Görüş

Filistin Yönetimi bundan sonra ne yapmalı?

Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip 'süper devletler', BM’nin ilkelerine ve çoğunluğun iradesine göre değil, kendi çıkarlarına göre hareket etmektedir. Bu gerçeği vurgulamak için Filistin tasarısının başarısız olması gibi bir hadiseye ihtiyacımız yoktu.

Keyali'ye göre Mahmud Abbas'ın başında olduğu Filistin Yönetimi, politikasını gözden geçirmeli ve teorik vaatlerin yerini pratik adımlar almalı. [Fotoğraf: Reuters]

filistin yönetimi, israil işgalinin sonlandırılması ve bağımsız bir filistin devleti kurulmasını öngören karar tasarısının bm güvenlik konseyi'nde kabul edilmemesinin ardından her zamankinden daha zor seçenek ve sorunlarla yüzleşiyor. 

söz konusu karar tasarısı güvenlik konseyi'nde aralarında rusya, çin ve fransa’nın da olduğu sekiz ülke tarafından kabul edildi. ancak tasarının geçmesi için dokuz oy gerekliydi. abd, avustralya ile birlikte siyasi bir mesaj vererek karşı oy kullanırken ingiltere de dahil beş ülke çekimser kaldı.

bu vakıa içinde önemli olan husus fransa da dâhil üç daimi üye ülkenin tasarıya onay vermesidir. fransa’nın, parlamentoları filistin devletini tanıma kararı alan avrupa ülkelerine dâhil olması açısından bu önemli bir gelişmedir.

tasarının kabul edilmesi için gerekli dokuz oy sağlansa ve abd vetosu olmasa bile, sahada ve güç dengeleri üzerinde büyük bir değişim beklemek doğru değil. zira israil, zaten abd'nin desteğinden yararlandığı için bm kararlarını umursamıyor.

by Macid Keyali

güvenlik konseyi'nde daimi üye olan dördüncü ülke ingiltere’nin çekimser kalmakla yetindiği malum. bu, geçmişe kıyasla istenen düzeyde olmasa da ileri bir adımdır. ingiliz parlamentosunun da fransız parlamentosu gibi filistin devletinin tanınması yönünde adım attığı biliniyor.

bu nedenle filistin tasarısına yönelik asıl muhalefet 'barış süreci'nin sponsoru ülke abd’den geldi. avustralya’nın muhalefeti amerikan tutumundan kaynaklanmaktadır. bu ülkenin tıpkı kanada gibi abd’den bağımsız bir dış politikası bulunmuyor. aynı durum çekimser kalan ingiltere, litvanya, nijerya, güney kore ve ruanda için de geçerli.

aslında abd’nin tutumu sürpriz değildi. zira abd, kendi yetkilileri ağzından defalarca söz konusu filistin eğilimine karşı olduğunu açıklayarak bunu, müzakere sürecine zarar veren tek yanlı bir adım olarak gördü.

buradan abd’nin filistin davası konusunda belirleyici bir politikasının olmadığı, barack obama yönetiminin filistinlilere yönelik tüm vaatlerine ve israil’le anlaşmazlıklarına rağmen israil yanlısı tavrını bırakamadığı ve hatta bırakmak istemediği sonucu çıkıyor. ayrıca washington'un, tel aviv’in işgal, kibir ve filistinlilerin haklarını çiğnemek üzerine kurulu politikalarını örtbas ettiği anlaşılıyor. genelde obama yönetimi, iran dosyasından ukrayna'ya, oradan suriye meselesine kadar önüne gelen tüm dış dosyalarda kararsız bir görüntü çiziyor.

abd’nin bu tutumu biliniyor. buna rağmen filistin yönetimi hiçbir karşılık beklemeden abd’nin peşinden giderek çok yanlış yaptı. önceki deneyimlerinden dersler çıkarmadı.

abd, eski başkan bill clinton döneminde geçiş sürecinin sona ermesi sonrası (1999) oslo anlaşması'ndan sıyrılan israil’e karşı hiçbir şey yapmamıştı. halefi george w. bush da israil’in ‘yol haritası’ planından sıyrılmasına tepki göstermedi. üstelik filistinliler bu yol haritasındaki sorumluluklarını yerine getirmişlerdi. israil, obama’nın yerleşim birimlerinin geçici ve kısmen durdurulması konusundaki çağrılarına karşılık vermedi. binyamin netanyahu’nun anlaşmaya aykırı olarak eski filistinli tutukluların son bölümünü serbest bırakmaması üzerine abd'nin dokuz ay boyunca yürüttüğü müzakere çabası boşa çıktı. bu durum filistinlilerin müzakereleri durdurmasına yol açtı.

daha da kötüsü abd yönetimleri her defasında israil’in müzakerelerdeki kibirli ve uzlaşmaz tutumuna, kendisinden istenenleri yerine getirmekten sıyrılmasına ayak uydurdular ve aksine filistinlilere baskı yapmayı yeğlediler. şu ana kadar yaşanan bu. hatta öyle ki abd yönetimi filistin tasarısında (zaten dokuz oya ulaşamaması sebebiyle düşecekken) çekimser bile kalmadı. israil'in yaklaşımlarına ve politikalarına olan mutlak tarafgirliğini gösteren, filistinlilerin haklarıyla ve filistin liderlerini soktuğu sıkıntılı durumla ilgilenmediğini vurgulayan net bir mesajla bilinçli şekilde tasarıyı veto etti.

filistin yönetimi'nin tasarı üzerinde abd ve avrupa ülkelerinin onayını almak için gerekli değişiklikleri yaptığını bilmesine rağmen washington'un böyle bir tavır alması dikkat çekici. oysa tasarının çıtası, uluslararası meşruiyetin ve güvenlik konseyi'nin geçmiş yıllarda filistin konusunda aldığı kararların dahi altına düştü. güvenlik konseyi'ne sunulan tasarı, bilindiği gibi müzakere süreciyle bağı kesmiyor ve filistin yönetimi'nin kendi halkı karşısında sıkıntılı duruma düşmesine rağmen sadece bu çözüm üzerinden müzakerelerle bağlantı kurmaya çalışıyordu. dahası tasarı israil’e, üç günde çekilebileceği hâlde, işgalini bitirmesi için üç yıl süre (2017 sonu) tanıyordu. üstelik oslo anlaşması'nın (1993) imzalanmasının üzerinden yirmi yıldan fazla geçmişken...

filistin yönetimi'nin tasarıda bazı değişikliklere gitmesine aslında hiç gerek olmadığı yaklaşımı şu basit nedenden ötürü de doğru: güvenlik konseyi'ndeki kavga, filistin hakkının bu uluslararası platformda ispatlanması yönündeki siyasi ve ahlâki bir kavgadan ibarettir. yani kavgaya bu haktan ödün verilerek girilmesi, kavgayı anlamsız ve faydasız kılar.

bu dersten veya deneyimden çıkarılacak sonuç şudur: güvenlik konseyi (veto hakkına sahip 'süper devletler' sebebiyle), dünyanın güvenliğini, barışı ve halkların kendi geleceklerini belirleme hakkını korumak, tartışmalı konulara barışçıl çözümler bulmak için kurulan bm'nin ilkelerine karşı faaliyet yürütmektedir. zira bu ülkeler bm’nin ilkelerine ve üyelerinin çoğunluğunun iradesine göre değil, kendi çıkarlarına göre hareket etmektedirler.

bu gerçeği vurgulamak için filistin tasarısının başarısız olması gibi bir hadiseye ihtiyacımız yoktu. örneğin irak meselesi gibi birçok uluslararası sorunda aynı durum yaşandı. benzer gelişme, rusya ve çin vetosu sebebiyle çeyrek milyondan fazla suriyelinin ölmesine ve milyonlarcasının evsiz kalmasına rağmen suriye meselesine çözüm bulma acizliğinde de açıkça görülüyor. tıpkı, abd’nin israil’e destek için onlarca kez veto hakkını kullanması gibi...

burada amacımız bm’deki başarısızlığın sürpriz olmadığını ve hatta beklendiğini ifade etmektir. hatta tasarının kabul edilmesi için gerekli dokuz oy sağlansa ve abd vetosu olmasa bile, sahada ve güç dengeleri üzerinde büyük bir değişim beklemek doğru değil. zira israil, zaten abd'nin desteğinden yararlandığı için bm kararlarını umursamıyor.

filistin kendi işini kendi görmeli

filistin yönetimi'nin sorunu, kendi meselesini güvenlik konseyi'ne taşımayı olmazsa olmaz görmesi veya davanın akıbetinin güvenlik konseyi'nde belirleneceğini düşünmesidir. oysa uluslararası, bölgesel ve arap gerçekliği içinde (özellikle de arap dünyasında karışıklıkların yaşandığı şu dönemde) böyle bir girişimin hiçbir faydası yok.

yani filistinlilerin hatası, başka seçenekleri kullanmadan güvenlik konseyi'ne bel bağlamasında saklıydı. siyasi ve diplomatik alandaki kavganın önemine rağmen tüm üye ülkelerin onayından geçse dahi böyle bir kararın israil işgalini bitirebileceğini veya israil’i işgal altındaki filistin topraklarından çekilmeye ikna edebileceğini düşünmek tam bir saflıktır.

bu tecrübe, israil’in bm ve güvenlik konseyi'nin tüm kararlarını hiçe saydığını gösterdi. hatta israil toprak müsaderesinin ve yerleşim faaliyetlerinin durdurulması, kudüs’ün tarihi siluetinin değiştirilmemesi ve filistinlilere yönelik keyfi uygulamalara son vermesi gibi işgalin sona erdirilmesi talebinden çok daha hafif kararları dahi hiçe saydı.

filistinliler, oslo anlaşması'ndan bu yana meşgul oldukları siyasi denklemleri değiştirme sürecine girmeli ve kendi işlerini kendileri görmelidir. buunların başında da israil’le olan güvenlik koordinasyonuna son vermek geliyor. zira israil’in ve yerleşimcilerin güvenliğini sağlamak filistin yönetimi'nin işi değildir.

by Macid Keyali

sorun ayrıca filistin yönetimi'nin kendi halkını yönetme biçiminde, siyasi tercihlerinde ve bu tercihlerinin israil’le çekişmesini yürütecek kapsamlı stratejik bakış açısına ihtiyaç duymasında saklı. sadece müzakere seçeneğine bel bağlaması da bu kapsamda yer almaktadır. bu yönetimin kendi iç şartlarından çok uluslararası müzakere çerçevesine yoğunlaşması ve filistin şartlarını zayıflık hâlinden kurtarmakla ilgilenmemesi dikkat çekicidir. bu zayıflık hâli gerek marjinal, pörsümüş ve etkisiz görülen kurumsal alanda (filistin kurtuluş örgütü-fkö, filistin yönetimi ve filistinli gruplar) gerekse de filistin halkının birçok düzlemde aşınmaya yüz tutmuş enerjisini kontrol altına alma gücünün zayıflaması bağlamında yaşanmaktadır.

her hâlükârda yukarıda anlattığımız üzere filistin yönetimi şu an tüm bu yaşananlardan sonra bir kader anındadır. politikasını ve çalışma yöntemini gözden geçirmek ve alternatif seçenekler hazırlamak için sorumlu ve belirleyici olması gerekmektedir. bu yönetim, uluslararası kararları (müzakere süreci ve tüm anlaşma maddelerinin hukuki çerçevesini) referans almadan oslo anlaşması'nı imzalamanın ve yirmi yıldır müzakereleri sürdürerek filistin davasına yönelik desteğin kalkmasının sorumlusudur. ayrıca kendi halkını, hatta siyasi oluşumları (fkö, filistin yönetimi ve filistinli grupları) böyle bir geçiş sürecine hazırlamadığı veya doğabilecek sonuçlarla mücadelede etmeleri için gerekli önlemleri almadığı için de sorumludur.

filistin yönetimi'nden şimdi alternatif seçenekler izleyerek vaatlerini teorik yaklaşımlardan çok, pratik adımlara çevirmesi istenmektedir. belki de bu yöndeki ilk adım, filistin’in uluslararası ceza mahkemesi (ucm) de dâhil tüm uluslararası örgütlere üyeliğinin sağlanmasıdır. son olarak roma statüsü imzalandı ve filistin'in 1 nisan itibarıyla ucm'ye katılacağı açıklandı.

filistinliler, oslo anlaşması'nın imzalanmasından bu yana meşgul oldukları siyasi denklemleri değiştirme sürecine girmeli ve kendi işlerini kendileri görmelidir. bu değişikliklerin başında da israil’le olan güvenlik koordinasyonuna son vermek geliyor. zira israil’in ve yerleşimcilerin güvenliğini sağlamak filistin yönetimi'nin işi değildir. ulusal yönetimin görevi filistinlilerde direniş ruhunu yaymak ve işgale karşı uygun ve muhtemel halkçı direniş şekilleri oluşturmaktır. israil’in boykot edilmesi ve meşruiyetine karşı süreçlerin güçlendirilmesiyle ilgili adımlar da bu çerçevede yer almaktadır. filistin yönetimi boş yere veya hiçbir karşılık beklemeden israil’le çözüme ehil olduğunu ispatlamak için bu direniş süreçlerinden uzak kalmıştı.

tüm bu süreçteki temel nokta filistinlilerin filistin evini yeniden inşa etmesidir. yani marjinalleşmiş, tükenmiş ve etkisi düşük kendi siyasi oluşumlarını (fkö, filistin yönetimi ve filistinli gruplar) vatanseverlik, temsiliyet, demokrasi ve kurumsallık temelleri üzerine yeniden inşa etmeleridir. bu yeniden inşa da ancak filistin ulusal hareketinin, ulusal kurtuluş hareketi yapısını kazanmasını içeren stratejik siyasi bir vizyon temelinde gerçekleşebilir. 

macid keyali, filistinli siyasetçi ve yazar. 1954 yılında suriye'nin halep şehrinde doğdu. şam üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. filistin ve israil konularında araştırma, analiz ve eleştiriler kaleme alan keyali'nin, '48 filistinlileri ve intifada', 'büyük ortadoğu: göstergeleri ve paradoksları', 'çözüm ve nihai çözüm konuları' adlı kitapları bulunuyor. 

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Macid Keyali

filistinli siyasetçi ve yazar. 1954 halep doğumlu. şam üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;