Görüş
IŞİD ile savaş ancak demokrasiyle kazanılır
ABD Başkanı Barack Obama, IŞİD ile savaş kararı alırken, selefi George W. Bush'un El Kaide ile savaşının deneyimlerinden hiç ders almamış gözüküyor. Zira El Kaide ve keza IŞİD'i doğuran toplumsal, siyasal ve kültürel etkenler askeri ittifakla değil, demokrasiyle ortadan kaldırılabilir.

uluslararası ittifakın, kendine artık 'islam devleti' diyen irak ve şam islam devleti (işid) örgütünün 'devletini' silah gücüyle bitireceği ve terörü durduracağına inanırsak, yanlış bir teşhis koyup yanlış tedavi uygulamış oluruz.
(1)
11 eylül 2014'te cidde ve 15 eylül 2014'te paris'in ev sahipliği yaptığı toplantılardan bahsediyorum. ortadoğu'yu vuran terör kasırgasının sembolü olan işid tehlikesiyle mücadeleyi amaçlayan bu etkinliklere 40 ülkenin katıldığı söylendi. toplantıların ardından, "hava saldırısına kimler katılacak ve kimler karada savaşacak?" ile "katılım, asker ve silahla mı olacak yoksa lojistik ve istihbarat paylaşımıyla mı?" gibi sorular ve kökleri aşıp dalları ele alan başka ayrıntılar gündeme geldi.
konuya devam etmeden önce yaşadığımız bir ironiyi görmezden gelemeyeceğim. arap baharı'ndan 3 yıl sonra derin rüyalardan çıktığımızı ve kabuslara saplandığımızı görüyoruz. hatta o vakitler (yani 2011 boyunca) değişim arzularını uyandıran ve geleceğe dair büyük umutlar aşılayan arap baharı, bugün bazıları tarafından ümmeti saran bir lanet olarak gösterilmeye başlandı. en hafif tabirle 'arap yıkımı' ve en ağır tabirle bir komplo olarak görüldü. devrim, bir hata ve suçmuş gibi tanımlandı; devrime katılanlar ise şüpheli oldu ve suçlandı.
arap baharı'nın bitmediğini ve bir sonraki sürecin içinde olduğumuzu söyleyenlerle hemfikirim. hatta bu düşünceyi dillendirenlerdenim. ancak bu düşüncemiz, yaşadığımız sürecin adını koymamız gerektiği gerçeğini değiştirmez. bir başka yazımda, karşı devrim baharının göstergelerinden biri olarak, bu gerçeğe işaret etmiştim.
şimdi, "özgürlük ve insanlık onuru gölgesinde yaşamayı nasıl sağlarız?" sorusu gündemde. mısır devrimi'nin, 25 ocak 2011'de attığı ve bugün artık hatırlanmayan sloganlarıydı o kavramlar. oysa bugün herkesin en büyük endişesi şu: "terörle nasıl mücadele ederiz ve tüm şekilleriyle aşırılığa nasıl karşı koyarız?"
burada halk (devrimciler) bahsi geçen sloganları atarken; arap rejimlerinin ekseriyeti ve batılı hükümetlerin, 'terörle savaş' bayrağı açtıkları ve bazı elit-siyasi kesimler ile onların medya borazanlarının desteğini alarak devrimin sloganları döneminin defterini dürdükleri şeklindeki gözlem kesinlikle dikkatlerimizden kaçmamalı.
(2)
rüyadan kabusa geçiş sürecinin sloganı/söylemi, esasen şöyle belirlenmişti: teröre karşı savaş sesinin üstünde bir ses yoktur. günümüzün, geleceğin, arapların ve acemin sorunu; istikrarı, ilerlemeyi ve tüm insanlık uygarlığını tehdit eden büyük bir engel olarak sunuldu terör.
işid hareketi, tüm bu tehlikeleri somutlaştırdı; adeta onların mühürlü kanıtı gibi görüldü. hareket, sadece bu düşünceyi yerleştirmekle sınırlı kalmadı, ses ve görüntüyle onun kanıtlarını sağladı. fakat hiç kimse, "işid nereden geldi?", "işid'in arkasında kimler var?" ve "tüm diğer ötekiler işid mi?" gibi sorular sormadı.
şimdilerde hazırlığı yapılan işid terörüyle savaş, abd'nin el kaide örgütüne karşı başını çektiği ve hiç kimsenin gelişmelerini unutmadığı savaşın deneyimlerinin bir tekrarı niteliğinde. ama görünen o ki, washington da dahil, herkes tarafından bu deneyimin dersleri unutulmuş.
işid'e savaş ilan etmek üzere yapılan koordinasyon toplantısının, el kaide'nin 2001 yılında abd'nin new york şehrindeki dünya ticaret merkezi'nin ikiz kulelerine yönelik saldırısının yıldönümünde, yani 11 eylül günü, cidde'de yapılmasının anlamı da ironik. zira 11 eylül, washington'u el kaide terörüne karşı savaş açmaya, sonrasında afganistan işgaline ve 2003 yılında irak savaşına sevk etmişti.
11 eylül ile beraber silah, el kaide ile mücadelede kullanılan temel araç haline geldi ve dönemin abd başkanı george w. bush, misyonu tamamlandığı ve savaşı kazandığını sandı. el kaide'yi doğuran ve bu örgütün taliban hareketiyle ittifakıyla taçlanan toplumsal ve kültürel çevre göz ardı edildi terörle mücadelede. ayrıca o vakitlerde bazı rejimler, kendi topraklarındaki muhalif hareketleri bastırmak ve tasfiye etmek için terörle mücadele söylemini kullandı.
sorun; afganistan'da taliban rejiminin düşmesi, el kaide örgütünün vurulması ve usame bin ladin'inin 2011'de öldürülmesiyle bitse de terör hiç durmadı. el kaide, zayıflatılan bir örgüt olmaktan çıkıp birçok bölgeye yayılan; asya, afrika ve arap mağrip ülkelerinde yankısını bulan bir düşünceye dönüştü. bu düşüncede silahlı şiddet, başta cihat olmak üzere, çeşitli gerekçelere dayanarak varlığını sürdürdü. atılan tohum, irak'ta can alıcı bir çevre ve zemin bulduğu için iş orada durmadı ve işid ortaya çıktı. işid örgütü, el kaide ve taliban'dan daha kötü, tehlikeli ve kapsayıcıydı.
başka bir ifadeyle işid, irak toprağına bir anda gökten zembille inen bir örgüt veya grup değil, birçok faktörün birbiriyle etkileşim kurduğu bir sonuçtur. bu faktörler arasından bilinenler; sünnilerin öfkesi ile bazı dindarların ve sufilerin, saddam hüseyin dönemi irak'ına olan özlemlerinin iç içe geçmesidir. bilinmeyen faktörler ise her ihtimale açıktır ve istihbarat organlarının oradaki rolü inkar edilemez.
dilerseniz işid'in arka planında bir dizi toplumsal, mezhepsel, siyasal ve kültürel etkenin bulunduğunu söyleyebilirsiniz. tüm bu etkenler, füzelerle vurulamaz ve 'drone' denilen insansız hava araçları buralara ulaşamaz. bahsedilen etkenler, gücü ne olursa olsun, her türlü askeri ittifaka meydan okuyan değişmez unsurlardır.
daha da önemlisi, bu faktörlerin tamamı olumsuz değildir. bazılarının olumlu yönleri de vardır. toplumsal ve siyasal sorun; olumlu yönün nasıl olgunlaştırılacağı ve olumsuzunun nasıl kontrol altına alınacağıdır ki yine siyasal ve kültürel bir çalışmayla bu yapılabilir. tersi sonuç verebilecek askeri operasyonların hiçbir faydası yoktur. askeri operasyon; olumsuzu güçlendirir, olumluyu ise kuşatır ve engeller.
(3)
peki arap dünyasına ne oluyor? ingiliz economist dergisinin 5 temmuz 2014 tarihli sayısının ana konusu bu soruydu. kapağın başlığı da "arap trajedisi" şeklindeydi.
derginin analizi, batılı okuyucuya, bağdat, şam ve kahire'nin bir zamanlar dünyada bilgi, derinlik ve ilerlemenin kandilleri olduğunu hatırlatıyor. ayrıca islam'ın yenilikçilik, hoşgörü, inanç ve ticaret özgürlüğüyle birlikte anıldığını lakin tüm bunların şu an altüst olduğunu belirtiyor. şöyle ki arap dünyasının ve başkentlerinin saygınlığı kalmadı. ayrıca islam deforme oldu ve dünyanın bu dine ilişkin algıladığı imaj, nefreti körükledi. analiz özellikle arap dünyasında 2011'den itibaren olan biteni ayrıntılarıyla anlatıyor, geleceğe bağlanan umutların nasıl birbiri ardına azaldığını belirtiyor. bundan kurtulan tek ülke, devrimin yoğunluğunu muhafaza eden ve hâlâ demokratik sürece tutunan tunus.
economist, arap dünyasında azınlıkların endişelerini ve istikrarsızlığı da ele alıyor analizinde. son gelişmelerin, rejimlerin değiştiği bazı 'bahar' ülkelerinde yaşansa da işlerin istikrarlı gittiği petrol zengini ülkeleri de kapsadığından bahsediyor. ortadoğu'nun petrol ülkeleri, genel bir doygunluk ve ekonomik bolluk içinde olsalar da egemen muhafazakar rejimlerin ısrarla ayak dirediği siyasi reformlara acilen gitmeliler.
analizin kaydettiği önemli gözlemlerden bir diğeri de; arap dünyasında aşırılığın sesi yüksek çıkar ve sözü dinlenirken, ılımlılığın sesinin kısıldığı gerçeğidir. bölgede sivil toplum kırılgandır ve kayda değer varlığı yoktur. bu durum, arap dünyasında istikrar ve demokrasinin geleceğine dair pek umut vadetmiyor.
(4)
economist dergisinin değerlendirmesi, abdurrahman kevakibi'nin (1854-1902) 'tebaiul-istibdat' (despotizmin doğası) adlı kitabındaki görüşlerini destekleyen bir anket gibi. kevakibi, toplumun bozulmasının sebepleri ve bunun getirdiği kötülükleri, despotluğun yayılmasına ve modern tabirle demokrasinin yokluğuna bağlıyor. ingiliz medya organı, özetle, arap dünyasının asıl sorununun eşitlik, katılım, siyasi çoğulculuk, şeffaflık, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri yücelten siyasal reform eksikliğinden kaynaklandığını ifade ediyor.
bu analizin hali hazırdaki arap atmosferinde kabul görmesinin zorluğunun farkındayım. cidde, paris ve başka bölgesel toplantılarda bir araya gelenlerin, işid ile başlayan ve içerideki her siyasal muhalefetle son bulan teröre karşı savaşı daha ileriye götürmeye hazır olduklarını fakat siyasi veya demokratik reform yönünde tek bir adım atma hazırlığı yapmadıklarını biliyorum. arap dünyasında terörle mücadelede daha ateşli olan bu ülkelerin siyasi reforma karşı çıkan ve karşı devrim safının başını çeken aynı ülkeler olduğunu söylersem abartmış olmam herhalde.
terörü (özellikle de bir görüşü başkalarına zorla dayatmak için şiddete ve korkutmaya tevessül eden bir eylem olarak) savunabilecek veya haklı çıkaracak tek bir akıllı kişi tanımıyorum. burada ele aldığımız diyalog, terörle mücadele için en iyi ve en başarılı yolu gösteriyor. bu açıdan siyasi reform ve demokratik uygulama, bu amacın gerçekleşmesinin yegane kapısıdır. bu yolun da terörü bitirmeyeceği aşikar ama en azından nüfuzunu zayıflatacak ve teröre götüren birçok etkeni ortadan kaldıracaktır.
işid projesi ve benzer minvaldeki başka projeler, askeri ittifakla ortadan kaldırılamaz. bu tür projeler yalnızca demokratik bir ortamda yok edilebilir. demokratik ortam; toplumsal, mezhepsel, siyasal ve kültürel etkileşim ve kesişmelerin dozunu ayarlar ve terbiye eder. ancak tüm bunlar, arap dünyasında baş gösteren acı ve mağduriyet ortamında daha farklı, daha elverişli bir ortama ihtiyaç duyuyor.
esenliğin yolu açıktır ve pişmanlığın yolu daha da aşikardır. bir seçim yapmamız gerekiyor: terörle ya siyasi ve demokratik reformlarla mücadele edeceğiz ya da füzeler, zırhlı araçlar ve insansız uçaklarla. ilk yolu izleyenler, sağ salim gider ve gelirler. ikinci yolu izleyenler ise nasıl döneceklerini bilemediğimiz bir maceraya girerler.
fehmi hüveydi, mısırlı gazeteci ve yazar.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar