Görüş
Gönüllerin derbisi: Union Berlin - St. Pauli
Gazeteci Tan Morgül, Almanya'da işçi sınıfını temsil eden kulüplerden ikisi Union Berlin ve St. Pauli'nin maçını takip etti ve kulüplerin hikâyesini kaleme aldı.

johan huizinga’nın kült kitabı homo ludens “oyun kültürden eskidir” kelamıyla başlar. ve akabinde, insanoğlunun oyun oynayarak "yolunu" nasıl bulduğunu enine boyuna anlatır. velhasıl oynuyoruz... oynadıkça da yaşamla olan ilişkimizi daha bir katlanılır kılıyoruz. bir de işin izleme tarafı var, özellikle "yayın hadisesi" başladığından beri, mevzunun bu tarafı da hayli mühim oldu. ispata hacet yok herhalde; endüstriyel sıkıntılarını bir yana koyarsak, gezegenin tutkuyla izlenen en kalabalık ‘oyunu’ futbol. misal, 2014’teki almanya-arjantin dünya kupası finalini bir milyara yakın insan izlemiş.
lakin, mevzuyu yekten 90 dakikaya ve onun popüler- spektaküler dünyasına hapsedince oyunun asli keyfine vakıf olamıyoruz. ki az buz da değil, bu hikayeler bütünü... yeri geldi; arjantin milli takımının efsane hocalarından cesar luiz menotti’ye bağlanalım: “sadece futboldan anlayan, aslında futboldan da anlamaz.” oynuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz, yazıyoruz ama esiri de olmuyoruz, zira "hayat bilgisi" dersi futboldan ibaret değil. ve futbol dışı muhabbetlerin, faaliyetlerin, kazıların futboldaki lezzete katkısı da pek büyük.
izah edelim; son berlin ziyaretinde, yıllardır ‘sevegeldiğimiz’ hamburg’un yaramaz çocuğu fc. sankt pauli’nin, bir müddettir sevegeldiğimiz (biraz da dostumuz imran ayata sayesinde) eski doğu almanya’nın ayrıksı tohumu fc. union berlin’e konuk olduğunu öğrendiğimizde içimiz gitti. zira dönüş tarihi maç öncesine rast geliyordu. üzgün olmaktansa, hareketli olmayı tercih ettik ve bileti erteleyerek maça kaldık.
union berlin 1906 yılından beri, şehir merkezinin dışında, önce 'birleşik' berlin’de sonrasından ise eski demokratik alman cumhuriyeti (ddr), namı diğer doğu almanya’ya ait berlin’de mukim bir takımdı. kulübün harcını karan ise çelik sanayi işçileri. yani "sağlam" temeller üstüne kurulmuş. şimdiki ismini alması ise 1966'ya denk geliyor. statları "alte försterei" (eski ormanevi) ise eski olduğu kadar, taraftar nezdinde pek kıymetli bir "mabet".
union berlin, ii. dünya savaşı sonrası almanya’nın bölünmesinden sonra, ailenin üvey evladı muamelesi görmeye başlasa da sonrasında bu payeyi kabul ediyor ve avantaja çeviriyor. zira, daimi rakibi dinamo berlin yıllarca doğu alman gizli servisi stasi’nin açıktan desteği ve himayesi altında hem şehrin hem de ligin tozunu atarken, union’a da "rejimin karşı yakasında" demirlemek düşüyor. rejim sahibinin doğu almanya, haminin stasi olduğu düşünülürse, hani bu paye hiç de fena değil. hem bir de union işçi sınıfının ve daha da köpenick semtin takımı, onu da unutmuyoruz.
bu dönem zarfında takımın en fiyakalı hareketi 1968’de doğu almanya kupasını alması; lakin sovyetlerin çekoslavakya’yı işgali sonrası yaşanan gelişmeler, doğu almanya’nın avrupa kupalarından çekilmesine neden oluyor ve union tarihi fırsatı kaçırıyor. duvarın yıkılmasından sonraki en büyük başarısı ise 2001’de alman kupa finalinde schalke 04 ile oynaması… sonuç mağlubiyet ama mevzu o değil. maç öncesi berlin olimpiyat stadyumu'nda doğu’nun punk kraliçesi nina hagen’in bütün stat eşliğinde seslendirdiği ‘eisern union’ parçasını, daha doğrusu marşını dinlerseniz ne demek istediğimizi anlarsınız.
taraftar tezahüratlarında da ses bulan “eisern union”, yani “çelik union”, kuruluşundan itibaren berlin’in diğer orta-sınıf kökenli takımlarından farklı olarak, işçi-sınıfı ve yerel köklerinde sabit kaldı. bu alt-kültür kıymetler berlin’de futbola ilgi duyan ama "zengin" hertha berlin’e de gönlü gitmeyen, yeni kuşaklardan muhabbet gördü. kulüp, bu "doğuştan gelen" özelliklerine de saplanmayıp, ülke çapında ün kazanmasına neden olan sosyal aktivitelere imza attı. son dünya kupasında “dünyanın en büyük oturma odası” diye adlandırdıkları statlarında düzenledikleri maçı izleme etkinliklerine binlerce kişi katıldı. her yıl taraftar-başkan-oyuncu beraber kutlanan yılbaşı ile belki de almanya’nın en kalabalık noel etkinliğine imza atıyorlar.
başkanın hayali tribüne dönmek
almanya doğumlu ve uzun zamandır berlin’de ikamet eden yazar ve iletişimci arkadaşımız union taraftarı imran ayata’dan detayları alıyoruz. başkan dirk zingler kulübün yerel dinamikleri, taraftar ilişkisi ve kampanyaları konusunda pek bir titiz, zaten kendisinin de taraftarlıktan geldiğini (ve bizim de oturduğumuz kapalı tribünü kast edip) tek hayalinin başkanlık işleri bitiğinde tekrar o tribüne dönmek olduğunu söylüyormuş. union berlin’in en şık hareketlerinden biri ise 2009 yılında gerçekleşen, stadın yani alte försterei’nin yenilenme hikâyesi.
kaynakları kısıtlı olan kulübün yardımına her zaman olduğu gibi taraftar koşuyor. ama sadece cüzdanları ile değil, emekleri ile de... inşaat zamanı geldiğinde, tatile gitmedikleri gibi tatil paralarını kulübe bağışlıyorlar. daha önemlisi, gidip kapıdaki listelere isimlerini yazdırıyorlar, iş ve yeteneklerine göre; elektrikçi, tesisatçı, mühendis, boyacı, vs… içinde olduğumuz stadın, yan yana maç izlediğimiz taraftarların çoğunun emeğiyle yapıldığını bilmek, annenin ördüğü kazakla anneye sarılmak gibi bir şey. 2012-13 yılında numaralı tribün inşaatında ise bankadan alınan 15 milyon euro kredinin kapanması için yine harekete geçiyorlar ve ‘500 euroya üyelik’ kampanyası başlatılıyor. ilk aşamada kulübe 3 bin kişi üye oluyor. şimdi ise 12 bin kulüp üyesiyle union berlin eski doğu alman kulüpleri arasında en fazla üyesi olan kulüp. ez cümle; herkesten yeteneği ölçüsünde yararlanılırken, herkese ihtiyacı duydukları şey veriliyor: birkaç kişinin değil, herkesin union’u…

stada doğru ilerlerken, terk edilmiş büyük bir binanın tepesinde “hammerhearths 2004 fcu” (duble kalpler taraftar grubu) duvar yazısı görmüştük. meramın özeti niyetine, mevzu union olduğunda birden fazla kalp şartmış, anladık. (kalp işi union’da mühim: kanser olan futbolcuları benjamin kohler’e destek için hem sahada hem tribünde hem de dışarıda yaptıkları göz yaşartıcı cinstendi. youtube’dan bulup izlemek şart) stat, hakikaten evin bahçesi gibi. kulüp binası ise futbol tarihinden çok grimm kardeşler hikayelerinden çıkmış adeta, ki muhtemelen “ormancının esk evi” burası. içeri girip, biletimizi alıyor ve hızlı şekilde stadın yolunu tutuyoruz. kalabalığın çoğu union taraftarı, ama st.pauli taraftarları da ‘kuru kafa’lı atkı-bere ve kazakları ile ortalıkta. asabiyetle değil, muhabbetle karşılanıyorlar. hatta birkaçı ile aynı sırada muhabbet ediyoruz. iki takım da taraftarları ile birlikte "yerleşik sistemin" dışında poz verdiklerinden birbirlerine karşı sıcaklar.
sağ tarafımızda bulunan ve ultraların yer aldığı açık tribünle stat arasında şeffaf bir ağ gerili. üstünde, kulübün mottosu “und niemals eisern union (u.n.v.e.u)- ve hiçbir zaman unutma ki çelik birlik” yazıyor. maç öncesi ve esnasında ise, şaşırtıcı bir repertuvarla karşı karşıyayız; şarkılar, marşlar ve tezahüratlar. imran simultane çevirmeye çalışıyor. “galibiyetten ne kadar uzak olsan da, seni bırakmayız, hep takip ederiz, yeter ki sen inan, galibiyet gelecektir.” ne kadar tanıdık bir kelam… şarkı arasında ise “futbol tanrısı union” diye bağırılıyor. hoş bir ritmi ve akışı var, yazarak anlatmak zor, dinlemek lazım. zaten tezahürat dediğin o anda, o atmosferde, statta ve illa ki taraftardan dinlenilmesi gereken "un-plugged" bir performans. maç esnasında temel gıdamız mavra; yan yana durduğunuz her insanla sıcak bir muhabbet hasıl oluyor. taraftarın yüzde 95’i bölge ahalisi olsa da, kulüp artık "batı’dan" da muhabbet görüyor, özellikle başka türlü futbol kültürü peşinde olan genç kuşaktan...
bir taraftan da gözümüz karşı tribünde st.pauli taraftarlarında. maç boyunca hiç susmayıp, haklı ünlerini boşa çıkarmıyorlar. içimiz de gitmiyor değil, ama berlin’de union’luyuz. o vakit, şimdi yeridir, biraz da st.pauli notlarımızı düşelim; neden içimizin gittiği anlaşılsın.
sankt pauli fenomenini anlamak için, içinden çıktığı bölgenin tarihini ve yapısını bilmek gerekir. 1910 yılında kurulan kulübün bu mertebeye gelmesi zaman alıyor. millerntor’da (takımın stadyumu) onca yıl yankılanan mütevazi sesler, 80’lerde almanya çapında başlayan ve hamburg’ta da oldukça etkili olan işgal hareketi (kullanılmayan evlerin barınma için işgal edilmesi) sesleri ile birleşince, kulüp bir kulüpten ötesine geçiyor.
hamburg’un st.pauli bölgesinde yer alan ve stadyumun da bulunduğu hafenstrasse’deki birkaç bina bu işgal mücadelesinin önemli alanları olarak ortaya çıkıyor. önceleri aktivistlerin doldurduğu mahalleye, daha sonra sanatçı, öğrenci ve hareket sempatizanları akın ediyor. sokakları punk müziğinin ritminde saçları rengarenk, dövmeli, solcu, punk, anti-faşist, anarşist, ekolojist grupların yer aldığı insanlar doldurmaya başlıyor. sadece polise karşı değil aynı zamanda ırkçı gruplara da karşı olan mücadele otonom grupların zaferiyle sonuçlanıyor. ve bu hızlı günlerin akabinde, millerntorn tribünleri, mücadele sırasında gördüğü bu insanları yanlarında da görmeye başlıyor.
bahsettiğimiz tüm yaratıcı, eğlenceli, dinamik ve militan hava taraftar kültürüyle birleşince de gezegenin ‘kült’ taraftar kültürlerinden biri doğuyor. şamataya dair küçük bir not: st.pauli’nin içeride oynadığı maçlar ac/dc’nin hell’s bells parçasıyla açılırken, her gol sonrası blur’dan song 2 parçası ile tüm stad ‘mosh pit’le kendinden geçer. unutmadan; bölgeye ‘underground’ rengini veren, bu sokaktan da tribüne taraftar çeken, meşhur barları, restoranları, striptiz kulüpleri, genelevleri, erotik sinema ve sex-shopları ile ünlü reeperbahn’ı, namı diğer "die sündige meile" (günahkar mil) da anmak lazım gelir. beatles’ın da dünya çapındaki ününe kavuşmadığı yıllarda (1960-62 arası) burada star club’da iki yıl çaldığını hatırlatalım. öte yandan, gezegenin tüm "underground" muhitlerine musallat olan “gentrfication” sankt pauli muhitini de vuruyor. artık şehrin bu bölgesi çok daha fazla "in" ve eskisiyle kıyaslayınca sokaklarında daha az punk ve işçi sınıfı, daha çok beyaz yakalı görülüyor.
bahsettiğimiz al beni az buz değil. st.pauli’nin dünya çapındaki taraftar sayısı 11 milyonu geçmiş durumda. 369 tane kayıtlı fan kulübünün çoğu yurt dışından. kulübe muhabbet gösteren ünlülerin niceliği kadar niteliği de güzeldir. birkaçını verelim: asian dub foundation, chumbawamba, the sisters of mercy grubundan andrew eldritch kulübün hem sıkı bir taraftarı hem de sponsorudur. aynen union gibi kampanya ve organizasyonları ile ünlüler, ama union’dan farklı olarak, bu etkinliklerin uluslararasılığı göze çarpıyor. birkaç örnek: küba’daki okullara yönelik içme suyu sağlayıcıları için para topladıkları "viva con agua de sankt pauli" kampanyası düzenlemişlerdir. kktc, grönland, tibet, zanzibar gibi birleşmiş milletler tarafından tanınmadığından hiçbir futbol organizasyonunda yer alamayan ülkelerin katıldığı 2006 fifi wild kupası’na ev sahipliği yaparak, turnuvada st.pauli cumhuriyeti olarak yer almışlardır. hakkında anlatılacak kelam çok ama yerimiz dar. o vakit st.pauli’nin ‘resmi olarak’ tribünlerinden aşırı sağ ve ırkçı kişileri yasaklayan ilk kulüp olduğunu söyleyerek bitirelim.
kelamın özü; union daha çok yerel, st.pauli daha çok evrensel özellikleriyle poz veriyor. bizimki gibi futbol hikâyelerine meraklı olan futbol tutkunları ise st.pauli ile ‘küresel düşünüp’, union berlin’le ‘yerel davranıyor’.
bu arada maç 0-0 gidiyor, ama tribünlerdeki muhabbet aynı kıvamda devam ediyor. arada hamburg-berlin sataşmaları da olmuyor değil: union berlin taraftarı, “allahın köylüleri biz sizin başkentiniz” minvalinde tezahürat yapıyorlar. biz akdenizlilerin almanya’daki gözde şehirleri olarak anabileceğimiz hamburg ve berlin arasındaki bu ayrımı kabul etmediğimizden tezahürata katılmıyoruz. hemen arkamızda alman sol parti die linke’nin önemli simalarından dietmar bartsah yer alıyor; kafasında beresiyle, hepimiz gibi ayakta maç izliyor. maçın bitimine yakın, anons geçiliyor. seyirci sayısı 21.700’müş. bir 2.lig maçı için hiç fena değil, tribünler ağzına kadar dolu. zaten cuma oynanan maçın biletleri daha pazartesinden tükenmişti .
maçın sonucu ne mi oldu? tüm bu hikâyelerden sonra, üstünde en az durulacak ayrıntı olsa gerek. union berlin, st.pauli kalecisinin son dakikada yaptığı inanılmaz hata sayesinde maçı 1-0 aldı. ve bu mağlubiyet belki de st.pauli’yi bir alt lige gönderecek. ama hangi ligde poz verirlerse versinler, bir tek şeye eminiz, tribündeki güzel temaşa asla bitmeyecek. aslolan da bu olsa gerek, zira büyük düşünür antonio gramsci’nin de dediği üzere “futbol, açık havada oynanan insan sadakatinin krallığıdır!"
not: bu yazı okunurken arka fonda yazıda bahsi geçen grupların müziklerinden bir seçki yapılabilir. havaya girmek için en azından chumbawamba’dan “i get knocked down” dinlenebilir.
tan morgül 1973 istanbul doğumlu gazeteci, yazar, radyocu, gezgin. yayımlanmış iki kitabı var (istanbul meyhaneleri ve balık restoranları rehberi, rakı and fish). açık radyo'da futbol kültürü programı libero'nun yapımcılarından.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
kaynak: al jazeera
Yorumlar