan 50 yıl önce, james baldwin isimli bir yazar, "bastırılmış siyah nüfusun" da diğer herkes kadar insan olduğunu; amerikalıların bunu anlaması gerektiğini yazmıştı. endişem o ki, baldwin, merhamet ve sorumluluk duygumuzu abartmış olabilir.
abd'deki ırk sorununu, beyazların "daha fazla", siyahlarınsa "daha az" insan olarak algılandığı şeklinde yorumlamak için vakit çok erken ya da çok geç olabilir. bu noktada korkarım işe, siyahların insan olup olmadığı konusunda bir karar vererek başlamamız gerekebilir.
dexter thomas jr., cornell üniversitesi öğretim görevlisi. thomas jr., hip-hop ve modern kültür alanında dersler veriyor.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar